| 
            
              | 
 Asya Gülgün Özkan  adimkadin@gmail.com |                    Ayşenur Yazıcı  dönüp baktığımda, şöyle ayağımı uzatıp serserilik  yaparak kendimi şımarttığım bir tek günümü bile hatırlamamak ne acı   Öncelikle  insan  olarak tanımaktan onur duyduğum,  bir kadın olarak hayatı bir an bile bırakmayan, yaşam azmine, başarılarına  hayranlık duyduğum, kendi yaşantımdan kesitlerle bir noktada buluştuğum Ayşenur  Yazıcı hakkında biraz bilgi vermeden söyleşiye başlamak haksızlık olacaktı....    Ayşenur Yazıcı 1958 yılında Erzurumlu subay bir baba ve Elazığlı öğretmen bir  annenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu Anadolu`nun çeşitli  yerlerinde, ortaokulu Paris`te, liseyi Ankara Tevfik Fikret Lisesinde,  üniversiteyi Fransa`nın Lyon akademisinde tamamladı. Kozmetoloji ve sahne  sinema sanatları eğitimi aldı.   1983 Yılında İzmir TRT de çalışmaya başladı. TRT`deki işine devam ederken  Christian Dior firmasının Türkiye temsilciliğinde 5 yıl teknik müdür ve eğitmen  olarak görev aldı. Printemps Mağazalarının reklâm, animasyon ve halkla ilişiler  müdürlüğü görevinde bulunduğu yıllarda geniş çerçeveli kozmetik promosyonlarının  ilk uygulayıcısı ve tanıtıcısı oldu. 1990 Yılından beri özel televizyonlarda  spiker olarak çalışıyor, programlar yapıyor. Bu meslekte 50`den fazla ödülü  var. Türk Dil Kurumu tarafından en büyük unvan olan "Türkçeyi en iyi  kullanan spiker" ödülüne layık görüldü.                Zülfü Livaneli`nin Şahmeran filminde dünyaca ünlü makyör Serge Mentelet ile  beraber çalıştı. 1990 Yılından bu yana çeşitli haftalık dergilere kozmetik  yazıları, psikolojik testler hazırladı ve yayımladı, gazetelerde köşe yazarlığı  yaptı.   Epsilon Yayınevinden çıkan "Ekmek Arası Hayat", "Bedriye",  "Kadınlar Ağlar", "Makyajda Sihirbazlık Numaraları" ,  "Son 13 Gün", "Sizin Hikayenizi Çaldım" Boyner Yayınevinden  çıkan "Yaşama Yetişemeyenlere Mucize Çözümler"adlı kitapları var.Ekim  ayında Doğan Kitap`tan "Sensin Mağara Adamı" adlı sosyal psikolojiyi  komik bir tarzda inceleyen kitabı çıktı.  Antoloji şiir yarışmasında ödül almıştır. Renklerle terapi ve yaşam üzerine  etkileri, düşünce gücünün yaşamımıza etkisi üzerine üniversitelerde seminerler  vermektedir. Evrensel enerjiyi kullanma tekniğine dayalı öğreti olan Reiki`de  mastırdır.Astroloji konusunda, Astrologlarla yarışabilecek bilgiye sahiptir..  Tasavvufa ve özellikle "yaşam ışığımı değiştirdi" dediği mesneviye  özel bir tutkusu vardır. İngilizce ve Fransızca bilen Yazıcı bir çocuk annesi,  parmakla gösterilecek bir evlat, dolu bir kadındır... - Tüm bunların dışına bir an çıktığımızda, kendinizi bize nasıl tanımlar,  anlatırsınız?
