- Öncelikle yeni albümünüz ‘’Ufka Doğru’’ çok yakın bir tarihte bizlerle buluştu. Albüme gelmeden önce sizi biraz yakından tanıyalım istiyoruz. Müzik aşkı siz de nasıl başladı ve o ilk yıllarda o ilk adımlar nasıl atıldı?
- İlkokul çağlarında eve alınan bir gitar ile beraber müziğe ilgim doğdu. Duyduğum ezgileri tek telde de olsa çalabilmem ile müzik kulağımın olduğunu fark ettim. Daha sonraları ortaokulda yine eve alınan bir elektro gitar ile ve lisenin başında arkadaşımdan satın aldığım klasik gitar ile müzik hayatım için amatör de olsa bir başlangıç yaptım. Ailemde müzikle ilgilenen başka insanların da oluşu beni bu şekilde davranmaya itmiştir tabi ki.
Lise yıllarında hem lise grubu ile hem de kendi kurduğumuz amatör rock grupları ile okul içinde ve dışında konserler verdik. Bu süreçte herşey amatördü tabi. Ana enstrümanım olan klasik gitar ile kendi kendime, bilinen şarkıları klasik müzik tarzında yorumlayarak kendimi geliştirirken elektro gitarda da dengeli bir şekilde tekniğimi geliştirmeye çalıştım. O günlerden başlayan klasik gitarda her şarkıyı hem melodisi ile hem de arka fonu ile aynı anda çalabilme arzusu meyvesini de kısa sürede vermiştir. Kendime has bir teknik oturttum ve bunu halen koruduğum inancındayım.
- 2000’li yılların başında bir Progressive Heavy Metal grubu olan Knighterrant’a katıldınız ve artık profesyonel olarak müzik dünyasında yer almaya başladınız. Çok ilginç bilgiler okudum bu grupla olan yolculuğunuz adına örneğin katıldığınız festivaller, dünya devleri ile aynı platformda sahneler; sizden dinleyebilir miyiz tüm bunları? Sizin için nasıl bir heyecandı?
- Üniversiteyi kazandığım sene müzik yaşantıma sadece üniversite bünyesinde yer alan Müzik Kulübü’nün başkanlığını yaparak ve yine aynı kulüpte eğitmenlik yaparak devam ediyordum. Bir gün abimin de elektro gitar çaldığı Knighterrant grubundan diğer gitaristin ayrıldığı haberi geldi. Belirli bir ivme yakalamış bu grupta her şarkıyı bilen ve çalabilen birisi olarak beni denemek istediler, beğendiler ve daha sonra bu grubun bir üyesi oldum. Bu grup keman kullanan bir folk rock metal grubuydu. Türkiye için yeni bir tarz olduğu için oldukça kitlesi de vardı. Yurtdışından gelen önemli gruplarla festivallerde çalmıştık. Bu festivallerin birisinde yurtdışından Wacken Open Air’i düzenleyen sorumlu kişiler geldi ve bizi 2001 senesindeki festivale açılış grubu olarak davet etti. İlk kez bir Türk grubunun bu tarz bir festivalde açılış grubu olması harika bir olay. 25.000 kişiye çalmak ise apayrı. Gördüğüm en güzel kitle ve konserdi. Unutulacak bir şey değildi. Hala hatırladıkça aynı heyecan ve coşkuyu yaşarım. Sadece bu konserle sınırlı kalmamak üzere önemli rock metal gruplarıyla konserlerde çalmak hem kendi adıma hem grup adına müzik kariyeri için güzel ve önemli noktalardı.
- Derken yine birçok başarıya ve ilke imza atacak olan Almora grubu ile yolculuğunuz başladı ve geçen yıllar içinde gitarist ve besteci olarak albüm ve konser çalışmalarınız oldu kendileri ile. Grubun kurucuları içinde de yer alıyordunuz ki; nasıl başladı bu birliktelik; nasıl devam etti ve de neden daha sonra gruptan ayrıldınız?
