| 
            
              | 
 Asya Gülgün Özkan  adimkadin@gmail.com |                    Arzu Altınçiçek geç kalan hiçbir şey yok aslında  hayatımda, belki ben erken geçmişim oralardan, belki hiç geçmemişim diye  bakıyorum ...    - Arzu Altınçiçek kimdir? Okuyucularımız için kendinden bahsedebilir  misin? - Tek görünümümde birkaç ruh, hatta birkaç kimlik taşıyorum, asıl olan  hangisidir açıkçası bazen ben de birbirine karıştırıyorum.  Kimse demesin ki ben her yerde aynıyım, evdeki Asya ile  dışarıdaki Asya bir midir? Hayır! Neden ben aynıyım diyebileyim ki? Ama şunun altını özellikle çizmek isterim; bu  farklı duruş;  asla ve asla karakter ve  prensipler değildir. Ne acıdır ki, insanlar artık aynadaki görüntüsünde bile  kendisinden çok uzak. Masum ya da sahte gülüşlerini takınırken bile, paylaşılan  sohbetlerde ruhun gerçek rengini bulmanın imkanı yok.  Bizler sanal kimlikler öncesinde;  yaşamsal görevlerini sürdüren, eş, anne &  baba, çocuk, sevgili, öğrenci, memur, işçi, yönetici vs… Yani; etten, kemikten,  standart aile yapılarında bireyleriz ve biliyorum ki milyonlarcayız. Fakat;  bizi bir adım öne taşıyan “sanal kimlikler”,   mevcut yaşantının dışında ilgi alanlarımıza göre, kişisel gelişim ya da  seçilen kimliklere, kostümlere, hatta ve hatta maskelere yapışmış,  yakıştırılmış olmamız. Bu düşüncemin özeti balkonumda çamaşır asan, evimdeki  terliğin içinde dolaşan Arzu’yu, bir akraba düğününde halay çeken Arzu’ yu bu  sanal dünyada kimse bilmez, seni de öyle, Kadri’ yi de vs… Ama bu sohbetin yapılmasına araç olan “Arzu Altınçiçek”, sanal  dünyanın bir şekilde var ettiği karakter. Bu Arzu’ yu konuşuyor olmak, gerçek  yaşamdaki Arzu’ dan daha kolay geliyor bana. - Şair  sıfatının anlamı nedir sende, illaki yayınlanmış bir kitabının olması gerekiyor  mu şiir yazarının bu sıfatı hak edebilmesi için? Geçmişten bugüne biraz olsun  değişmesine rağmen, kadın edebiyatçıların erkeklere oranla azlığının sebepleri  konusunda neler düşünüyorsun? - ''Şiir yazarı” eşittir şair :) … farklı bir açıdan bakış… “Şiir yazan herkes şairdir” demişti değer verdiğim bir şair  büyüğüm. Tabi bu durumda yazılanın şiir olması önceliğiyle karşılaşıyoruz. Sonrasında  da iyi şair, kötü şair ya da iyi şiir, kötü şiir elemeleri geliyor. Fakat şu da  var; şiirlerin günümüzde popüler kimliğe dayalı “ticari şiir” gibi bir kolu  oluştu. Bu da şiir albümleri, çeşitli tiyatro sanatçılarının ya da amatör veya  profesyonel şiir yorumcularının kayıtları ve çeşitli dinletileri ile gelişen  bir kol. Bu noktada şiirde nitelik ve nicelik kavramları “şiir” severlere göre  değişiyor. Şairlik sıfatını hak etmekten ziyade “ iyi şair ” tanımlamasının o isimle yan yana gelmesi önemli.  “Yayınlanmış bir kitap” meselesi değildir insanı şair yapan. Parası olan ve  birkaç dizeyi alt alta kullanan herkes kitap ya da kitaplar çıkarabilir. Benim  ne kadar çok kitabım çıkarsa o kadar çok şairim demek, -kitabım yoksa şair  kimliğim de yok- demekle aynıdır ve bana göre de yanlıştır. Sanal şiir dünyası şairleri - dışında şair buluşmalarında,  şairliğinizin kıstasını belirleyen cevaplar hangi soruda gizli sizce bilmiyorum  ama bana sorulan “hangi dergilerde şiirleriniz yayınlandı?” O zaman  tokatlanıyor gibiyim, çünkü; hangi edebiyat dergisini ve ne sıklıkta aldığım,  okuduğum gibi kişisel çatışmalarım oluyor içimde. Şairlik bana göre, yayınlanan  dergilerle isminizin harflerini işlemeye başlıyor bu edebiyat gerçeğinde. Kaldı  ki istenmediği sürece hiçbir dergiye de şiir göndermedim. Tabiî ki yayınlanıp  elime ulaştığında farklı bir haz alıyorum. Kitabımın olup olmamasının hiçbir  önemi yok! Diğer soruna gelince sevgili Asya, sadece edebiyatta değil,  farklı bir çok alanda maalesef ki kadınların azınlığı ya da susturuluşu halâ bir  gerçek. Töre, beşik kertmesi, berdel, başlık parası gibi utanç lekelerimiz var  bizim. İnsan haklarından habersiz coğrafyalarımız varken, kadın haklarını,  kadının varlığını nasıl bu topluma kabullendirebiliriz? Ve dolayısıyla  süregelen güçlü kadın profillerimizi, edebiyatçı, ressam vs… gibi mesleklerle nasıl  var edip öne taşıyabiliriz. Kentli kadın bile şu an birçok yerde ikinci planda  tutulmakta. Göstermelik ya da azınlık olarak bir yerlerde olan kadınlar bu  dediklerimi polemiğe çekmesin, bunu derken genel düşüncemden bahsediyorum. - Son  dönemde şiire teknolojinin sızması, edebiyat sitelerinin çoğalmasının sence  şiire yansıması nasıl oldu? Biraz önce sanal şiir dünyası şairleri diye bir  ifaden oldu, sanal ve gerçek şair kavramın olduğunu anlatıyor bu yaklaşım. Bunu  biraz irdelersek sanırım düşüncen daha net çıkacak. - Ben bu konuda çok katı kurallı olmayacağım. Teknoloji, özellikle  internet,  gelişim ve iletişim olarak çok  büyük bir velinimet olduğu inkâr edilmez bir gerçek. Düşünsene, dünyanın  herhangi bir yerinde, hiç görmediğiniz, adını, ırkını bilmediğiniz x bir  insan  -enter- tuşuyla sayfanıza bir  mesaj bırakıyor. Yazışıyorsunuz, hatta görüntülü görüşebiliyorsunuz. Bunun  hayatımıza sağladığı kolaylık ve imkânsızlığı yıkışı yadsınamaz. Ama önemli olan, her şeyi amacınıza istinaden kullanabilmek. Teknolojinin şiire sızmasından ziyade, bence teknolojiye sızan  şiirdir. 