 -  Tüm bunlar aslında hayatın dışına çıkmamak için tutunduğum dallar.  Eğer üretmeseydim ölürdüm! Bunların dışında kalan Ayşenur o kadar ürkek,  tedirgin, hassas yorgun ve küskün bir kadın ki iç dünyaya bir teleskop  yöneltilebilinseydi bunları bu kadın mı yaptı diye hayrete düşerlerdi. Nedenini  bilemediğim bir “aç kalma açıkta kalma” korkusu ile yeteneğimin el verdiği her  işe el attım. Sadece bir kuruş daha fazla kazanabilmek ve aileme yetebilmek  için günde 3–4 saat uykuyla çalıştığım bir 24 yıl var arkamda. Hâlâ evladım ve  annem bir şeylerden eksik kalacaklar diye yüklendiğim sorumluluk altında nefes  almakta zorlanıyorum. Ama dışarıdan herkes gülen yüzüme, bitmeyen enerjime  bakıp sen ne acayip bir insansın diyorlar. Evet acayibim. Dayanacak kimsem  olmadığından yalnızlıktan, kendime yüklenmekten ve dik durmaktan yorulmuş bir  acayip ağaç… - Siz bugüne kadar birçok TV programı sundunuz yine beraberinde çok uzun yıllar  ana haber spikerliği yaptınız? Bu dünya ile buluşmanız nasıl oldu, nasıl bir  heyecandı sizin için bu renklerin içinde olmak?  - Ömrüm geçti televizyonda. Evimden çok işyerimde oldum her zaman.  Annemin işaret etmesiyle imtihanlarına girdim ve TRT'de başladı her şey! TRT'de  1983 te başlamış serüvenim aslında özel kanalların açılmasıyla renklendi  diyelim daha doğru olur. ATV, Kanal D ve CNNTürk ‘te ana haber sunucusu olarak  devam etti ve son 3 yıldır program yapıyorum. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe  konusunda en onurlu ödülünü almış biri olarak, şu an bulunmam gereken yeri ana  haber olarak işaret etseler de ben temiz haber olmadığı sürece bunu ruhen  kaldıramayacağıma karar verdim ve ayrıldım. İki dil biliyor olmak, 20 yıldan  fazla tecrübe ve ödül sahibi olmak ana haber koltuğuna oturuyor olmak için  geçerli değil artık. Oysa bir haberci ailesini, dinlenmeyi, hobilerini,  uykusunu, tatillerini, bayramlarını çöpe atmaya gönüllü girer bu yaşamın  içerisine. Değer mi? Bilmem? Heyecanlı bir tip değilim. Çok soğukkanlıyımdır.  İyi ve kötü günlerim oldu haberin içinde ancak yıpranma payıma değen bir maddi  ödülüm yok. Edepsizlerin, hayret edici işler yapanların, seksi olanların ve bir  şekilde gündemde kalanların dünyasına dönüşen sektör beni ürkütüyor. Hele hele  son programımda ücretimi mahkeme yoluyla almam bana daha da hoşgörüsüz  insanlarla yüz yüze olduğum gerçeğini gösterdi. - Hassas olduğunuz bir durum var ki  ‘’Türkçe’’. Bu öylesi güzel bir hassasiyet ki size bugüne kadar ödüller de  getirdi? Biraz bu konu üzerinde fikirlerinizi almak istiyorum. Size göre  dilimiz bugün nerede? Dilimizi nasıl korumalıyız, neler yapmalıyız? - Yalın vatandaş olarak, ülkede  yaşayan “TC” vatandaşı açısından düşünürsek bir   “idrak” gerekiyor. Sözümüzün özümüz olduğu idraki! Yani dilinin  kirlenmesine izin vermeyen bir bakışla TV ve radyoyu dinlemek. Bu da kötü  konuşana kulağını ve gözünü kapatmak demektir. Seyretmeyeceksin, dinlemeyecek  kanalı değiştireceksin. Doğru iletişimde olmak için doğru anlamları kullanan  bir dil şart. Eğer özensiz bir Türkçen varsa anlaşılmayacaksın demektir bu.  Oysa hayat kendini anlatmak ve karşıdakini anlamak üzerine kurulu. Yani  Türkçeyi iyi kullanan kazanır. Hem itibar hem gülümseme ondan yana olur.  