Bir Şair ... Bir Dünya ... / Bürran Saka

Sohbetimize sizi kısaca tanıyarak başlayabilir miyiz?

- Kelimelerden hiç korkmadan ve “gizemci yaftası” yemeyi göze alarak, “bir yeni söz” arıyorum bu soruna yanıt verebilmek için … Ve belki de sizden -tarihten- “bir ses” sahi kim'im ki ben?

- Siz ve şiirleriniz … Şiir yolculuğunuzu adınıza bir dün, bugün ve yarın değerlendirmesi şeklinde paylaşacak olursanız, size ve kaleminize dair nasıl bir portre ile karşı karşıya kalabiliriz biz?

- Sözcükler, üzerlerine konuşlandırılan geleneksel anlamlardan bıkmış diye düşünmüşümdür, anarşist bir sözlük var ederek yahut da sözcüklerin “durağan” seslerini evrensele yönelterek geniş zamanlı bir ifade alanı yaratmaktır kendime. Yaptığım şey -ki şiir sanılabilir yanılsamalı bilinçle- ben daha çocuk yaşlarda “ifade edememeler”in ısrarına ondaki insansılığa ve çocuk kalmışlığa takılı kaldım … Şiirimin!!! dünü de budur şimdiki hali de geleceği de …

Kendi sorusunu üreten bir bilinç yine kendi sorusuna soru sorabilecek kişisel tarih bilinciyle ve evrenle ontolojik bağlarımın varlığına işaret eden bir “insanlanma” çabası …

- Kendinizi herhangi bir akımın şairi olarak görebiliyor musunuz ve bu anlamda daha çok nasıl yazmayı tercih ediyorsunuz? Siz nasıl bir Türkçe'nin peşindesiniz?

- İdealize edilmeyecek bir yaşam alanı kastettiğim söylenemez şiir dilimde, tam da burada yaşamın tam içinde olarak ve ama asla mistik bir uyuşma değil, ancak ölümle kurtulunulan bir “boş dünya” safsatası değil tam yaşamın içinde tam da yaşamın gözbebeğine bakarak yapılabileceğini sandığım bir estetik varolma biçimidir şiir. Bunu derken de bir biçimi sunabilirim şu ya da bu “izm” e yakın da durabilir bu söylem ama sonuçta tekildir ve bu tekilliğidir beni ilgilendiren … Tekil değerlidir ve duruşu kendine hastır özneldir kavramlarını kendi iç diliyle oluşturur …

“Diligram” bir Türkçe isterim doğrusu kendisi olan ve kendinden başka bir şeye benzemeye çalışmayan sezgisel olduğu kadar ideolojisi de olan bir dil … Dili salt kendi başına “iyi şeyler söylemek” için kullanıma açar ve adına da edebiyat derseniz üstelik içine bir “akım” da koyarsanız bu olsa olsa bir ampulün anahtarına benzer her açtığınızda aydınlatıldığınızı sandığınız bir aynılık ve bunu fark edemeyen bir algısal duruş … Edebiyat diye “öğretilenin” ne kadarı edebiyattır bu bakma biçimiyle; bütün şiiri birbirine benzeyen bir Anadolu, bütün sesleri birbirine benzeyen şarkıcılar ve bütün söylemleri aynı demagojik jargonla beslenen hamaset erki … Hamaset erki kendi dilini dayatarak oluşması olanaklı  anarşist yahut da itiraz eden dili   daha doğmadan kürtaj etmekte … Yetmediği yerde mistik jargonu devreye sokup insanlara “ölmenin bir kurtuluş” olduğunu dayatan pespaye bir dile sarılmakta …

Benimde boğazına kadar içinde olduğum “susma dilini” öngören bir dil yobazlığı … Dil bizde susmak için kullanılan ve susulması gerektiğini ezberleten bir bilinçaltı yaratsın diye kullanılır adeta …

Hani bir akımın piri sayılan Necip Fazıl bakın nasıl uyuşturma peşindedir kendini ve elbette uyuşmaya hazır bilinçsizlikleri;