              Edebiyat sitelerinin çoğalmasının da, tekdüzelikten çıkmadığı  sürece sayısının çokluğu şiire bir şey yansıtmaz. Kaldı ki şiire yansıması da  kör bir nokta. İlgi alanım olması sebebiyle dahil olduğum ya da takip ettiğim  tüm siteler birbirinin bir değişiği, bir üstü değil. Zaten beş yüz site varsa,  aynı üyeleri dört yüz doksanında görürüz. Bu bir arayış mıdır? Evet ama neyin  arayışıdır dersek! Şiirin mi? “Olabilir”, diye iyimser bir cevapla durmak  istiyorum.  Edebiyat ortamında çok tartışılan bir konudur internetin şiir çöplüğüne döndürülüşü.  Bu acımasız bir eleştiri aslında, çünkü; çoğumuz o çöplükten gelmeyiz. Belki  internette şiirin yaygınlaşması bu kadar çok olmasaydı, bizler de şu an bu  sohbeti yapıyor olamazdık. İnsanın içindeki bazı şeylerin ortaya çıkması için  tetikleyici bir unsur olması gerekiyor. Fakat bu sitelerin olumsuz yanı; insanı  bir şiir yazmak gibi görev üstlenmeye mecbur hissettirmesi. Çünkü orada bir  varlık ispatı söz konusu. “ Ben de varım, ben de şiir yazıyorum (belki de ; en  iyi ben şiir yazıyorum). Şiir siteleri üyelerinin çoğu şiir yazıcıdır (!), okur değildir.  Bu kategoriye ben de dahildim, ta ki gerçeklerle yüzleşene kadar. Şiiri ciddiye  almazsanız, şiir ve şiir dünyası da sizi ciddiye almıyor.  Sanal şiir dünyası şairleri, genelde yazmayı görev edinen, bir  kısmı ondan bundan araklamalarla ortaya çıkan şiirin kendisine ait olduğunun  kavgasını hakaretlere bile dönüştürecek kadar cahil, bir kesimi de gerçekten  kendini geliştirmek için emek harcayan kişiler. Bir ve ikinci olarak  açıkladığım kesim asla ve asla şiirine eleştiri kabul etmeyenlerdir.  Eğer ben bir sitede şiir paylaşıyorsam, beğenilsin, güzel yorumlar  alsın, hatta günün şiiri seçilsin gibi bir beklentimin olduğundan değil,  eleştiriye açık hale getirdiğim için okunmasını istediğimdendir. Yorum ve  okunma sayısı şiirin iyi ya da kötü olmasının bir ispatı değildir. Edebiyat ve  özellikle şiir sitelerinde eleştirme ve elleştirme diye bir olgu var. Şiiri  irdeleyen bir elin parmakları kadar az, eğer şiiri paylaşan kişi okuyan ve  yorum yapanın şiirine uğruyorsa, karşılıklı ağırlamalar söz konusu. Şiirini  okuyup beğendiğim çok arkadaşım vardır, ya da “aman ya! Bu hatayı nasıl yapmış,  burasını şöyle yazsaydı daha anlamlı olurdu” dediğim,  ama bu kendi karakteri ile değil kalemiyle  ilgili eleştirimdir. İnsanların çoğu “sivri eleştiriler” yapan kişileri  sayfalarında görmek istemezler, tam tersi başka fırsatını bulduğu yerde  kişiliğine atışmalar yaparlar, bu emeğimizi bir yere taşımaz, şiirimize de bir  şey katmaz. O isimler, beğenilme kaygısından kendisini sıyırdığında zaten  şiirde kendini bulmaya, var etmeye adaydır. - Peki,  uzun zamandır ikimiz de şiirle nefes almamıza rağmen ikimizin de henüz şiir  kitabı yok, yani bir çoğuna göre şair değiliz. Çok iyi biliyorum ki; bunca  zamandır bunu ikimiz de istemedik, senin sebeplerini öğrenebilir miyiz? Yakın  zaman projelerin nelerdir? - Sevgili  Asya, eğer şairliği kitap varlığıyla ölçüyorsa  o “bir çoğu” ,beni hiç ilgilendirmiyor. Şiir kitabını çıkarttım diyelim,  hangi “en çok okunanlar / satılanlar” reyonunda şiir kitabı kategorisi var?  Kitapçı raflarında neden şiir kitapları en diplerde, alt köşelerde yerini  alıyor. Turgut Uyar, Behçet Necatigil, Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Yahya Kemal, Cemal  Süreya, Attila İlhan, vb bir çok şairin kitabı dururken, Kenan Işık &  Zerrin Özer, İbrahim Sadri ve bir çok şiir albümü, İkbal Gürpınar, Yılmaz  Erdoğan, Ceyhun Yılmaz kitapları  satılıyorsa,  manken Ece Gürsel şair oluyor diye daha şair olmadan manşete geçiyorsa bu  ülkede, şiir kitabı çıksa ne olur, çıkmasa ne olur ? Bir de  madalyonun diğer yüzü var; kitabı çıkartacak, adı önde gelen yayınevi bulmak  çok zor, diyelim kendi imkânlarınızla çıkardınız,  o zaman da dağıtımı yaptıracak firma bulmak  çok zor. Kitap dağıtan firmalar, dağıtım listesi vermiyor ve dolayısıyla ilk  kez kitap çıkaran kitap sahipleri, kendi çevrelerini kitap alımlarına  yönlendiremiyor. Bu durumda da kitabı bulamayınca, satın alınması da mümkün  olmuyor ama dağıtım firması “şiir kitabı satılmıyor” diyerekten şiir  kitaplarının basıldığı gibi kalmasına en büyük sebep.  