F.Gül Yanık

fgulyanik@gmail.com

 

 

 

ATACONA

 

 

 

 

 

 

Sevgili müzik ve müzisyenseverler (:

Bu ay yine çok değerli bir müzisyeni huzurlarınıza davet ediyorum. Fakat bu sefer öncekilerden farklı bir şey yapmak istedim. Ve sadece müzisyen değil, aynı zamanda sinemayla da “profesyonel” anlamda ilgilenen çok yönlü bir sanatçıyı sizlere sunuyorum.

Bir müzisyenin aynı zamanda sinemacı olması halinde, dünyanın ne kadar esrarengiz olaylara gebe kalabileceğini daha önce sizlerle paylaşmamıştım (: Ama napıyoruz? Bu sayıda biraz daha engin ufuklara kanat çırpıyoruz (:

Atacan Canay biraz özel bir adam. Sadece, müzik ve sinemayı didik didik ederek, eğitim uğruna 30 sene boyunca okumak zorunda kaldığı için değil. Aynı zamanda her insanda bulunmayacak dört duyuya sahip olduğu için (:

Ne mi onlar? Bu adamda üşüme, doyma, yorulma ve acı hissi yok! Evet, Atacan’ın duyuları duyusuzlukla kendini gösteriyor (:

Bana “bende bunlar bunlar yok” dediğinde çok ciddiye almamıştım. Bir insan nasıl doyamaz mesela? İllaki bir sınırı vardır di mi hepimizin midesinin (: Ya da nasıl yorulmaz?

Buradaki temel mesele, aslında onun doymaması, yorulmaması, üşümemesi ve acı hissetmemesi değil. Bunların hepsini aslında hissediyor, ama hissettiklerinin farkına geç varıyor. Örneğin apandisi patlamış, bir ay boyunca annesine “midemde garip bir ağrı var ama neyse…” diye “mırıldanmış.” Bir ay sonunda ağrı geçmeyince, iş olsun diye gittiğini sandığı doktor kendisine acı gerçeği haber vermiş (((((:

Üşümekle ilgili bizzat kendimin şahit olduğu bir anı var. Geçen hafta, daha yeni, meteorolojinin, hava sıcaklığının -15 derecelere kadar düşeceği ve evlerimizde kaloriferlere yapışıp kalmamız gerektiği yolundaki uyarılarını hatırlarsınız. İşte o talihsiz gün Atacan’la biz kahvelerimizi dışarıda içtik.

Ben kat kat giyindiğim halde, dişlerimin takırdaması üzerine montuma bir heykel ya da sütun kararlılığında sıkı sıkı sarınırken, Atacan kendi montunu yandaki sandalyenin üzerine bıraktı! Evet, yaptı bunu! “Yazık, üşüyor” dedim içimden, “ama farkında değil.” ((((:

Orada 2 saate yakın donarak sohbet ettik. Ama üşümekten morarmış burnum ve soğuktan neredeyse donarak uyuşan ayak parmaklarım yüzünden bakışlarım donuklaştı ve sohbet ederken Atacan’a kısa kısa “evet” ,  “hayır” ya da “hıııı” şeklinde yorum yapmaya başlayınca, benim üşümüş “olabileceğimi” anladı. Ve biliyor musunuz kendisi soğuğu geç idrak ettiği için, kadınların genelinde erkenden üşüme sendromu olduğunu zannediyor ((((:

Bu birbirinden nezih dört duyusu haricinde Atacan’ı Atacan yapan neler var gelin biraz bakalım…

Müzik hayatına 4 yaşında başladı. Tamam burası klasik bir hikâye gibi görünebilir. Ama bu hikâyeyi orijinal kılan müziğe kaç yaşında başlandığı değil, nasıl başlandığıdır (:

Sizler 4 yaşınızdayken annelerinizden nasıl su isterdiniz bilmiyorum… Ama Atacan, o dönemde duyduğu parçaların sözlerini değiştirerek, tanınan bir melodiyi “anne bana su verir misin” ya da “anne susadım” şeklinde durmadan tekrar ederek söyleyince, annesinin onun kuvvetli bir müzik kulağının olduğunu fark etmesi kaçınılmaz oluyor. Değerli annemiz, Atacan’ı elinden tutup götürüyor ve İstanbul Belediye Konservatuarı ses ve kulak sınavını birincilikle kazanmasına böylelikle vesile oluyor.