- Wacken Open Air sonrası Knighterrant grubunda anlaşmazlıklar çıktı. Abim Soner Canözer ve ben gruptan ayrıldık. Abim bu tarzda devam etmek istiyordu ve bana “benimle devam eder misin?” dedi. Ben de “evet” deyince zaten Almora’nın çekirdek kadrosu kurulmuş oldu. Eski gruplarımda bateri çalan can dostum Serkan Karabıyık da bize katıldı, onun vasıtası ile kuzeni Bilge, flütçü olarak gruba geldi. Derken keman, vokal ve bas gitar da bulundu. Artık sadece keman değil, keman-flüt ve farklı orkestrasyonlarla daha farklı tarzda müzik yapıyorduk. Almora hem farklı altyapısı, hem müzikal zenginliği ile ama en önemlisi belirtmeden geçemeyeceğim soprano vokali (Nihan Tahtaişleyen) ile çok başarılı oldu. Zaman içinde gelişti, olgunlaştı, yine çok önemli gruplarla konserler verdi. Televizyon programları, klipler, konserler derken belirli bir fan kitlesine de sahip oldu. İlerleyen süreçte kendini tekrarlamaya başladığı ve yeni fikirlere açık bir yapının kalmadığını düşündüğüm için gruptan ayrıldım. Belirli bir müzik bilginiz ve tarzınız varsa bunu ortaya koymak istiyorsunuz. Bunun mümkün olmadığını görünce kendi yolunuzu çiziyorsunuz. Almora, neredeyse her enstrüman çalan elamanını en az üç kez değiştirdiği için kalıcılığını yitirdi. Her şeye rağmen yine de güzel günlerdi.
- Çello, piyano ve klasik gitar yan yana geldi ve iki müzisyen arkadaşınızla ‘’Saklıkent’’ isimli albümde karşılaştık yıllar sonra sizinle. Bu albümün ikincisi de geldi beraberinde ve yine benim de keyifle dinlediğim ‘’Valstanbul’’ albümüne de beste verdiniz. Yepyeni bir tarzda karşılaşıyorduk artık sizinle ve bunun sebebi ne oluyordu?
- Üniversiteyi bitirdikten sonra Müzik Kulübü’nde oyalanırken askere gitmek için Ağustos ayını beklemiştim. Askerliğin yazın daha rahat geçeceğini düşünmüştüm. İyi ki de öyle yapmışım. Bir ay acemilikten sonra Ankara’da Armoni Mızıkası Komutanlığı seçme yapmaya geldi. Seçmeleri geçtikten sonra usta askerliğimi Armoni Mızıkası’nda seçilmiş usta müzisyenlerle yapma fırsatı buldum. Burada hemen hemen her tarzda çok iyi yetişmiş müzisyenlerle konserler verdik. Burada tanıştığım piyanist arkadaşım Ali Akaçça bir enstrümantal albüm projesinden bahsediyordu. Bana ve çellocu arkadaşım Çağ Erçağ’a da bu projede yer almamızı teklif etti. Biz de kabul ettik. Askerlik biter bitmez kayıtlara girdik ve kısa sürede ‘’Saklıkent’’ isimli albümü çıkarttık. Askerlik hatırası olarak anacağımızı düşündüğüm bu albüm çok başarılı oldu. Radyo programlarında, belgesellerde, dizilerde çaldı. Türk Hava Yolları ve Kültür Bakanlığı’nın da bu albümü aldığını biliyorum. Sonuç itibariyle gerek piyanist gerek çellocu arkadaşımız olsun herkes kendi müzik tarzını ortaya koyduğu besteler verdiği için zengin bir yapı ortaya çıktı. Bu albüm bana bir şeyleri doğru yaptığımı düşündürdü. Halen bu albümdeki bestelerim kullanılıyor.
Bu albümün başarısından sonra piyanist arkadaşım Ali Akaçça ‘’Saklıkent 2’’yi kendi adıyla çıkardı. Bu albümde sadece gitarları çaldım. Yine bir proje albümü olan Vals albümü ‘’Valstanbul’’a bir bestemi vererek enstrümantal müzikten bağımı koparmadım.
Yepyeni bir tarza geçişimi ise şöyle özetleyebiliriz. Benim asıl enstrümanım her zaman klasik gitar olmuştur. Ben ‘’Saklıkent’’ albümünde asıl enstrümanımı tamamen hissettiğim doğrultuda kullanma fırsatı buldum. Rock müzikle ilgili olarak kendini tekrarlama süreçleri de artınca kendimi bu tarzda buldum. Artık hissettiğim gibi daha sakin, dingin ve akılda kalıcı eserler ortaya koymaya çalışıyorum.
- Ve en son ‘’Kuvars’’ isimli bir grup kurdunuz. Grup kimlerden oluşuyor ve ne tarz müzik yapıyor peki? Dinleyicileri ile nasıl buluşuyor ve bundan sonraki projeleri nedir?