Aslında kitap dağıtım ağı bu ülkede çok büyük  bir açık. Yakın  zaman projelerim diye bir şey yok aslında, zira öyle bir şehirde yaşıyoruz ki,  hemen hemen her gün şiir toplantıları, dinletileri var. Şiir tartışmaları olan  toplantılar çok az. Şiirin ya da şiirimin gelişimine katkısı olması amacıyla  bazı akademik organizasyonlar üzerine görüşmelerim var. Bu camiada bir şeyi  konuşmaya ya da ortaya çıkarmadan paylaşmaya gelmiyor,  kendini bir yerlere taşıması için fikir  hırsızlıkları yapan çok kişi var. Kötü olan, kendini şair göstermek için ondan  bundan derleme dizelerle şiir yazıyorum diye çıkan ve sonra da kendinin şair  olduğunu iddia eden de çok kişi var. Bunu frenleyemediğimiz gibi, nedense  dışlamaktan da çekinir bir kitleye sahibiz. 
 Kitap  düşünüyorum elbet ama ilk kitabım bir şiir kitabı olmayacak.
 -   İnternet sitelerinde, radyo programları ve şiir dinletilerinde gerek kendi  sesinden gerek yorumcular tarafından seslendirilen şiirlerini dinliyoruz, hepsi  birbirinden başarılı görünüyor. Benim sormak istediğim şu ki; bir şiir  gerçekten en iyi yazarının sesinden mi ruh bulur ? - Vallahi Asya’m aslında şiir yorumlamak, şiir yazmaktan daha zor  geliyor. 
              Bir de şu var; şiir illâ ki sesli okunmayı gerektirir mi?  Yazarken evet! Belki tuhaf gelebilir bu sana ama bir şiirin akışkanlığı  okunduğunda ortaya çıkar bana göre. Şiiri yazarken sesli okuyarak yazarım ki; nefesimin  takıldığı engelleri bulayım. Dizelerim melodisi, yolu  sesle ortaya çıkar ama bu asla ve asla yorum  sesi değildir. Şiirin kendi sesidir.  Geçmiş senelerde uluslararası ünlü bir şairimiz, konuk  olduğumuz kültür merkezinde liseli öğrencilerin hazırladığı şiir programında,  bir kız öğrencinin kendi şiirini okumasına son derece sinirlendi. Oturduğu  yerden bir hışımla sahnede boy gösterip, ağza alınmayacak hakaretlerde bulunup,  şiirini okudu, tabi okumak denirse… Bir şiir ancak bu kadar katledilebilirdi. O  nedenle her şiir;  ne sesli yorumu illâ  şairi tarafından okunulmasını gerektirir. Şiir seslendirmelerinde, sesle çok oynamaları, tiyatral  yorumları, abartı bağrışları ve mizansenleri sevmiyorum. Sohbetimizin bir  yerinde bahsettiğim popüler şiire dayalı acitasyon durumlar da ayrı bir  handikap. Şair, şiirine ses vermeli   ya da illaki en iyi yorumlayandır diye bir kural yok. 
              Şiirin seslendirilmesi değil, şiirin aklımı kurcalayan gürültüsü  önemli. - Yaşam  tüm acımasızlığı ile çeşitli haksızlıklarla arada bir şamar gibi çarpıyor  insanın yüzüne, sarsıyor, deviriyor ama yine de toparlanılıyor bir şekilde.  Arzu’cuğum hayatın bu yönünden sen de payını hiç aldın mı? Zorluklara  dayanabilme gücünü nereden buluyorsun, dayandığın ve inandığın en büyük güç nedir  peki? - Canım, hangimiz pür neşe hayatlar sürüyor, güllük gülistanlık  yaşıyoruz ki? Eğer böyle bir hayat süren varsa, bana göre bir şeyler kesin ve  kesin gerçekleri yansıtmıyor ya da saklıyor demektir.  Hayatın acımasızlığı, zaten doğmakla kabullendiğimiz ölüm  acısının gerçeğiyle her daim tenimize yapışık değil mi? Baştan 1-0 mağlup  atılıyoruz hayata. Uzun yıllardır bu ortamdayım ve her daim güler yüzlüyümdür.  Bu demek değildir ki sıkıntılarım, dertlerim yok. Öyle olmam için duygusuz  olmam gerekir ama bu kadar stres barındıran metropollerde sistemin  kurbanlarıyız diye düşünüyorum. Herkes görevini yapıyor. Yaşam mücadelesi bizim  yaptığımız, yaşamın keyfini sürdürmek değil. Bohem hayat sürdürenler, burjuva  denilen üst kesim de zaten kendi dünyalarının gerektirdiğini sürdürenlerdir. Sorunsuz kimse olmadığına göre, ortalarda sorunlarla dolaşmamızın  da anlamı yok. Gülümseme her zaman pozitif bi duruştur, seninle somurtarak  otursak şurada ne kadar keyif alırız bu ortamdan? Bir an önce bitse de gitsek  modu verimimizi düşürür. Her zaman elimden geldiğince bulunduğum ortamdan keyif  almak, olumlu ya da arttırıcı bilgi almak beni mutlu eder. Baştaki soruna  verdiğim cevabın bir karakterini burada devreye sokabilirim. Öldürmelerine ve  ölmesine izin vermediğim bir Arzu “içimdeki çocuk”, yani genelde bizbize  ortamlarda o neşeli, sevecen. Bu Arzu’yu kaybedersem, insani değerlerimin  hepsini kaybetmiş olurum. Cinsiyetin, mevkiinin hiçbir önemi yok, huzur ve  mutlu Arzu önemli. Önce sağlık deriz ya… Geçirdiğim çok ciddi bir ameliyat  sonrası,  hayatımdaki tüm değerlerin yer  değiştirmesi gerektiğine karar verdim. Hatta eşyaların, renklerin, isimlerin.  