Sonrası ise tam bir çorap söküğü… 6 yaşına kadar konservatuara devam ediyor. Orta birinci sınıfta tekrar kaldığı yerden müzik eğitimini sürdürüyor. Üniversiteye kadar ise çok kıymetli isimlerden özel dersler alıyor. (Selahattin Evcil’den şan; Ruşen Birol’dan bona, solfej ve trompet; Faris Akarsu, Oya Pamirtan ve Ali Darmar’dan piyano ve solfej.)

Üniversitede, Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları, koro-şan bölümünü burslu kazanıyor. Bu bölümde 3 sene devam ediyor. 17 şehirde 40’a yakın konser veriyor. Şef Gürer Aykal ile çalışma fırsatını buluyor. Hatire Emrahove ile piyano, Ivanka Gospedinova ile şan, Elana Pukova ile solfej, armoni ve kompozisyon çalışmalarını sürdürüyor.

Bütün bunlar olurken bir yandan da Cüneyt Gökçer, Eflatun Nimetzade ve Çetin Tekindor’un oyunculuk ve mimik derslerine katılıyor 1.5 sene boyunca.

2002’de Trinity Western Üniversitesi’ne kabul edilerek Kanada, Vancouver’a gidiyor. Kompozisyon ve şana devam ederken bir yandan drama derslerine de giriyor.

Kanada’da 6 senede, 80’e yakın konserde piyanist, besteci ve korist olarak görev alıyor. İki kısa filmin müziklerini ve bir tiyatro soundtrack’i yapıyor. Judy Vankevic’in çıkacak son nota kitabını düzenliyor. Dr. David Squires ile bestecilik ve orkestrasyon çalışmaları yapıyor.

İki sene önce yurda dönüyor. Zest diye bir grup kurup, stüdyo çalışmaları yapıyor, küçük dinletiler veriyor. Alice Harikalar Diyarında isimli çocuk oyununun müziklerini yazıyor.

Bugüne kadar 12 ayrı tarzda (rock, senfonik rock, rock opera, jazz, latin jazz, pop jazz, jazz rock, klasik, lieds, etnik, etnik rock, trance)  toplam 125 tane bestenin sahibi kendisi…

Kanada’dan Türkiye’ye dönmesindeki en büyük etken, kendi dilinde oyunculuk ve müzik yapmayı istemesi… Kavak Yelleri, Kahramanlar, Sen Harikasın, Papatyam isimli dizilerde ve Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptığı Karanlıktakiler isimli filmde rol kesmişliği var kendisinin (:

Gerçekleştirmeyi beklediği piyano konçertolarından, senaryolarını yazdığı dizilere kadar pek çok projesi ile ilerleyen günlerde hayatımızı renklendireceği kuşkusuz. O zamana kadar beklerken beslenmeniz amacıyla sizlere teselli armağanı olarak Atacan’ın bestelediği şarkılardan birinin demosunu söyleşinin sonuna ekliyoruz.

Ve perde…
Motor!
Action!

(:

 

- Türkiye'de yapılan müziği nasıl buluyorsun? Sence eksikleri ve bu eksiklerin sebepleri neler? Ve sen müzik adına bu ülkede neler yapabilirsin?

- Türkiye’de yapılan her tarz müziği zayıf ve çağın gerisinde buluyorum. En büyük eksik eğitimsizlikten kaynaklanıyor. Burda sadece müzisyenlerden bahsetmiyorum, müziği dinleyenlerin de almış oldukları temel müzik eğitiminde sorunlar var. Bu da elbetteki piyasadaki müzikleri etkiliyor. Bunun yanı sıra sistemde sorunlar var. Örneğin müzik direktörü denen kavram Türkiye’de oturmamış. Bu yüzden de Türk müziği hem yurtdışındaki yapımların (gerek sound, gerekse parça kalitesi, armoni, düzenleme, beste yapısı) gerisinde kalıyor, hem de çok uzun yıllar kitlelere hitap edecek eserleri üretemiyorlar.