Gelelim medyaya! Yani topluma dilinin tüm yanlış ve doğrularını kulağa  yerleştiren masum canavara…   Eğer bir haber metin yazarı yahut  program yapıcısı ısrarla “ebatlar”, “tatbikatlar”, “esnaflar” derse, (bu  kelimelerin hepsi çoğuldur zaten) rögar yerine logar derse, zaten taşkın su  demek olan “sel”e sel suları derse siz halktan nasıl bir Türkçe kullanmasını  beklersiniz? Duyduğunu tabii ki! Bir Fransız e harfi üzerine yanlış aksan  koyduğunda ayıplanır. Bir Türk neden kötü Türkçe kullandığı için ayıplanmaz?  Bizim Fransız kadar değerimiz yok mu? Mart ayı başında Hacettepe Türkçe dil  topluluğunun toplantısına katıldım. Türk Dil Kurumunu yeniden görevlerini ve  RTÜK’ün medya üzerindeki kanun koyucuyu destek alarak yapması gereken görevlerini  tartışıp çözüm üretmeye çalıştık. Hani TV’de konuşan herkes bir dil yeterliliği  sınavından geçirilecekti? Hani Türkçenin doğru kullanılmasını şart yapan  yaptırımlar olacaktı? Medya ekrandan insan beynine ateş eden bir kalaşnikoftan  beter bir şey! Sürekli ekran önünden dilimize, beynimize, ahlakımıza yargı  değerlerimize ateş ediyor. Evet, tüm dünya değişiyor biz de değişeceğiz elbet.  Ama değerlerimizi yitirmeden olmalı bu.         - Bugüne  kadar yedi tane kitap yayınladınız. En son kitabınız ‘’Sensin Mağara Adamı’’nda  örneğin okuru bir maceranın içine davet ediyorsunuz ve sadece cinsiyetlerinizi,  ruhunuzu alın gelin diyorsunuz? Bize biraz bu son kitabınızdan bahsedebilir  misiniz? Kendini nasıl buluyor okur bu kitabın içinde ve nasıl tepkiler geliyor  kendilerinden size? - İnternet siteme gelen yorumlar ve imza günlerinde aldığım tepkiler  yalın hayatın -kitapta da anlattığım gibi- çok daha mutlu olduğunu onaylar  şekilde. Ama bu devirde mağarada yaşayamayacağımıza göre, mağara şartlarından  temel alıp karşı tarafı anlamaya yeter bilgi aktarıyorum… İllaki zayıf olacağım  diye çırpınan dişiler, ne kadar güçlü olduğunu sürekli ispat halinde bırakılan  eril kişiler, medeniyet ve teknoloji içinde çok hırpalanarak yaşıyorlar. Buna  gerek olmadığını anlatmaya ve hümenoid eş örneğini vererek ne kadar mutsuz  olacaklarını anlatmaya çabaladım. Yazarken çok güldüm eminim okuyan da çok  gülüyordur bunca laboratuar sonucuna. - Ve siz ve şiirleriniz? Bizler bugüne  kadar sizinle birçok şiiri de paylaştık; nasıl bir dünya şiir sizin için; nasıl  bir kaybolma hayattan? Şiir ile ilk buluşmanızı anımsıyor musunuz, hangi  şairleri severek okurdunuz; bugün şiir dünyasında kimleri takip ediyorsunuz?  -              İyi  bir şair olduğumu asla iddia etmedim. Sadece yazdım. Sanırım hayat içindeki  cebelleşlerden aldığımız yaraları bir şekilde bir yere akıtmak gerekiyor ki ruh  sağlığı dingin kalabilsin. Benim de kendi kendimi onarma şeklim bu: şiir  yazmak, hikâye yazmak… Şiir yazıldığından itibaren artık şairin değildir. Onu  okuyanın sahiplenmesiyle şiir olur ve okuyup içinde bir duygu yakalayanındır  şiir. Haberde geçirilen onca ağır durumların ruhta bıraktığı telve, bazen  şiirde “anne çocuklar küçük kurşunlarla mı vurulur” satırına dönüşüyor, bazen  de aşağıdaki satırlara… …Cümlesinin ötesinde, ardında kalan
 akrebi kovalamaktan yorulan
 nefes nefese bir yelkovan...
 ömür dediğin ne ki zaten?
 ya içine ırmak dökülen bir kazan,
 ya da yaşadığın tek bir 'an'....
