Asya Gülgün Özkan
adimkadin@gmail.com |
Azime Akbaş Yazıcı
aşkın içinde binlerce ses, renk vardır… eğer görmeyi bilirsen aşk her yerdedir …
Ömür merdiveninde nefesimin yorgun düştüğü an rastladım O'na… Elindeki bir avuç mavi ışığını sundu bana, o gün bugündür bir avuç mavide beraber yol alıyoruz… Benim için öylesi çok, kelimeler, cümleler tüm anlamlar anlamsız kalır , tüm sular durulur tüm fırtınalar saklanacak yer arar adının geçtiği her yerde. Bu yüzden kendisi anlatsın istiyor ve başlıyorum…
- Kimdir Azime Akbaş?
- 1960 Yılının sıcak bir yaz günü, serin sularda yüzümü yıkarken çıkageldim Güzin ve Hidayet' ten… Mutlu ve güvenli bir çocukluğun kardeşliğini Merva, Mine ve Mustafa ile paylaştım, paylaşıyorum. Yaşam bana anne ve babamdan özel bir armağan sunmuştu. Kendimi ifade biçimim resim ve yazıyla gelişti. Çocuklardan ve kedilerden hiç vazgeçmedim.
- Kadının yeri nedir, ne ifade eder, Azime'nin gözünde nerededir kadın?
- Her şeyden önce anadır kadın. Doğurgandır, sorgusuz seven ve yine sorgusuz bağışlayandır kadın. Olağanüstü bir çabadır…Duyumsayandır. Kadın, bir kavram ya da kavramın dar kapsamına sığmayandır…Hayatın ve başlangıcın ta kendisidir
- Kadın olmak nasıl birşey; evlat, eş, kardeş, anne, dost - arkadaş, olmanın dışında kadın olmak? İnsan olarak hepimizin zaman zaman yaşadığı hayal kırıklıklarından senin payına düşen nedir?
- Hayal kırıklıkları kadına, yeniden hep yeniden başlama gücü katar. ‘' Olmak'' yolunda geçilen sınavlardan hep doğruyu ve iyiyi seçerek büyür kadın. Acı ve kırıkcam üstü yürümelerinde kanayan yerlerini yine kendi bağışlama ama unutmama sargıları ile onarır. Sevgi dolu bir tutumla koruma altına alır eksik yanını. En büyük hayal kırıklığım dünyama yapılan eziyettir. Yanan ormanların içinde barınan günahsız hayvanların çığlık çığlığa yaşam alanlarından kaçmak zorunda kalmaları ya da hayatlarını kaybetmeleridir. Savaş çocuklarımın kirpiklerine kül, yüreklerine kan salınmasıdır…
- Hayat çok acımasız, çeşitli haksızlıklarla dönem dönem bir tokat gibi çarpıyor insanın yüzüne, sarsıyor, deviriyor ama yine de yaşam devam ediyor bir şekilde. Azime hayatın bu yönüne karşı durabilme gücünü nereden buluyor peki? Dayandığın ve inandığın en büyük güç nedir peki?
- Canım Asya, evet hayat çok acımasız, biliyorum. Pek çok kadın gibi elbette ben de bu acımasızlıkların tokatlarını hem yüreğimde ve hem de elbette nefesimde hissettim. Evet sarsıldım belki ama devrilmedim. En büyük güç yine insanın kendisidir. İnandıklarımın peşinde savaşmayı hiçbir zaman bırakmadım. Eğer kendine saygın, sevgin, inancın yoksa çabuk pes edersin… Dayanma gücünü çoğu zaman adına ‘' can'' dediğimiz bir dosttan, uğruna dünyaları bağışlayacağın çocuklarından, çocuklardan ve elbette yine kendine olan direncinden alırsın. İçinde, derinlerinde çıktığın yolculuklardan azalarak değil, inadına çoğalarak çıkarsın. Eğer kendine olan sevgin senin elinden tutar ve sana güç verirse bu yaşama tutunma sebebin olur.