Benim ne yapabileceğime gelince; bir besteci, yapılmamış bir müziği yapmayı amaçlamalı her zaman. Tarz olarak değil söylediğim, yapı olarak. Siz bir eser ürettiğinizde onun çok fazla benzeri olmamalı. Yoksa insanlar sizi neden dinlesinler? Var olan bir eserin benzerlerini üretmenin bir yararı olmaz. Ben kendi müziğimi iyi bir sunumla ortaya koyabileceğimi ve bunun da sadece Türkiye değil, dünya çapında var olan müziğe yeni bir fikir kazandıracağını düşünüyorum.

- Bir müzisyen için hangisi daha önemlidir: Yetenek, eğitim, hayal gücü?

- Hayal gücü, yaratıcılığa girer. Eğitim elde edilebilir. Yetenek, yani bir işe olan yatkınlık, kabiliyet sizin o işi öğrenme, kavrama hızınızı belirler, önemlidir, ancak çok yetenekli olmadan da işinizde ilerlersiniz, yeter ki hırs olsun. Ancak yaratıcılık olmadan ürettiğiniz eser yavan kalır. Sadece besteci açısından ele almak lazım, bir enstrümanist için de eser yorumlamadaki ustalık, var olan yaratıcılığı ile ilgilidir.

Bu söylediklerimden sonra, sanılmasın ki sırf yetenekle bu iş olur. Eğitimin değeri 1’dir (temel eğitim için 1 diyoruz, çok daha derin bir eğitimle bu 2 ve maksimum 3 olabilir).  Eğitim olmadan sıfırsınız. Yetenek ise sıfırdan bire cıkmanız icin harcayacağınız süreyi kısaltır. Yaratıcılık ise sonsuzdur. Sonunda, yaratıcılık ve eğitim çarpılır. Ortaya çıkan sonuç da müzisyenin kendisidir. Örneğin yaratıcılığınız 500, iyi bir eğitimden geçtiyseniz 500 * 2 = 1000 değerinde müzisyensiniz demektir. Ancak yaratıcılığınız 2000 ise, ve eğitim yoksa 2000 * 0 = 0.

- Türkiye'de aranjörler yer yer müziğin bestecisi kadar şarkının bestesinde pay sahibi olabiliyorlar. Bunu seninle bir sohbetimizde konuşmuştuk. Bunu okurlarımızla da paylaşalım mı? Bu ülkedeki aranje mantığında bir yanlışlık mı var?

- Aranje = Düzenleme. Türkiye’de nota bilmeyen ve yıllarca besteci olarak geçinen bir dolu müzisyen var. İsimleri bizim sohbette kalsın. Bu müzisyenler mırıldandıkları ana melodiyi aranjörlere sunuyorlar. Bu aranjörler de eserlerin alt yapılarını, introları, ara melodilerini, ve sololarını yazıyorlar. Bakın, düzenliyorlar demiyorum, yazıyorlar. Eğer bir eserde var olan melodiler yoktan yazılıyorsa, buna katkıda bulunan herkesin adının besteci adı altında yazılması gerekir. Bu benim önerim değil, okullarda hala bugün öğretilen derstir! Siz bir bestecinin eserini alıp başka enstrümanlar için aranje ederseniz, başka bir nota ekleyemezsiniz. Eğer eklerseniz, eseri yeniden yazdım demek zorundasınız. Türkiye’de bir çok aranjör aynı zamanda bestecilik yapmakta, ancak para kazanabilmek ve var oldukları pozisyonu kaybetmek korkusuyla bu duruma ses çıkaramamakta, sadece aranjör olarak yazmak durumunda kalmaktadırlar. Bu yüzden de Türkiye’de ıslık çalan adam bile besteci konumundadır. Evet, bestede payı vardır, ancak ıslıkla çalınan melodiyi bularak tüm eserde hak sahibi olamazsınız. Bu gülünç durum hala Türkiye’de uygulanmaktadır.