 Kıskacı kopmuş bir yengece şiir yazmıştım küçükken sonra da annemin  pembe ellerine… Ama esas aşk beni dürttüğünde satır kurmayı öğrendim. Sonra da  haber olan ve insanoğlunun yaptığı her kötülük bende şiire dönüşmeye başladı.  Denizin kirlenmesine bir martı olup bakarak yazdım… Malatya’da dayak atılan  öksüz çocukların ağzından anneme seslendim bayram sabahı. Sanırım bu zehri  dışarıya akıtmasaydım ölürdüm! İlhan Berk, Behçet Necatigil, Küçük İskender,  Sunay Akın, Ümit Yaşar Oğuzcan kelime sihirbazları gibidir benim için. Şair  minnacık bir üzüm tanesini öyle bir görüntüler ki sözcüklerle yahut bir  duygunun fırtına halini; sinemaya gider gelirsiniz oturduğunuz yerde… İşte  bunlara bu yüzden şair denir. Yoksa şiir yazmayan hiç kimse yoktur aramızda.  Hepsi şair mi? - Biliyoruz ki bir dönem elinizde  gitarınız ile şarkı yarışmalarında da karşılaştık sizinle. Zülfü Livaneli ile  birlikte yine bir dönem çalıştınız ve kendisine vokal yaptınız? Peki ya müzik,  o nasıl bir aşk? Bir albümünüz olsun istediniz mi hiç ya da bir gün için müzik  dünyasında karşılaşmamız yeniden mümkün olacak mı sizinle? - On üç yaşımdan beri gitar çalıyorum ama gerçekten olağanüstü bir  teknik değil benimkiJ Kendimce çalıyorum işte! Kuşadası Altın Güvercin şarkı yarışmasına  loğusa iken katılmıştım. Besteci olarak. Derece alamadım. Ama Ayşegül Aldinç,  Zerrin Özer, Kayahan gibi değerli profesyonellerin arasında benimki bir şans  arama idi sadece. İddiam hırsım hiç olmadı. Belki bestelerimi sesine hayran  olduğum şarkıcılardan bazılarına verme imkânım olur diye denedim şansımı. Zülfü  Bey benim kıymetlimdir. Her insanın zirve yaptığı dönemler olur. Bu dönemlerde  hayranları artar. Sanatçı, sevdiğinize ve peşinde koştuğunuza asla pişman  olmayacağınız kadar değerli olandır. Her daim seversiniz. Olduğu gibi,  göründüğü gibidir, bilgi dolu, erdemli, yaratıcı ve mütevazıdır. Değişmezler,  kendi fikrinde düz, yalın ve dürüsttürler. Böyle bir sanatçıya vokal yapmak,  hobim olan müziğin en güzel ödülünü almak oldu. Sonuçta müzik de bir aşk!  Meslek olarak seçmek istediğimde ailemden şiddetli tepki aldığım için hobim  olarak kaldı. Besteci olarak kalmayı yeğlerim. - Tüm  bunların dışında halkla ilişkiler müdürlüğü yapmanızdan tutun da kozmetik  dünyasında çalışmalarınıza, gazetelerde köşe yazarlığından tutun da zaman zaman  ‘’Ölü Aşklar Derneği’’ gibi oluşumlar ile çeşitli projelere; bu nasıl bir  koşudur peki? Hiç yorulmaz mı Ayşenur Yazıcı?  - Ayşenur çok yorgundur. Ama yorulmadan da elde edilebilen bir şey  var mı bana söyleyin? Saydıklarınızın hepinse bir bakın. Kozmetolog olduğum  için hayatımın bir döneminde normal olarak Christian Dior’ da çalıştım tabii.  TRT deki programım haftada bir kez idi ve diğer günler oturmam için bir sebep  var mı? İkisini beraber götürmek normal yani :) Halkla ilişkiler  de öyle idi. TRT’de haftada bir program yaparken çalıştığım bir yer. Köşe  yazarlığı da ifade gücü iyi olan bir haberci için de normal bir eylem… Eğer  okuyanın varsa tabii. Çünkü köşe yazdığı için de bir “şey” sanılan çok insan  var. Benim yorgunluğum, her an işini kaybetmen için tuzak gibi yaşadığımız  hayatta aç kalmamak için boş her anımı değerlendirmekten başka bir şey değil.  