- Farklı bir yaşam enerjin var senin, bunu ben biliyorum… Bilmeyenler için bu konuya biraz değinir misin rica etsem…
- Sana acı veren hayat, aslında seni hep besleyendir Asya can… Olumsuz enerjiyi eğer kendi bünyende olumlu hale dönüştürebilirsen gün gün güçlenirsin. Sevmekle başlıyor her şey… Koşulsuz sevgiyle. Yaşam enerjimi beni heyecanlandıran, üretmeme sebep olan tüm değerlerden alıyorum. En başta çocuklara duyduğum sevgiden… Onlarla her zaman çok iyiyim. Bir ilköğretim okulunda 24 farklı sınıfa görsel sanatlar eğitimi veriyorum… 900 öğrencim var. Hepsi ayrı bir dünya ve onlardan çok şey öğreniyorum. Eğer beraber büyüyebileceğiniz değerleriniz varsa hep olumlu enerji ile beslenirsiniz. Ve eğer yine olumsuz yüklenmelerin yaşam enerjinize zarar vermeye başladığını farkederseniz hemen denize koşun… Kırlangıçların kısacık ömürlerinin telaşında, onları izleyin… Bir kediyi okşayın…
- Dünden yarına dediğimde, Azime' nin hayatında keşke diyerek eritip gittiği bir şeyler var mı, ve bunu bizimle paylaşır mı?
- Aslında, az önce sözünü ettiğin yaşam enerjimin ana kaynağı hiçbir zaman ‘' keşke'' demeyi hayatıma sokmamış olmamdır Can Asya…
- İnsan olmak çok zor, bunu hepimiz biliyoruz… Kaldı ki ülkemizde omuzlarındaki sorumluluklarla, kimseye sırtını dayamadan ayakları üzerine basan bir kadın olmak çok daha zor. İnsan kalabilmek bir kadının hayatından neler katıyor ve neler götürüyor Azime? Ve bazı kadınlar dimdik kalabilmenin üstesinden nasıl gelebiliyor?
- İnsan olmak, ayaklarının farkında isen ve onların üzerinde nasıl durulması gerektiğinin ayrımına varmışsan ve en önemlisi sol yanında taşıdığının sana ait olduğunu hiçbir zaman unutmazsan çok kolaydır…
Kendine güven ve doğru bildiğini savun, diyor iç sesim bana. Sevgi ve saygıya dayalı bir iletişim her zaman karşılığını bulur. Bir dilim ekmek ile mutlu olurken, havyar yediğinde daha da mutlu olamazsın. Mutluluk derinlerinde olmalı…
Bazı kadınlar dik kalabilme yolunda elbette derin acı ve kederlerden geçerler…Bunu kim inkar edebilir. Önemli olan o acıları hayatın bütününe taşımamak ve ömrün bütününe yaymamaktır. Öğrenmenin sonu yoktur.
- Hep yazdığımız, şiirlediğimiz Aşk, gerçekten var mı? Yoksa hep özlenen, özlenecek duygu olarak yaşamın bir yerlerinde kalıyor mu? Aşk eksiliyor mu, neden artı eski saygın aşklar yok? Aşk yarım kalınca mı , tamlayınca mı kendi adını koyar?
- Bazıları aşka aşıktır…
Sözünü ettiğin aşk belki kısa süren bir rüyadır belki umulmadık bir anda sağanak bir yağmurdur. Güvendiğin bir omuzda geçireceğin bir hayat aşkın ta kendisidir… Saçlarının ağarmasını armağan edeceğin uzun soluklu bir nefesle yepyeni ve taptaze sabahlara uyanmak eşi bulunmaz bir aşktır. Aşk, yarım kalmayı kendisi seçmişse hiçbir zaman aşk olmamıştır zaten…
Aşkın içinde binlerce ses, renk vardır… Eğer görmeyi bilirsen aşk her yerdedir …
- Ayrılıklar geçer hayatımızdan, sevdiklerimizden, şehirlerden ve nefesimizden… Kadın kendini ne zaman bitmiş hisseder ve nasıl oluyor da kadın bitimsiz bir yaratıkmış gibi mücadeleden vazgeçmez? İşte kadının bittiği yer dediğin yer neresidir?
- Ayrılıklar belki aykırı yanımızdır. Kolay değildir elbet… İnsan sevdiklerinden belki madden ayrılabilir önemli olan onları her zaman aynı sıcaklıkları ile içimizde yaşatabilme gücümüz ve arzumuzdur. Pascal ‘' her seçim bir kaybediştir'' der. Zaten aslolan bir şeyleri seçerken öyle ya da böyle bir şeyleri kaybedeceğimizin farkında olmamız değil midir…
Kadın bitmez; o doğurgandır. Kendini sürekli yeniler…
- Azime hayatının neresinde? Hayattan neler bekliyor bundan ötesinde, düşündüğü gerçekleşmesini istediğin şeylerden bahsedebilir misin bize?