- Türk / Yabancı olmazsa olmaz müzisyenlerin / solistlerin / enstrumanistlerin kimlerdir?

- Yabancı olarak gelmiş geçmiş en büyük besteci bence Freddie Mercury’dir (Queen). Ondan bahsetmeye başlarsak bu sohbeti aşar gider. Bundan başka çok beğendiğim müziği yapanlardan biri Deep Purple’dır. Elton John, Sting, Michael Jackson, Beatles, AC/DC, Ben Folds Five, Doors, Rolling Stones, Paco De Lucia ve Astor Piazzolla sevdiğim müzisyenler. Klasik veya orkestrasyon müziğinde ise; Mozart, Beethoven, John Williams, Hans Zimmer, David Squires, Joe Hisaishi, Jason Hayes ve Michael Giacchino sevdiklerim arasında.

- Müziğin yanı sıra sinema ile de yakın temas içindesin. Bu alandaki hedeflerin neler?

- Gerek Bilkent’te gerekse Trinity Western Üniversitesi’nde oyunculuk eğitimime devam ettim. Oyunculuk da en az müzik kadar hedeflerim arasında. Ancak ne bestecilik, ne de oyunculuk bu iki alandaki son hedeflerim değiller. Hem müzik hem de film üretimini sağlayan bir yapım şirketi kurmak istiyorum. Türkiye’de müzik hakkında söylediğim herşey sinema için de geçerli. Hatta sinema ondan da kötü durumda. Güzellerin, mankenlerin, oyunculukla uzaktan yakından alakası olmayanların bugün bu işten astronomik paralar kazanması, Türkiye’de yapılan yapımların (dizi, çoğu sinema) pespaye, kalitesiz oluşları, yapım şirketleri sahiplerinin, yaptıkları işten hiç anlamayan iş adamları olması, bu sektörün büyük bir çöküş içinde olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, kurmayı hedeflediğim yapım şirketinin, üreteceği kalite yapımlarla farkını ortaya koyacağını düşünüyorum.

 

 

- Hem müzik hem de sinemayla profesyonel anlamda ilgilenmenin sadece müzisyen ya da sadece sinemacı olmaktan farklı bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu iki sanatın iç içe geçmesi senin müzisyen yönünü nasıl etkiledi, oyuncu yönünü nasıl etkiledi?

- Müzik, Sinema, Tiyatro, Dans, Resim (heykel), Edebiyat, Mimari… 7 sanat birbiri ile ilgilidir. Hepsinde ortak birçok unsur var. Bu unsurların en önemlisi de kompozisyon. Bir sanatçı, kendi sanatıyla ilgili olan kompozisyonların dışında farklı sanat dallarındaki kompozisyonları da incelemelidir. Benim oyunculukla ilgilenirken ilk hedefim film ve tiyatro müzikleri yazarken başka bir bakış açısına sahip olabilmekti. Sahne arkasındaki rolden kurtulup, sahnenin önünden bu duruma bakmak istedim. Bu müzisyenliğime büyük katkı sağladı. Eserdeki dinamizmleri daha yakından gördüm.  Bu durum benim farklı besteler üretmeme sebep oldu. Oyunculuk yapmaya başladığımda ise müzisyen olarak farklı bakış açıları yakalayabildim. Bir müzikal yazma isteğim de zamanla ortaya çıktı. 2012 yılında bir müzikal yazmak hedeflerim arasında.