TRT bittiğinde maaşım olan bir başka işimin olması kadar güzel bir şey var mı?  Şimdi elli yaşımdayım ve dönüp baktığımda, şöyle ayağımı uzatıp serserilik  yaparak kendimi şımarttığım bir tek günümü bile hatırlamamak ne acı. Sanırım eşi olan kadınlar bu konuda daha şanslı. Sırtını dayadığı  yerde bir güven bulabilmek hoş olmalı.  Hayatla kavgası bitmiş, maddi ve manevi yüreği dolu, iyimser,  neşeli, yakışıklı ve merhametli bir eşim olsun isterdim… -  Tüm bu kariyer boyunca bugüne dek  imzanızı attığınız sizi en çok memnun eden ve sizin için en riskli olan hangisi  oldu peki içlerinde? Peki bundan sonrası adına neler olacak, neler bekleyecek  bizi siz adına? - ATV de ana habere konulduğum gün  benim için riskliydi. Yapamam deyip alt kadroda çalışmak için her türlü  bahaneyi bulabilirdim. Çünkü ana haber demek, yurdun ve dünyanın herhangi bir  yerinde olan, herhangi bir olay için anında konuşabilecek politik, ekonomik ve  kültürel birikime haiz olmak demek… Üstelik doğru bir yaşam sürerek. Çünkü  güvenilir olmak en önemlisi. Bu risk idi ve aldım. Bunduğum konuma uygun  donanmak için sürekli okudum ve hala okumak en büyük zevkim. İnternet öyle bir  kütüphane ki! Hele iki dil biliyorsanız uçsuz bucaksız, sürekli yenilenen bir  kütüphane.  Şimdi başka bir risk alarak ilerlemekteyim. “Anrdea And” adının  patentini aldım ve iki romanımı üç dilde Avrupa’da yayımlamak için uluslar  arası bir ajans ile anlaştım. Tüm kitaplarım, eski yayınevimle mahkemelik  olduğum için şu an basılmıyor. Yeni bir yayıneviyle buluşmam ve gayet iyi talep  olan romanlarımı basmam gerek. Yurtdışında satılan kitaplar Türkiye satışlarını  da mutlaka tetikleyecek. Bakalım bu şanslı yayınevi kim :) Bundan sonrası için kendime bir yol çizmedim. “Fark etmez”e  bırakmak daha az yorucu bana. O kadar kırgın ve hüzünlü bir dönemimdeyim ki,  hayatımda hiç keşke dememiş biri olarak, sisteme ayak uydurmak ile çırılçıplak  E5 te koşmak arasında ikilemdeyim… Değerli işler yapabileceğimi bu sistem  içinde bağırmak bana değil, gözü açık TV yöneticilerine düşer çünkü. Evet,  kalıcı ve insana umut, ışık, hoşgörü ve bilgi aktaran bir program yapmak  istiyorum. peki, benim payıma düşen ödül  nerde? İyi insan olmanın cezası nereye kadar sürecek?  -              Farklı  bir yaşam enerjiniz var sizin; yaşam süreci içerisinde birçok zorlukla  karşılamanıza rağmen? Tüm bunları neye bağladığınızı, nasıl koruduğunuzu, hala  bu kadar pozitif olmayı nasıl başardığınızı merak ediyoruz öncelikle. Nedir  bunun sizdeki sırrı, bizimle paylaşır mısınız? -              Bilmiyorum. Böyle yaratılmışım, eğitilmişim, deneyimlemişim ve  kendime bir savunma mekanizması, enerji oluşturmuşum. Her insanın yaşadıkları  farklıdır ve yaşadıklarına farklı tepkiler almıştır. Kocaman çok bilinmeyenli  bir denklem bu. Her dayak yiyen aynı tepkiyi mi verir? Her babası ölen aynı  karanlığa mı gömülür? Her kolunu kaybedenin yaşamı aynı sürer mi? Kimi daha da  güçlenerek, “kaybettiğine” değil elinde kalana odaklanır, kimi kaybettiğine tüm  yaşam anlamını yükler onunla birlikte kuyunun dibine gider oturur. Çevrenizi  algılama