- Ben sadece tek bir tarz için beste yapmıyorum. Sadece enstrümantal müzikle sınırlı kalamayacağım için hem pop hem de pop rock tarzda besteler yapmaya devam ettim. Bu doğrultuda kendi müzikalitemi yansıtmayı amaçladığım KUVARS adlı grubumu 2009 yılı başında kurdum. Çeşitli müzisyen değişimlerinden sonra grup nihai olarak şu şekli aldı. Vokalde Mutlu Arı, basta Emre Öğütgen, gitarlarda ben ve Tayfun Yılmaz ile davulda Arda Ünlüsoy.
Grup bir süre İstanbul’da çeşitli barlarda eski şarkıları pop rock sounduyla yeniden yorumladı. Halen ara ara önceden belirttiği mekanlarda konserler veriyor. Ama grubun asıl hedefi tabi ki ileride farklı bir tarz içeren sentez bir albüm yapmak. Bu doğrultuda çalışıyoruz. www.kuvars.org sitesinden gerekli bilgilere ulaşılabilir.
- Son albüm ‘’Ufka Doğru’’ on şarkılık enstrümantal bir albüm. Öncelikle ne kadar bir sürede hazırlandınız bu albüme ve kimlerin desteğini aldınız beraberinde? Henüz çok yeni ama nasıl tepkiler geliyor albüme; nasıl karşıladı dinleyicileriniz?
- Bu albümü çıkarmaya 2009 senesinin Ağustos ayında karar verdim. Elimde zaten önceki albümlerde çalan bestelerim ile hiçbir yerde yayınlanmamış bestelerim vardı. ''Saklıkent'' albümünün başarısının tesadüfi olmadığını anlamak ve göstermek adına albümü çıkarmaya karar verdim. Bu albümün kayıtları oldukça uzun sürdü. Çeşitli zorluklarla karşılaştık fakat en nihayetinde albüm 2 ay rötarlı da olsa çıktı.
Bu albümde gitar, çello, ud ve piyano müzik aletlerine yer verdim. Çelloyu yine sevgili Çağ Erçağ çaldı. Piyanoda Eser Taşkıran ve ud da Emre İnanç yer aldı. Albümün edit, mix ve masteringlerini Serdal Karaoğlu yaptı.
Albüm çıkar çıkmaz olumlu tepkiler gelmeye başladı. Müzik listelerinde ilk ona girdi ve bir aya yakın orada kaldı. Gerek web sitemden olsun gerek başka iletişim araçları ile olsun insanların sıkılmadan dinlediklerini ve beğendiklerini duyuyorum. Dinlendirici, sürükleyici ve yormayan bir albüm olduğu bilgileri geliyor. Hedefim albümün daha çok projelerde, dizilerde kullanılarak daha çok duyulması yönünde. Albüm henüz çok yeni, umarım daha çok kitlelere ulaşabilir.
- Peki neden enstrümantal? Yolunuza gerek bu yönde devam etme sebebinizin gerek siz de bıraktığı izlerin cümlelerle tanımı ne? Size göre nasıl bir dinleyicisi var ülkemizde ve yine bu albüm ile birlikte sahne, konser ya da diğer benzeri çalışmalar olacak mı?
- Bazıları vardır sözü yazıp üzerine beste yaparlar. Bazıları da vardır besteyi yapıp üzerine söz yazarlar. İşte ben ikinci gruba giriyorum sanırım. Bu nedenle öncelikle birçok sözsüz bestem oluşuyor, kimisine daha sonra söz yazıyorum veya yazmıyorum. ‘’Saklıkent’’ albümünün başarılı oluşu benim bu yolda devam etmem için bir sebep. Eğer bu albümde de istediğim başarıya ulaşırsam zaten bu yoldan şaşmadan devam ederim. Aslında insanlara duygularınızı anlatmanız için sözlere gerek yok. Ben notalarımla kendimi dinleyenlerime daha iyi anlatabildiğime inanıyorum.
Enstrümantal albüm adına da her gün yeni eserler çıkıyor. Ben şahsen bilindik şarkıların tekrar tekrar farklı albümlerde yorumlanmasından yana değilim. Bunlar tamamen ticari kaygı ile yapılan şeyler. Enstrümantal albüm diğer tarzlara göre az satan bir tarz olduğu için ticari kaygı ile çıkarılmış eserler var. Bilinen eserlerin çalındığı enstrümantal albümlerin sayısı azaltılırsa bu tarzda da kalite de yükselir inancındayım. Aksi taktirde dinleyici kapağa bakıp yıllarca dinlediği eserleri gördüğü albümleri almaya devam edecek. Bu da müzik adına yaratıcılığı engelleyecek ve yeni seslerin ve eserlerin duyulması zorlaşacak. Eski eserleri yeniden yorumlayarak ünlü olmuş bir çok grubumuzu siz de biliyorsunuzdur. Ben bundan yana değilim. Albümüme bu sebeplerden ötürü anonim bir eser dahi koymadım.