- Azime hayatın tam orta yerinde ve daha yapacağı çok şey var, eğer hayat izin verirse. Yıllardır yazıyor Azime…ve ‘'NefesTen'' nefes nefese yetişti bu yıl Nisan ayında…
Çeşitli karma sergilere katıldım ve Mayıs ayı içinde İzmir/ Konak Belediyesi Kültür Merkezinde 5. Kişisel sergim NefesTen Köprü 2'yi açtım. Bir yıldır birlikte çalıştığım 6 yaşındaki Defne ile gerçekleştirdim bu sergimi. Defnelere köprü olsun diye…
- Doğadaki yaşam sana neler söylüyor, ya kediler? Ya boyadığın, boyandığın renkler?
- Doğa bana hep yakın, dost oldu. Kedisiz geçmedi hayatım. Kitabım ''NefesTen'' aslında kedilerin ve doğanın dilinden dökülüyor. Sergimdeki ağlayan kedilerim, doğanın katline dayanamıyorlar. Naylon poşetleri yutarak ölen deniz canlıları, yanan ormanlar, ısınan dünya, eriyen buzullar dile gelip akıyorlar kalemimden.
Tüm bu acılardan geçerken ‘' Dünya Nereye'' isimli bir seri resim şekilleniyor fırçamın ucunda.
- Kitabının adı neden ‘'NefesTen''?
- Sahi, buradan bakınca neler oluyor? Dedim gökyüzüne…
Ağaç oldum, su oldum, toprak oldum…Ne çok acı çektim, itiraz ettim yanana, yıkana, kuruyana…Yaşlı ve yaslı dünyanın koluna girip uzun bir yolculuğa çıktım çocukluğumdan başlayıp, giderek ısınan güneşin peşine takıldım. Çatladı topraklarım ve dudaklarım susuzluktan. Kedilerden, çocuklardan geçtim… Nefes nefese kaldığımda ‘'NefesTen'' Köprü 2 Resim Sergim ve ‘'NefesTen'' isimli anlatı kitabım beraber can buldular. Direnç sanatladır ve itirazım da sanatla büyüdü doğal olarak. Yanan, yıkılan dünyanın ölümü bilmeden ölen bebeklerin kirpiklerinden aktı küller. Yazdım, çizdim, boyalardan geçtim…
‘'Romanlar, şiirler, öyküler; yazarlarının ve şairlerinin iç evrenlerini, dünyayı algılayış biçimlerini, okurlarıyla paylaştıkları yapıtlardır. Kitaplar bize, bizim dışımızdakilerin öykülerini anlatırken onları anlama, deneyimlerini kendi deneyimlerimize katma ve yaşananlara farklı bir gözle bakıp anlamlandırma olanağı sunar.'' diyor sevgili dostum Hüsnan Şeker kitabımla ilgili olarak. Ben de kendi algıladıklarımı kendi dilimle aktarmaya çalıştım. Unutulmasın diye çevre felaketlerini üst başlık olarak kullandım. Su kaynaklarının kurumasından, iklim değişiklikleriyle başlayan göçlerden tutun, yüreğimi ve tinimi yakan her acıya dokundum, dokundurdum.
Yine diyor ki sevgili Hüsnan ‘' Çevre sorunlarına duyarlı olan yazar, her anlatısının başına koyduğu üst metinle, doğaya ve canlılara sırtını dönmüş, kuşun, ağacın, çiçeğin adını bilmeyen, sevgiyi unutmuş insanların dünyamıza yaptıklarını aktarıyor bize. Görmediklerimizi ya da gördüklerimizi tekrar gösterip duymadıklarımızı ya da duyduklarımızı tekrar duyuruyor. Dünyanın karşı karşıya kaldığı sorunları anımsatarak okuyucusunu silkeliyor... ‘'…
Nefesimden dökülenlerin toplamıydı bu kitap. Nefes ve Ten dökülmeleriydi… Nefesimin ve tenimin ruhuma kattıklarını her şeyden önce şiiri gözeterek renk, ışık ve gölge ile masalsız kalan çocuklara temiz ve savaşsız bir dünya bırakabilmenin çabasıydı ‘'NefesTen''.
Elbet kendi içinde küresel boyutta devinimler yaşayan dostlarıma yazdıklarıma da yer verdim ‘'NefesTen'' de. Canım Asya yıllar önce sana yazmış olduğum bir şiirden yola çıkarak yine sana seslendim şu satırlarda…
uykusuzluk ağustos sürüklenmesi.
dudaklarından ölü kuşlar döküldü siyahın…
Söyle hadi alev alev kaçınılmaz üşüme. Asya gözlü tanrı, altın belikli ceylan söyle…
Sarındığın ırksız mevsimlerin nerede ? İsyanların hangi mavinin kesik ve küçük gövdesinde araladı yapışkan sabahları ? Hangi tende kaldı isyan şiirlerin ? Titreyen dudaklarında küçük bir çocuk iç çekiyor. Sevgilerin göz kamaştıran düşlerini hangi yastıkta yitirdin.