şekliniz bile yaşarken biriktirdiklerinizle oluşur. Temelde yaşam  sevinci ve yaratana saygı varsa başa gelen her şeye farkı bakan bireyler olur  insanlar. Şimdi ben felç geçirdiğimde, “bir daha yürüyemem mahvoldum,  çalışamam, tuvalete bile yardım edilmeden gidemiyorum öldüm bittim, hayatın  sonu bu” deseydim ne olacaktı? Kim ev kiramı verecekti? Kim oğlumla bilardo  oynayacaktı? Kalkamam derseniz kalkamazsınız! Bu net bir gerçek… Kalkamasanız  bile en azından “denedim” olmadı demeniz gerek. Allah kimseye acazet vermesin.  Çok sevdiğim bir söz var: Hayat bir uykudur ölünce uyanır insan, sen erken  davran ölmeden önce uyan der… Yaşamı sadece bu gezegende geçen 24 saatlerin  toplamı olarak görüp, umut denilen kuşun yürekte çırpınmasını engellerseniz  gerçekten ölüsünüzdür. - Ve  kadın olmak; evlat, eş, kardeş, anne, dost-arkadaş, olmanın dışında kadın olmak  nasıl bir şey? İnsan  olarak hepimizin zaman zaman yaşadığı hayal kırıklıklarından sizin payınıza  düşen nedir? Çeşitli haksızlıklarına hayatın siz kaç kere tanık oldunuz, karşı  durabilme gücünüzü nereden buldunuz peki?  - İyi arkadaşımdır. Paylaşırım elimden geleni iki elim kanda olsa  yapmaya çalışır kendi derdimi unuturum. İyi bir evlat olduğumu sanıyorum,annem  20 yıldır benimle yaşıyor hayatımın şen yanı o…Kadın olarak eksik kaldığımı  biliyorum ama eksik kaldığımı düşünmeye bile vaktim yok hiç. En yakın hayal  kırıklığımı ağustos ayında yaşadım. Kırık Kalpler Kulübü programında ameliyata  muhtaç bir kıza yardım arıyorduk. Yardım edeceğini söyleyip gönüllü olan,  Ankaralı bir denizcilik şirketinin sahibi kızı ameliyat ettirdikten sonra  parayı vermemek için sürekli kaçtı. Hâlâ da kaçıyor. Doktora karşı mahcup  duruma düştüm ve hastane masraflarını, durumum olmamasına rağmen bulup  buluşturdum, ben karşılamak durumunda kaldım. Bu üçkâğıda, bu yalancı  kahramanlıklara, bu ikiyüzlü insancıklara o kadar sinirleniyorum ki. Aslında  ilan etmek lazım bu tipleri ki bir daha kimse sözüne güvenmesin! Bundan payıma  ne düştü? İyi bir ders. Kimseye güvenmeme duygumu yerleştirdi kendisi ve benden  sıkı bir beddua aldı. Şimdi iflas etmiş şirketi. Peki, benim payıma düşen ödül  nerde? İyi insan olmanın cezası nereye kadar sürecek? Dayandığım ve güvendiğim en büyük güç inancımdır. İlahi adalet illa  ki tezahür eder. Ben görürüm görmem ama öbür dünyada, ama burada, mutlaka olur.  Şimdi bana düşen, enerjimi “keşke” üzerinde eritip yok etmek yerine, dersimi  alıp yola daha donanış ve bilmiş olarak devam etmek. Allah herkesin yoluna iyi  insanlar çıkarsın. Bu çok güzel bir dilek. - Sizi en çok neler üzüyor hayatta ve siz  etrafınızda bir kadının en çok nelere üzüldüğüne tanıklık ediyorsunuz?  - Günde  yaklaşık 200 mail alıyorum. Ensestten bunalmış genç kızlardan tutun da, kredi  kartı batağında intihar edeceğim diye bana yazanlardan, kocam aldatıyor ve bir  şey yapacak durumda değilim diyenlere kadar çok büyük bir dertli toplum var.  