Sanırım, kendimi boşuna paraladığım zamanlar ve beni üzmesine izin verdiğim  insanların hayatımdan ayıklanmasının zamanı geldiğine dair Tanrı bana bir  konuda uyarı verdi. Hayatımdaki herkes hak ettiği yeri aldı, istinalar kaideyi  bozmaz diyelim. İnternet benim bu zorluklardan kurtulmam için bir pencere idi.  Öncesinde yardımlaşma, gönüllülüklere dayanan sosyal sorumluluk çalışmaları ve  sosyal etkinliklerdi burada uğraşlarım. Şiir çok sonra geldi.  Annem çok uzun yıllardır diyaliz hastası, birkaç zaman önce bir  bacağını kaybettik, şimdi diğeri de aynı süreçte. Çok ilginçtir ki, daha böyle  acı gerçeklerle karşılaşmadan duyarlı birey modelinde bu kollarda çalışmalar  yaptım. Çeşitli dernekler, sivil toplum kuruluşları vs. Eğer bu durumlarla  önceden karşılaşmasaydın, annemin bu ameliyat sonrası görüntüsünü kabullenecek  ve kaldıracak bir güce sahip olamazdım. Bizler sağlığımızı kaybetmediğimiz  müddetçe, sahip olduğumuz sağlıklı durumumuzun değerini bilmiyoruz. Oysa  hepimiz potansiyel hasta, potansiyel sakat ve engelliyiz. Kimse bilmez, ne  zaman ve nerede hangimizin başına bir şey geleceğini ve sonuçlarını. Arada bir bu şamarlar ihtiyacımız var diye düşünüyorum.  Zorluklara dayanabilme gücümü yaradan  ve adaletinden, sonrası  da ailemden alıyorum. Hayatınızda başınıza ne gelirse gelsin, kimsenin canı  ailen kadar yanmaz, kimse onlar kadar sevinmez. Çünkü koşulsuz bir sevgi var  ortada. Bu illaki kan bağı olmasını gerektirmiyor. Her ne kadar dışarıda bir  birey de olsak, bu beş harflik sihirin içindeyiz.  Düşüp kalkmak güzeldir, kalkamamak da var. İçimde beni güçlü  kılan sadece “insan” olmak ve insan olmanın getirdiği duruş. Duygusallığıma  dayalı gözyaşı, öfke, suskunluk, kavga hepsini yaşanması gerektiği anda  yaşarım. Artık hayatta iyi ya da kötü ne olacaksa, ne yapmam gerektiği içimde  dürtülüyorsa, ertelemiyorum. Olumsuzlukların birikimi bana zarar. Ailem dışında  hiç kimse, benim hayatımda benden önemli değil. -  Arzu’cuğum, aşk şiiri yazmak dediğimizde, yazabilmek  için muhakkak için aşklanmak mı gerekiyor? Yazarak mı aşklanıyorsun, aşkla  yaşamak nedir ?  - Olan  bir şey kolay kolay yazılmıyor, kaybettiğinde yazıyoruz genelde. Kimse - ben  çok mutluyum, aşığım - hadi çiçeğe, böceğe baharı süreyim demez. Ne zaman ki  yalnızlığa düşer, canı yanar işte o zaman çığlığın alfabesi şiir olur. Kelimelere  hükmetmeyi becerdiğinizde aşk şiiri yazmak istiyorsanız, yazarsınız diye  düşünüyorum.  Yaşamak gerekmiyor  elbet,  yaşadığınsa  o şiirin lezzetinde farklı bir aromadır.  - Aşk  nedir Arzu’cuğum? Aşk’a inanıyor musun, sende nerededir, nasıl yaşarsın aşkı?  Aşka hiç geciktiğini ya da sana geç kaldığını düşündün mü? Sahi mutlu aşk yok  mu gerçekten, aşkın sürekliliği için ne gerekiyor acaba ? - Aşka inanmıyorum dersem, ayrılıklarımda,  aldığım ihanetler sonrası onca gözyaşımı, hala içimi acıtan kırıkları, hatta ve  hatta özlemlerimi, paylaştığım veya paylaşmadığım mutluluklarımı inkâr etmem  gerekir. Oysa; şu an yokluğuyla bile halâ içimi acıtabiliyorsa biri, O’ na  aşığım, niye ve kime neden yalan söyleyeyim ki! Kendimi ve sizleri kandırmamın  anlamı yok. Aşk; mutluluktan çok üzüntüsünde  saltanatını sürdürüyor. Sürekliliği için ne gerekiyorun cevabını bilsem, zaten  süren bir aşka sahip olurdum. Ama sanıyorum sevdiğin kişiyi, kendinden öte  taşımayacaksın. Sevginin ve bağlılığın karşındakine verdiği güven, flörtünde  kaybetme korkusunu öldürüyor. Bu korkuyu ayakta tutmak gerekiyor sanırım, ben  bunu beceremiyorum. Yapı olarak özverili biriyim, burcumun karakteristik  özelliğinden de kaynaklı, anaç ve yapıcı kişiliğim sanırım sevgili olmamın  önüne geçiyor. Dilerim bir gün, bu konuda kendime dur! Diyebilirim. Geç kalan hiçbir şey yok aslında  hayatımda, belki ben erken geçmişim oralardan, belki hiç geçmemişim diye  bakıyorum. Yoksa geç mi, erken mi? Sorularının cevabı beni yormaktan ya da  keşkeler yığmaktan başka bir işe yaramaz. -  Aldanma, aldatma desem senden neler dökülür Arzu’cuğum?  Acının cinsiyeti yok biliyoruz da, aşk acısının var mı acaba diye sorsam? - Aslında duygunun cinsiyetinin olmadığı yerde, acının ya da  mutluluğun da cinsiyeti olmadığını zaten kabullenmiş oluyoruz. Eğer gerçekten  sevgiyi, emeği, kendini ve değerlerini koşulsuz biriyle paylaşıyorsan,  ihanet sizi çok acımasızca eziyor.  Bu konuda kendi yaramı saramadığım için, halâ  da acısını ve sevgisini gururla taşıdığım için çok fazla bir şey söylemek  istemiyorum.             -  Aşktan  uzaklaşmak zor olacak ama bu hüznü dağıtmak için sözü yine şiire getirip,  istediğin bir şiirinle  nokta koyalım mı?  - Evet, bence de konunun dağılması iyi olacak… Hanginize Yeter
 tüketirken hayatı ölüme birikir insan
 