Albümümün öncelikle güzel projelerde yer almasını istiyorum. Bunun olması için de görsel ve işitsel medyada sık sık yer alması gerekiyor. Enstrümantal albümlerin konserle fazla tanınacağını düşünmüyorum.
- Müzik dünyasında hemen hemen her gün bir yeni albümle karşılaşmamız mümkün? Bu hareketliliği nasıl değerlendiriyorsunuz? Size göre müzikte kalıcı olabilmek için neler gerekiyor; bu anlamda genç bir müzisyen olarak sizin kriterleriniz nedir?
- Müzik dünyası bence artık tüketim amaçlı işliyor. Popüler kültürün hakim olduğu bir dünyada müziğin de bundan etkilenmesi kaçınılmaz. Çoğu albüm bir iki ay sonra raftan iniyor, kimse bir daha hatırlamıyor. Genellikle basit ezgiler daha akılda kalıcı oluyor. Bence basit, kolay anlaşılan ezgileri güzel bir altyapı ile yoğurursanız hem siz hem de dinleyen tatmin olmuş olur. Ama basit ezgiye basit altyapı yazarsanız iki ay sonra hatırlanmazsınız. Veya karmaşık ezgileri karmaşık altyapılarla süslerseniz yine sonuç aynı olur, dinlenmezsiniz. Eskiden dinlediğimiz hala unutamadığımız birçok eser ortaya böyle çıkmıştır. Yeni eserlerin ise çoğunu yukarıdaki sebepten ötürü kısa bir süre içinde unutmaktayız.
Ben insanların hangi zaman dilimlerinde hangi sanatçıları ve hangi müzikleri dinlediklerini araştırdım. Bu müziklerin altyapılarını, ezgilerini ve sözlerini inceledim. Neden kaybolup gittiklerine baktım. Kendimce çıkardığım sonuçları müzik dünyasında kalıcı olmak adına müziğimde kullanıyorum.
- Dünden bugüne müzikleri ile sizi kimler etkiledi? Bir gün özellikle çalışmayı istediğiniz bir müzisyen var mı bu anlamda? Gerek tarzınızda gerek dışında son yıllarda kimleri başarılı buluyorsunuz peki?
- Çocukluğumdan bu yana hemen hemen her tarz müziği dinledim ve icra ettim. Bence her müziğin enerjisi farklı. Şu veya bu müzik diye ayırt etmeden hemen hemen her şeyi dinlerim. Özellikle çocukluğum Orhan Gencebay, Iron Maiden ve çeşitli pop şarkıcılarını dinleyerek geçti. Tabi bu saydıklarım başı çekenler. Orhan Gencebay bana doğu batı sentezinin nasıl olacağını, yaylı grubun hem batı hem doğu orkestrasyonda nasıl kullanılacağını, bir gitarın bağlama veya ud modunda nasıl daha farklı tekniklerle çalınabileceğini anlatmıştır. Iron Maiden ise barok altyapısını, batı çift seslerini ve orkestrasonlarını öğretmiştir. Her müzik, müzisyene bir şey katar inancındayım. Şu an türkü, pop, Tsm ayırt etmeden her şeyi dinliyorum.
Özellikle bu aralar yeni nesilden Funda Arar ve Mustafa Ceceli’yi çok başarılı buluyorum.
- Ve son olarak müziğin sustuğu yerdeyiz? Orada nasıl bir portre bekliyor bizleri; gündelik hayatta neler sizi mutlu ediyor? Nelere vakit ayırmayı, nelerle uğraşmayı seviyorsunuz?
- Sosyal hayatta sakin ve dingin bir insanım. Olmazsa olmazlarım arasında yürüyüş yapmak geliyor. Sakin, huzurlu bir deniz kıyısında zaman geçirmeyi seviyorum. Sinema ve tiyatroyu da çok seviyorum. Vakit buldukça basketbol ve satranç da oynuyorum. Tabi bu saydıklarımı sevdiklerimle yaptığım zaman daha da mutlu oluyorum.
- Bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ederiz. Nicesinde daha görüşmek üzere.
- Ben de size teşekkür ederim.