Ölüyor inceden inceye türkülerin. Rengi kaçık fer birikiyor dudak kıvrımında. İrkiliyor saklı kalmış sızıların kar savruğu ellerinde. Gagasından kıpkızıl bir kan damlıyor serçenin. Uykusuzluk a ğustos sürüklenmesi gözlerinde.
Ey Asya gözlü tanrı, biliyor musun dün devriliyor karanlığına ömrün. Çevirmişler çıplaklığını suyun. Eriyor ipeklerin, tutsaklığın diniyor. Bir avuç mavi ışıltı yayılıyor titrek yüzüne, ışık oluyor duruşun.
Ten kokusu bahçende gövdelenir bir çift ayrıksı göz. Artar vakitsiz büyümeler, pervasız gidişlerine dikiş atarsın arkasından. Bir sabah vakti ten tutkuda eritir yoksul sevişmeleri.
Söyle hadi söyle kaçınılmaz üşüme… Deli rüzgârlar nereye savurdu sarı gülleri. Öfken şimdi kanayan dudaklarını öpüyor ömrün…
iki kanat çırpışı ötededir
yağmuruna koşan gölge
kekeme duyguların inleyen kasıklarına tutunur
cılız aşkların macerasında ilk önce…
- Yarın, dün, mavi, yaşam, zor, kalıcı, eksik, ötelenmiş, çocuk, İzmir…Bunların Azime' deki anlamı nedir?
- Ana dilim ses oldu oğullarıma… Göğsümde çığlık çığlığa ağlayan bir sokak kedisi dile geldi;
Denizler yükseliyor içimde. Bir kalkan sarıyor gezegen gözlerini ömrümün. Bitki ve hayvanlarımın yaşam hücrelerini yok ediyor otomobiller, fabrikalar. Türler yok oluşun eşiğinde, doğal yaşam alanlarıma ateş salıyorlar. İçim yanıyor, eriyorum kan ve ter içinde. Mercanlarım birer birer yok oluyor, balıklarım bitiyor. Buzullarım eriyor, yükseliyor denizlerim. Tatlı su kaynaklarıma karışıyor tuzu mavilerimin. Canı yanıyor suyun. Yeni teknolojilerin esiri olan insanım, yeni fabrikalar kuruyor hızla. Fosil yakıtlar karışıyor nefesime. Dünya sıcaktan eriyor, kışlarım yaza vuruyor kendini. Ormanlarım yanıyor, kömür oluyor gözlerim. Atom bombaları iniyor çocuklarımın kirpiklerine. Kendi ürettiği bataklıkta buluyor insan kendisini. Sıtma ve humma vuruyor kıyısına dünyanın.
Dünya ısınıyor oğlum. Size sıcak olmayı öğretmiştim, insanı, doğayı, hayvanı sevmeyi. Suyun zek â yı geliştirdiğini okuduğumda, daha da zeki olmanız için su ile büyüttüm, sevgi ile yeşerttim gözlerinizi. Süt kokan ömrünüzde, su içinde can bulup susuz kalmamanız dileğimdir. Lakin gelin görün ki bitiyor su. Yutkunuyorum, canı yanıyor emeğimin. Geleceğin için dünyana sahip çık oğul. Kardeşinin canından tut, ömrüne sarıl oğul…
Uçurtmasına sarılan çocuğun arkası kuşlu aynasında gör kendini. İçinin aynasına bak darılma kendine. Henüz son nefesini vermedi zakkumlar. Kucağımda ölen savaş çocuklarının gözlerinden içime iniyor küller. Ağaç ölülerinin utancından yüzlerini kapatıyor topraklar. Yüzünü kapatma ve uyanma dünyana yapılan saldırıdan.
Denizlerin sallandığı ağaçların öcünü alıyor hayat kollarından…
bir mavi kağıt Akdeniz
üzerine nice imzasız şiirler
yazdığımız
güler yüzlü gölgelerimiz
uykusuz elleriyle
sığınır kayalıklara
tuzlu dilinde
binlerce yıldız
İşte böyle bir şey…
- ‘'Adım Kadın'' bu ay çok değerli ve başarılı bir dostumu, sevgili Azime Akbaş'ı ağırlamaktan çok mutlu. Çok teşekkür ederim sevgili Azime bu keyifli söyleşi için.
- Bu güzel söyleşi için teşekkür ediyorum canım Asya…
HAZİRAN 2009
|