 güneşimi gölgeler sığ gülüşleriniz
 
 bulutlardan çocuk peydahlar kaldırım gülleri
 böyle çoğalır insanlığınız!
 
 sanırsınız; bir kesikte bırakılır adamlık
 ya da ince bir zarda yırtılır namus
 ar nedir bir bilseniz
 arsızlığınızdan utanırsınız
 
 gece; açık mezar her birinize
 
 ey insan
 beni sen bozdun
 kendini kaybettiğinde
 
 dilsiz surların geveze yazılarıyım
 bastırılmış açlıkların
 taşkın kavgaların sebebiyim
 
 özgürlük;
 kanadında sürgünse başsız güvercinlerin
 kayıp kuşağa borcumdur g e n ç l i k
 
 
 yarı çıplak vitrinlerde eskimeyen yüzüyüm bu kentin
 
 cumbaları göğsüme yaslı dar sokaklara açılır bacaklarım
 tokmağı düşmüş kapılarım açılmıyorsa yüzünüze,
 kalın orada!
 sebepsiz fethetme telaşınız
 
 ellerinizde paslı geçmişim...
 medeniyete peşkeş çekilen
 sizin insanlığınız
 
 bacaklarıma yaslanarak çöken mor vücutlar
 sizin çocuklarınız
 sahipsiz cesetlerden daha acıtır canımı umarsız geçişleriniz
 farkında değilsiniz
 
 
             kim ki beni anlamaya kalksa yediverenime baksın gübresinde kaç kurşun!
 ölüm kaç renk durur bende!
 