- En önemliden daha az önemliye doğru bir sıralama yapman gerekse, bir filmde ve şarkıda olmazsa olmaz BEŞ unsur istiyorum :)

- Filmde

1- Konu
2 - Oyunculuk (performans)
3 - Görüntü yönetmenliği
4 - Kurgu
5 - Müzik

Şarkıda 

1 - Duyum
2 - Melodi
3 - Düzenleme
4 - Anlatılmak istenen konu (ve işlenişi)
5 - Enstrümanist kalitesi

- Şimdi daha zor bir soru, burada 5 hakkın yok (:
Dünya müzik tarihinin en başarılı albümü?
Dünyanın en güzel şarkısı?
Dünya sinema tarihinin en iyi filmi?
Dünya sinema tarihinin en iyi oyuncusu?

- Gerçekten zor bir soru. Hangisine en iyi desem diğer birçoğuna haksızlık olur. Dönem dönem en sevdiğim şarkı ve filmler değişmekle beraber, bugünkü düşünceme göre en iyisi olduğunu düşündüklerimi söyleyebilirim… 

En başarılı albüm :  Queen - A Night At The Opera
En güzel şarkı:   Bohemian Rhapsody
En iyi film:  Amores y Perros
En iyi oyuncu: Şener Şen ile Robert De Niro arasında kaldım. Seçim sizin (:

- Tarantino ile ilgili Pulp Fiction ya da Jackie Brown'dan sonra popüler kültüre fazla bulaşıp kendini bitirdiği yönündeki yorumlar hakkında ne düşünüyorsun? Senin Tarantino’ya bakış açın nasıl? Kill Bill, son Grindhouse projesi ile ilgili görüşlerin neler?

- Popüler kültüre fazla bulaşma hikâyesi bir medya terimidir. Bir sanatçının popüler kültürde yer alması demek, tanınması ve kitlelere ulaşması anlamına gelir. Tanındıkça, eserlerindeki eski havanın dağılması ve daha yavan eserler üretmesi tartışma konusu ise, ben buna katılmıyorum. Tarantino sürekli yeni teknikler ve farklı yapılar üzerine düşünen ve farklı şeyler deneyen bir yönetmen-yazar. Bu denemeler içinde elbet çok da başarılı olmayan sonuçlar ortaya çıkacaktır. Her alınan riskin başarı kadar, başarısız olma olasılığı da var. O yüzden adı risk. Ve risk almadan olağanüstü eserler meydana çıkarmak mümkün değildir. Tarantino benim favori yönetmenlerimden. Kill Bill projesi harikuladeydi, Japon kültüründen etkilenmiş olmasının bir ürünüdür film. 2 film olarak ortaya çıkardığında herkes bunun altında ticarî bir sebep aradı. Halbuki eser çok uzun olduğundan ve kesmek istemediğinden bence doğru alınmış bir karardı. Grindhouse terimi de artık kullanılmamasına rağmen, günümüze tekrardan taşınmıştır. Kendisi ile çok iyi anlaşan Robert Rodriguez ile bu projeyi gerekleştirmiştir. Tarantino’nun yönetmiş olduğu Death Proof bence Rodriguez’in Planet Terror’undan çok daha güzel bir yapımdı. Ayrıca Death Proof’un görüntü yönetmenliğini de Tarantino’nun yaptığını unutmamak gerek.

 

 

- Hayatın filme çekilse adı ne olur?

- Lakabım olur: Atacona.  Küçüklüğümde, arkadaşlarımla her futbol oynadığımda maç sırasında kendimize ünlü futbolcuların isimlerini takardık. İlk söyleyen o ismi alırdı. Feyyaz, Rıdvan, Tanju, Prekazi, Ali, Uğur, Şifo Mehmet, Oğuz, Aykut, o dönemin ünlü oyuncularıydı. Ben ise Maradona hayranlığımdan dolayı adımı değiştirirdim. Çünkü oynayan Maradona değil, bendim. Onun stilini kendiminkiyle birleştirirdim.