Ben Güzin abla da değilim ama neden benim fikrimi istiyorlar biliyorum. Hal ne  olursa olsun, ne kadar içinden çıkılmaz gibi görülürse görülsün ilk önce şunu  bilmelerinde fayda var: Bu, bir şekilde senden önce mutlaka birinin başına  gelmiştir ve o hala hayatta. Çözümsüz olan tek şey ölümdür. Kaldı ki ölüme bile  güçlü bir yaradan inancıyla bakmayı başardığınızda tevekkül denilen duyguyu  yakalarsanız, yaşamın başınıza ne gelirse gelsin bir hediye ve ders olduğunu  anlayabilirsiniz. Toplumda müthiş bir depresyon ve güvensizlik var. Keşke çözüm  önerileri ve akı veren bir TV programı olsa da görseler ne kadar çok bunalmış  insan var. Çoğunluk ekonomik sıkıntıdan bunalımda… Daha sonra işsizlik ve  kendini aşağı görme durumu var. Değersiz hissetme, hak etmediğine inanma, kolay  hayatlara özenme var. Hepsini bir sepete koyduğunuzda da (özellikle kadınlar  için) elinde bir mesleği olmadığını ve doğduğundan bu yana birey  önemsenmediğini görüyorum.  - Bir kadın olarak köşesine çekilip,  kenarda oturmayı hayatınızın hiçbir döneminde kabul etmediniz. Bence ülkemizde  kadın olmak bu kadar güçken, sırtını ne ailesine ne de bir erkeğe dayamayarak  ayakları üzerinde dimdik duran özgür bir kadın olmak çok daha zor, siz bu zoru  başaranlardansınız. Gerçekten bunu başarmak bir kadına ne gibi artılar katıyor  ya da neleri götürüyor? Halinizden ne kadar mutlusunuz?  - Halimden mutluyum tabi. Dışarı  çıkarken bana “kaçta geleceksin nereye gidiyorsun” gibi soruları kaşını  kaldırarak soran yok evimde. Bu kaş kaldırma altında “sen benden gizli bir iş  çevirebilirsin, ruhuna ve bedenine senden önce ben hâkimim” manası gizlidir.  Oysa Ayşenur (veya diğer kadınlar) soyadından önce “adına” göre davranan bir  bireydir. Bunu bilmesi için erkek kısmının aklını biraz devşirmesi gerekiyor.  Yani aklında kötülük (!) olan kadın bir şekilde punduna getirir ve istediğini  bir gün yapar, sen kollasan da yapabilir. Ama aklında kötü bir şey olmayan  kadına da sürekli “potansiyel suç işleyebilen yaratık” gözüyle bakılması iğrenç  bir durum… Ailem bana, ben aileme sonsuz  güveniriz. Bu bakımdan şanslıyım. Kendi ayaklarım üzerinde dik durmanın bedeli  yorgunluktur olsa olsa. Hazıra konmak ve eşim benim için de çalışsın ben  yorulmayayım demek daha konforlu olabilir ama “bu” başına kakılmamış kadın da  yok maalesef. Onun için özgürlüğümün bedeline razı olarak yola çıktım. Şükür  bana kattığı artılar var: güvenilir, dürüst ve üreten erdemli kadın diyorlar.  Eksiler var: Oğlumun ameliyatlarında bile, çalıştığım için yanında olamamanın  vicdani ağırlığı, onun yarınına tek başına yatırım yapma zorluğu, çok  yorulduğumda şefkatle ve güvenle başımı dayayacağım bir erkek omzunun olmaması  gibi… Şu an tek derdim, oğlumun geleceğine  doğru bir şeyleri maddi ve manevi olarak bırakabilme korkusuyla baş edebilmek.  Bunun için deli gibi işsiz olduğum şu 2 yıl içerisinde tv dışında bulduğum her  işe dört elle sarılıyor ve bir köle sadakatiyle tutunuyorum. Kitaplarım,  yurtdışı bağlantılarım, diksiyon dersleri, kozmetik promosyonları kitapları  hepsi geleceğimizde kimseye muhtaç olmamak adına.  - Ya özgürlük? Sahi ne kadar özgürsünüz?  Kadın özgürlüğü nedir sizde? Ve kadın nereye kadar özgürdür? - Çok derin ve uzun bir anlatımla ancak kadın ve özgürlük hakkında  fikrimi anlatabilirim. Kültürlere ve toplum ölçütlerine göre her m2 de değişkenlik  gösteren bir olgu çünkü. Birine hesap vermek üzere kodlanmış “kadın” ne kadar  özgürdür bilemem. Önce babana hesap vermek zorundasındır. Sonra kocana, kocan  yoksa da mahalleye… Özgür kadın diye bir şey yok.   - Aşk… Sık sık biz kadınlar tarafından özlenen  o romantik aşkı bulabildiğinizi düşünüyor musunuz?  Aşkın tanımı nedir sizde, aşkı nasıl yaşamayı  seviyorsunuz? Âşık olduğunuzda akan sular duruyor mu? Aşka inanıyor musunuz  öncelikle. Bir kadın aşka nasıl inanmalı, yaşarken nelere dikkat etmeli beraberinde?  - Aşk var tabii. Bu bir hastalık hali. Kitabımda da feromonlar  üzerine bölümde bundan kurtulma yollarını ve sebeplerini anlatıyorum. Güzel bir  hastalık ki kan akışınızdan, salgıladığınız hormona kadar her şeyi baştan  değiştirecek güce sahip bir güç aşk. Onsuz yaşayamama hali bir hastalıktır.  Dolayısıyla onunla yapılan her eylem, yemek yeme, beraber uyuma, sinemaya  gitme, dans etme, kitap okuma eylemleri romantik olur. Öyle olmasa da öyle  algılanır.  Aşk, vuslata erilmedikçe aynı ısıda kalan bir histir. Kavuşmak aşkı  öldürür. Leyla Mecnun hikâyesi, kavuşsalardı, büyük ihtimalle geçim derdi ve  çoluk çocuk derdi arasında buharlaşan bir suya dönüşecekti. Aşk yarım kalınca  adını aşk olarak kaydeder.                Akıl kuş olup uçtuğundan, aşk adına birine öğüt vermek bence havaya  yazı yazmak kadar boş… Dikkat edilecek bir öğüt diyemem yani. Allah kurtarsın  ne diyeyim. - Çok güzel bir kadınsınız, peki sizin hiç aldatıldığınız oldu  mu? Erkeğin aldatılması ile kadının aldatılması arasında nasıl dengeler var?  Toplumumuzda bir kadının erkeğe göre aldatmaya ya da aldatılmaya bakış açısını  nasıl değerlendiriyorsunuz?   - Ben güzel olmaya akıllı olmanın  ardında baktığımdan kendim bu kriterde değerlendiremiyorum. Güzellik ağız,  burun, kalçadan öte bir eda şeklidir. Bana erkekler yaklaşmaya korkarlar. Pek  şanslı değilim bu konuda. Nedenini bilmiyorum. Sanırım bir kaba yanım var ve  eda konusunda eksiğim. Ben aldatıldığımı hissetmedim. Olmuş mudur bilemem de.  Kendinden korkanların başvurduğu bir yöntem diye düşünüyorum. Hem o kalsın, hem  de öbürüne de sahip olayım düşüncesi yalnız kalmaktan korkmak olmalı. Aldatan  erkek bunu bir başka kadın ile yaptığından herhalde oran aynıdır. Yani aynı  sayıda kadın aynı sayıda erkek aldatılıyor ve aldatılıyordur. Bana uzak konular  bunlar. Ruh evrimini tamamlamamış insan egolarının kaçak eylemleri… Dürüst  insan önce kendine dürüst olmalı sonra karşıdakine. Başkasına gönlün kaydı ise  karını boşarsın ona gidersin. Bu kadar basit. Toplum ahlakı erkek aldatmalarına  daha hoşgörülü baktığından (!) kadına da susmak ve bu krizin geçmesini beklemek  düşüyor sanki. Hep de kadına suç bulunur: Kocasına sahip çıksaydı diye. - Huzur,  güven, kırmızı, geçmiş, özlem, vazgeçme, vazgeçilmez, korku. Bu kelimelerin  karşılığı nedir siz de?      - Huzur: Evimin şen olması Güven: Erdemli olan
 Özlem: Pudra şekerine bulanmış acı
 Kırmızı: Güç
 Geçmiş: Vize sonuçları
 Vazgeçme: Tevekkül
 Vazgeçilmez: Oğlum
 Korku: Bilinmeyen
 - Bu  keyifli söyleşi için size çok teşekkür ederiz? Nicesi güzel buluşmalara  beraber? Çok sevgiler.  - Sağ olun.   Ayşenur Yazıcı Web Sitesi   NİSAN   2009     |