 
 hanginize yeter
 göğümden sağıp
 göğsümden emzirdiğim mavi
 
 
 kimsenin kalabalığına çekemediği
 derin bir yalnızlık gözlerim
   - İnsan olmanın yanında, Kadın olmak nasıl bir şey, kadınca yaşam? Anne, evlat,  eş, kardeş, dost, arkadaş vs olmanın dışında, kadının yüreklenmesiyle birlikte  hayat adına hedeflerini yükseltmesi, yaşamda kadın başarılarının artması, onun  düşüncesine, yüreğine daha da önemli olan ruhuna beklediği özgürlüğü yeterince  getirebildi mi?  - Kız olarak dünyaya geldiğinizde  zaten doğa size bir çok özelliği veriyor. Doğurganlığı, anaçlığı, şefkat ve  sevgi mayasıyla hem de. Ben ailevi durumlardan dolayı ailem içinde çocuk  olduğumdan çok anne ve baba oldum, bunu sürdürüyorum da. Artıları, eksileri  elbette var ama dürüst olmak gerekirse sırtınızda yük ne kadar çok olursa, o  kadar çabuk olgunlaşıp, o kadar çabuk büyüyorsunuz. Bu; dünyaya bakışınızı,  görev dağılımını, planlarınızı, hedeflerinizi öyle etkiliyor ki. Kadın başarılarının arttırılmasından  önce, insan olarak hayatını sürdürebilme ve karşındakinin sürdürebilmesine  imkân sunmak önemli.  Kadının değil yüreğine, ruhuna,  sesine bile özgürlük tam olarak verilmiyor ki, cinsel özgürlüğe değinmiyorum  bile. Yeni nesil bu konuda bizlerden çok çok önde, bunun farkındayım.  Aslında bu bile bir bayrak yarışı;  bizden yıllarca öncesine baktığınızda ve yeni nesili gördüğümde, bazı değerleri  ucundan yakalamış jenerasyonda görüyorum kendimi.
 - Ülkemizde kadın olmak bu kadar güçken, sırtını ne  ailesine ne de bir erkeğe dayamayarak ayakları üzerinde dimdik duran özgür bir  kadın olmak çok zor, sen bu zoru başaranlardansın. .Gerçekten  bunu başarmak bir kadına ne gibi artılar katıyor ya da neleri götürüyor.  Halinden ne kadar mutlusun Arzu’cuğum?  - Sohbet arası hep değindiğim şeyi tekrardan vurgulayacağım ama bu  ülkede insanca yaşamak zor. Toplumun refah düzeyi ortada, paranın yaşamak için  araç olduğu bir dünyada, para kazanmak amaç olarak bize dayattırıldı. Hayatı ne  kadar kolaylaştırıyorsa para, bunun için ne kadar çok çalışıyorsak, yaşamak o  kadar elimizden gitmiş demektir. Hazıra konmak, kolaydan dalaverelerle  kazanılan paranın çok keyif verilerek harcanacağını düşünmüyorum. Evet,  hesapsızca harcayabilirsiniz ama bir şeyler yeter mi ?  korkusuyla, ucu ucuna ekleyerek, planlar  yaparak harcanan alın terinin hazzını vereceğini sanmıyorum. Yirmibir yıldır ailemin geçiminden sorumluyum, bu bana çok şey  kattı, kattığı kadar da götürdü. İnanılmaz bir özgüvenim var, sesim var, bir erkeğe  minnet etmeden yaşayabilmenin özgürlüğü var. Bu da beni kendi çapımda başarılı  gösteriyor ayna karşısındaki duruşuma.  Mutsuz olmak için sebebim yok sevgili Asya; inancım, ailem,  sağlığım, insanlığım ve dirayetim olduğu müddetçe mutsuz kılacak tek şey,  engelleyemeyeceğim durumlardır. Ama bu dünyada yaşamamız gerekenleri  yaşayacağız, kadere inanırım. - Gündelik  hayatta Arzu neler yapar, hayatının diğer yanlarında neler vardır? Bildiğim  kadarı ile özellikle hayır işlerine büyük bir kalp bırakıyorsun ve bu anlamda  da çalışmalarda bulunuyorsun, bunu biraz detaylı olarak bize anlatır mısın ? - İşte bu  sorduğun Arzu tam evlere şenlik, Asya. Zira en büyük zevkim yataktan  kalktığım  gibi üstümü değiştirmeden evin  içinde akşama kadar dolaşmak.  Evde tipik  bir ev kadınıyım. Annemin sürekli yatmasından ve evde kardeşim, babamın dışında, yirmibiryıllık köpek  ve  bir yaşında şımarık bir kediniz varsa, ne  yaparsınız ? Ya mutfakta, ya temizlikte. İş hayatımdayken de iş arkadaşlarım  benim çok iş yapmadığımı düşünür ama ben ev işini seviyorum, ütü hariç. Başına  tülbenti takıp cam silen Arzu daha özgür dışarıdaki Arzu’ dan. Genelde bulaşık  ve mutfak işini akşamdan hallederim. Yeni iş yerimde mesaimin geç başlaması  sebebiyle toparlama, süpürmeyi sabah yapıyorum ama akşam geliyorum yine aynı.  