Kendi mesleğimde de öyle. Daha 14 yaşında bir piyano öğrencisiyken var olan besteleri değiştirmeye, kendi istediğim gibi çalmaya başladım. Zamanla şiirleri, okuduğum hikâyeleri kafamda degiştirdim. Bunun sonucunda kendi eserlerimi yazmaya karar verdim. Atacona, bu filmin doğru ismi olurdu :)

- 2000'li yıllardaki dizi furyasının ileriki dönemlerde de devam edeceğini düşünüyor musun, bir oyuncu olarak sinema ile olumlu - olumsuz etkileşiminden söz eder misin?

- Dizilerin bu kalitesizlikte devam etmeyeceğini umuyorum. Türkiye eninde sonunda bir isyan bayrağı çekecek ve bu kadar kalitesiz yapımları izlemeyecektir. Bu konudaki temennim bu yönde.

Sinemaya gelince. Dünyanın birçok yerinde sanatsal filmler olduğu gibi, boş, matrak, ucuz esprilerin olduğu yapımlar da vardır. Ancak eğer sizin ülkenizin sinema tarihinde en çok izlenmiş olan yapım Recep İvedik ise, oturup düşünmek gerekir. Seviyenin bu kadar asağılarda olduğu bir yapımın birinci sırada olması, Türkiye’nin sinema konusundaki yerinin başka bir anlatımıdır. Türkiye’nin dünya sinemasında bir yerlere gelebilmesi için, öncelikle kaliteli yapımlarına kendi içinden rağbet gelmesi gerekir ki, iyi yapımların oluşmasındaki teşvik artsın. Ancak ne var ki, daha Cannes’da en iyi yönetmen ödülünü kazanan Nuri Bilge bile kendi ülkesinde Altın Portakal’a layık gorülmüyor, filmleri izleyici çekmiyor. Hıncal Uluç’un da dediği gibi, aslında Türkiye sanatın s’sinden uzak bir ülke konumunda şu anki tabloda.

- Günümüzde değerinin anlaşılmadığını düşündüğün yönetmen ve müzisyen kimdir? Nedendir, niçindir, nasıldır?

- Dolu! Daha demin Nuri Bilge’den bahsettik. Kendi ülkesinde değeri anlaşılmıyor. Bu biraz da olsa bildiğimiz bir isim. Bundan sonra sayacağım isimler kimsenin bildiği isimler değil. Çünkü sesini duyurma şansını yakalayamamış bir dolu çok iyi besteci, oyuncu ve yönetmen var. Biz yine eskilerden ve bildiklerimizden örnekler verelim. Mesela, Cevat Kurtuluş. Mimiklerini bu kadar harikulade kullanabilen bir adamın adam gibi bir başrol bile alamadan yitip gitmesi Türk Sineması için bir ayıptır. Yine Suna Pekuysal gibi harika bir oyuncunun gençliğini üçüncü sınıf hizmetçi rollerinde, komşu kızı rollerinde yok etmesinin tek sebebi çok güzel olmamasıdır. Bugün bu durum farklı mı? Hayır. Hala televizyon dizilerinde ne idüğü belirsiz bir sürü kadın ve erkek görüyoruz. Bakın oyuncu demiyorum, çünkü değiller. Bu insanlar güzellikleriyle bu yapımlarda rol alıyorlar. Filmlerde boy gösteriyorlar, bu yüzden de gerçekten orada olmayı hak eden sanatçılar çürüyor.

Müzikte de farklı bir durum yok. Bülent Ortaçgil yeterince anlaşılamamış ve değeri yeterince bilinememiş bir bestecidir. Bugün sokağa çıkıp sorun, 100 kişiden 40’ı bilmez Ortaçgil’i. Eserlerini kendi albümünde sunduğunda kimse ilgilenmedi, ancak ne zaman Müslüm Gürses okudu, Sezen Aksu okudu o zaman hit oldu. Sensiz Olmaz, Beni Kategorize Etme, Normal, Şık Latife bunlardan bazıları. Yine değeri çok bilinmeyen bir Erkan Oğur’dan bahsetmek mümkün. Kanadalı solist Tiffany Derossierre, besteci David Squires bunlardan bazıları. Ama onların yerine dinlenen müzisyenlere baktığınızda, yine mankenden bozma, eski sinema oyunculuğundan bozma bir dolu gereksiz insanı gorürsünüz. Herşeyin başı eğitim. Halk bu kadar eğitimsiz olunca (temel sanat eğitimi) gerçek sanatçılar da anlaşılmadan yok olacak ve meydan bu soytarılara kalacaktır.