En çok çamaşırla uğraşırım, o da annemin diabetik ve diyaliz hastası olması  sebebiyle sürekli yara, ilaç ve ameliyatlı durumundan kaynaklı ilaç  kullanımlarımız  için her daim hijyenine  önem vermek durumundayız. Onun dışında kızım Linda 21 yıldır bizimle, arka  ayaklarını arada bir kullanamıyor ve o da oldukça sıkıntı yaratıyor. Herkes  uyut diyor ve ben hayretle bakıyorum onlara. Düşünsene Asya, on günlük bir  bebekti aldığımda. Onca yıl benim, evimin bir parçası oldu. Eğlencemizdi, ortak  sevgiydi. Yemeğini yiyen, zor da olsa yürüyen, halâ kucağına alınca seni öpmek  için nefes nefese kalan bir canlıyı sadece yürüyemediği zamanlar ortalığı  pisletiyor diye öldürebilmek… Hangi vicdana sığar? Ben yapamam.   Mutfak  işlerine açıkçası daha önce zevkime birkaç çeşit yemekler ve keklerle  başlamıştım, o zamanlar annem yürüyordu ya da bacağı halâ yerindeydi, en  azından mutfağa kadar götürüyorduk ayakta durup yapıyordu. Ben de eğer  misafirler gelecekse temizliğe kalkışıyordum. Ne zamanki bacağımızı kaybettik,  a’dan z’ye tüm evin işi bende, zor da değil açıkçası. Eğer bunun zor olduğunu  düşünürsem, yaptığım iş bana zulüm gelir. Her şeyi zevkle ve sabırla yapıyorum.  Çünkü annem yıllarca bize baktı, en iyi ve en temiz hallerdeydik. Şimdi rahat  etme sırası onların. Yapı olarak  zaten hep karşımdakini mutlu ederek, mutluluk yaşayan biriyim. İnsana ve diğer  tüm canlılara verdiğim değerin ve uğraşlarımın Hümanistlik olduğunu çok sonra  öğrendim.  Hayır işleri…  aslında –hayrına- kimse bir şey yapmıyor değil mi? Özellikle bu zamanda. Hayır  işi olması açısından yapmadım bu çalışmaları Asya. İnterneti kullanmaya  başladığım ilk yıllarda ki, bu on yıldan fazla oldu (tabii hatırladığım süre)  yahoo gruplarıyla yazışmalar, geziler vs. derken baktım ki güzel bir gruplaşma  ve arkadaşlıklar gelişiyor. Bu eğlence vs. gezilerimizi biraz sosyal sorumluluk  alanına aktarayım. Sağolsun çok duyarlı arkadaşlarla yıllarca bunu yaptık.  Özellikle doğu ve diğer illerin köy okullarına, Mehmetçik dershanelerine,  yaşlılar yurtlarına, hayvan barınaklarına vs. birçok kuruma, köylere  bizzat ulaştık. Bu çalışmalar “Dost Kalpler Yardımlaşma Platformu” olarak  yönetimimde sürdü, halâ da fırsat ve zaman buldukça devam ediyoruz.  Yalnız şunu ifade edeyim, bu çalışmaları biz  yıllardır yaptık, şiir ve diğer internet siteleri çok sonra geldi benim  hayatıma.  Son zamanlarda  gördüğüm şey ise son derece üzücü ; grubunun, sitesinin ya da herhangi bir  şekilde kendi ya da kitabının adını duyurmak için özellikle edebiyat (şiir)  dünyasında insanların  falanca filanca  yararına  şiir etkinlikleri, imza günleri  düzenlediğine şahit oluyorum. Bu bana ve açıkçası karşılıklı fikir tartışmaları  yürüttüğümüz bir çok arkadaşın ortak kararına göre  insanların duyarlılığını kullanarak isim  edinmektir. Bu çok çirkin ve üzücü. Zira yardım kanalının durumundan,  içeriğinden daha önde falanca site, falanca şair, falanca grup olarak  duyurulması. Bu tür sömürüler bana göre ne sosyal sorumluluğu, ne hayır işini  kapsar, sadece kişisel ego tatmininden öteye gidemez. Zira eğer bu tür bir  çalışma yapılacaksa en altta, en küçük harflerle olmalıdır şahıs ya da  adresler, etiği budur. Ama şunu çok  açıkça itiraf edeyim, ne kadar çok gönlünüzü ve sevginizi paylaşırsanız,  faydanız dokunursa (özellikle bilmediğiniz yerlerde,  tanımadığınız insanlara) o kadar çok yaşamdan  ve varlığımdan memnun kalıyorum. Beni kendime karşı güçlü kılıyor.  - Birçok kadına göre şanslıyız evet, yine de bir başka konuda daha düşüncelerini  almak isterim… Üstelik kadın olarak ülkemizde bu konuda konuşmak biraz zor olsa  da. Ülkemizde kadın duyguları önemsenmeyen ve cinsellikten hala zevk alması çok  da gerekmeyen, bir birey olarak değil de genelde sadece erkeğinin cinsel  ihtiyaçlarını karşılaması gereken bir varlık olarak görülüyor, böyle bir yaşama  evet denmesi gerekiyor. Bu tespite katılıyor musun? Ayıplar, yasaklar, günahlar  … itirazlar, maddi ve manevi toplumsal baskılar kadını hala o en duyarlı  noktası ‘’en‘’ derininden yakalıyor  mu? - Aslında cinsel dürtüler, kadın ve  erkek bedenlerinde fizyolojik gelişimle kendini gösterir. Ama gelenek ve  görenekler, aile yapılarımızdan kaynaklı “erkeklik” bir an önce kendini  gösterebilir bir üstünlüktür. Kadın sadece sunulandır, ihtiyacı karşılayandır.  Eğer cinsel doyum, kadın ve erkeğin ortak paylaşımıysa, bu durumda kadının  tamamlayıcı özelliği kadar, erkeğin de tamamlayıcı bir karakteri vardır.  Yaşanacak her şey, onuruyla  yaşanmalı. Kadın yaparsa adı kötüye çıkıyor, erkek ne kadar çok beraberse o  kadar erkek ! bu çok gelişmiş hangi ülkede var ? Az gelişmiş ülkelerden biriyiz  bu konuda, çünkü cehaletin açıklığı burada korku ile örtülüyor. Din ve toplum  baskısı. Oysa yaradan’ın yüceliği bile  kadına ve erkeğe özgürlük sınırlarını belirtirken bir baskı uygulamamakta.  İnsanlar tercihlerine göre yaşar ve sonucuna katlanır.  Ülkemizde kadın erkek ilişkileri son  zamanlarda hızlı bir değişiklik kazandı, artık erkekler kadar kadınlar da evli  olduğu halde yasak ilişkiler yaşıyor, aldatıyor. İyi ya da kötü bu tartışılır  elbet ama erkek yaparken nedense tartışılması söz konusu olmuyor. Eski bir söz  vardır, dinime küfreden Müslüman olsa. Kimse kimsenin namus bekçisi değil,  herkes kendi bacak arasındaki benliğinden sorumlu.  Bayan bayana sohbetlerde, bu şair  toplantıları sonrası öyle ahkâm kesenler oluyor ki; sanki kimse kimin ne olduğunu  ne yaptığını görmüyor. Herkes günah keçisi, kendisi sütten çıkma ak kaşık  insanlarla çevriliyiz. Yalana gerek olmadığı gibi, deşifreye de gerek yok.  Cinsellik paylaşımı itibariyle özeli ve duyguyu gerektirir. Duygu olmadan  yaşanılan cinsellik bana göre bir anlık tatmin ya da menfaatler  doğrultusundadır. Diğeri ise medeni durumları gözetilmeksizin eğer sevgi veya  aşk barındırıyorsa saygıyı hak eder. - Güven, şans, zaman, geçmiş, oyun, sevgi, kayıp, korku,  çocuk, ‘’o‘’ , vazgeçilmez kelimelerinin sendeki anlamını bizimle paylaşır  mısın lütfen? - Vazgeçilmez kelime  “annem”, çünkü yaşadığı acılara şahit  oldukça, onun ne kadar güçlü olduğunu görüyorum ve onun kızı olmakla çok  şanslıyım. Güven; ne kadar duymak istersek  isteyelim, karşımızdaki tarafından yok edilen bir duygu.Şans; herkese farklı zaman ve  şekillerde sunulan bir durum.
 Zaman; keşke istediğim yerde,  istediğim zaman durudurabileceğim bir kumanda düğmesi olabilse.
 Oyun; çocuklukta masumiyet,  büyüdükten sonra sahtekarlık.
 Sevgi; paylaştıkça azalmayan tek  şey.
 Kayıp; istem dışı hayatımda şu an  var olmayanlar.
 Korku; kaybetmek.
 Çocuk; içimde ölmesini istemediğim  ve dünyaya bırakmak istediğim varlık.
 “O”… Aşk.
 - Adım Kadın okuyucuları adına  bizimle olduğun için sana çok teşekkür ediyorum Arzu’cuğum…   - Sevgili Asya, asıl benim teşekkür  borcum var sana. Dilerim benim aldığım keyfi okuyucularına yansıtabilmişimdir.  Bir evrimse kızlık, kadınlık… adım kadıngözlerim çocuk
 ellerim anne
 yüreğim insan!
 www.kadrikarahan.net çok özel bir  sayfa, çünkü özel insanlarsınız ve ne güzel ki   aynı dostluğu tek gönülde yaşayabiliyoruz. Hayatımda iyi ki  var’larımdansınız. 
 Radyo Medcezir   EKİM   2009       |