- Yönetmenlerin kendi filmlerini pazarlamaları, bunun için türlü ilginç yollara başvurmaları doğru mu? Yoksa bu yapımcının, dağıtımcının yapması gereken bir şey midir?

- Sanatçı eseri ile ilgili iletişim kurmalıdır. Yönetmen, besteci ne yapmak istediğini kimi zaman anlatmalıdır. Bunun bugünkü adı pazarlamaysa neden olmasın. Elbette ki doğrusu yapım şirketlerinin para harcamış olduğu sanatçının eserini tanıtmasıdır. Fakat ne yazık ki her zaman sanatçının kendisi kadar etkili olamıyorlar. O yüzden bu konu şimdilik sanatçının kendine kalmıştır.

- İstanbul Film Festivali yaklaşıyor. Bu sene seçtiğin ve tavsiye edebileceğin filmler var mı?

- Geçen sene 26 filme gittim festivalde. Geçtiğimiz Film Ekimi’nde ise 15 filme gittim. Bu seneki filmler sanıyorum henüz açıklanmadı, veya haberim yok. En kısa zamanda listeden kendime 25 kadar film seçmek istiyorum. Tek sorun o sırada bir projede yer alırsam buna vakit bulamayacak olmam. Umarım vaktim olur.

- Ve klasik sorum: Sana sormamı en çok hayal ettiğin, ama ben henüz sormadığım için hayal kırıklığına uğradığın bir soru var mı (: 

- Sormadığınız için mutlu olduğum sorular var. Bu söyleşinin kalitesini bozmadığınız, magazinvari sorular sormadığınız için teşekkür ederim. İyi sohbet, iyi sorulardan geçer. Yani başka bir deyişle güzel orta güzel gol getirir. Tüm buna rağmen tuttuğum takım sorulabilirdi, güzel olurdu (: Bir de 2010 ve 2011 için yapmayı düşündüğüm hem sinema hem de müzikle ilgili projeler fena olmazdı.. Artık bir sonraki röportaja kaldı. Size çok teşekkür ediyorum Gül hanım (:
 
- Asıl biz size içten cevaplarınız için teşekkür ederiz Atacan Beyciğim (: Ancak tuttuğunuz takım ile kısa dönem projelerinizin neler olduğunu düşünerek geceler boyu uykusuz kalmak istemeyiz. Lütfen bu merakımızı yenmemiz için bize cevapları bahşediniz (:
 
((:  Tuttuğum takım Fenerbahçe. Önümüzdeki sene gerçekleştirmek istediğim projeler: bir dizide uzun soluklu oyunculuk performansı sergilemek ve kurmak istediğim iki ayrı müzik grubu. Biri jazz ve klasik üzerine, diğeri ise rock, hard rock.. Bunun yanı sıra http://www.leydi.name sitesinde sanat eleştirmenliği adı altında haftada bir yazmak. 2011 için bir şiir kitabı projem olacak. 2011 için ayrıca kendi yazdığım bir kısa film projesi ve üstüne çalıştığım iki ayrı senaryonun hayata geçirilmesine çabalamak. Bunun yanı sıra kimi söz yazarlarıyla ortak beste çalışmaları.
 
- Kısa vade planları bunlarsa, uzun vadede göreceğimiz çok şey var demektir (:(:

En son ikinci sorunuza da gönderme yaparak Albert Einstein’in bir sözüyle bitirmek gerek bu sohbeti.. Imagination is more important than knowledge (hayal gücü, bilgiden daha önemlidir). Sevgiler.

 

 

Atacan Canay - Yosun

ŞUBAT 2010

 

F.Gül Yanık Söyleşileri