“insanlar içinde en yalnız insan!
Düşün taş duvara başın gömülü.
Ve kapan sükuta granitten taştan…” Necip Fazıl Kısakürek

Mistik bir yalnızlanma algısı ve taşa gömülü bilinç … Şiir yazmaya ne gerek varmış demek geliyor içimden!  Ölüp bu yalnızlıktan kurtulmak varken … İşte dilin bizzat dile (insan bilincine) düşman kesildiği ve bunu bir “izme” kurban etmiş hasta bir dil …

Hayır ben Bürranizm!!! peşindeyim ve arkamda da kimseyi istemiyorum …

Ben kendi şiirine düşman biriyim bu anlamıyla şiirin ne'liğinden beslenmemek peşindeyim bir açıdan … Eğer beni itiraz etmekliklerden alıkoyacaksa o barışmanın yavşak şiirini  yazmam da … Şiirin yavşak niteliğiyle erki selamlayan duruşu isterse “milli marş” olsun bana uzaktır ve etkilenmem bundan … Mehmet Akif hayatının en büyük hatasını yapmıştır örnekse  “sipariş şiir” yazarak, dilediğiniz kadar içiniz titresin okunurken, şiire ihanettir bu!!!

Bin milli marş eder bence “Kuvayi Milliye Destanı” şiir olmalık bakımından … Biri reeldir bir hamasetin dikalası …


- Gerek kalemleri gerek duruşları ile özellikle inandığınız ve takip ettiğiniz şairler kimler?

- İsimlere değil şiirlere bakıyorum, benim için köşe başlarını tutmuş “izm” ci şiir sanayicilerinin ne dediği de önemlidir,  dünya şiirinin ne dediği de … Shakespeare okumamış yahut da Karacaoğlan'da tıkanıp kalmış yahut bir “izm” için içi boşalmış şairleri de … Kendini şiir yazdım sanan -ki biri de benim- herkes benim için önemlidir …

Bilince çıkarmaktan söz ediyorsak Nazım Hikmet Türk edebiyatının devrim adıdır derim ama onu da ezberlemem, Rilke'yi anlamaya çalışırım ama kapanıp kalmam anlattığı kasabanın evlerinde …

- Şiirleriniz ile buluşmamıza fırsat vermesinden tutunda bu söyleşimizin de yine içinde yer alacağı bu ortama yani internet üzerinden gerçekleştirilen yayınlara uzandığımızda şiirin edebi yolculuğu size göre nasıl bir noktada? Ve yarınlar adına sizce neler bekleyecek bizleri burada?

- Bir insan olarak yaşamı olumlamaktan başkaca bir  çarem yok, kaldı ki  net-edebiyat diye bir sınıflamanın doğru olmayacağını düşünüyorum. Edebiyatın nerede yapıldığının hiçbir önemi yoktur, nitelik talebim vardır belki de çabamın sebebi edebiyat alanında yüzleştiğim etik-ontolojik sorularla bu sorulara verildiğini sandığım cevapları yakalamaktır … Bu yol nerede kiminle nasıl kesişir doğrusu merak bile etmiyorum …

- Peki bu ortamlarda şiirlere - şiirlerimize getirdiğiniz eleştiriler? Bu anlamda seçici davrandığınızı ve adıma yazdığınız her kelimenin altını ayrı ayrı çizdiğinizi biliyorum örneğin. Burada nasıl bir kriter yaratıyorsunuz kendinize ve nasıl bir ruh hali ile sarılıyorsunuz o şiirlere? Genelinden nasıl sonuçlar çıkartıyor ve sonrasını da takibinize alıyor musunuz bu eleştirilerinizin?

- Eleştiri yerine belki daha nahif kaçabilir ama “çözümleme çalışması” diyebiliriz yaptıklarıma … Şiirin içine girmek doğrusu kolay değildir ve bazen bir şiir yazmaktan daha çok zorlanıyorum ancak söylemem gerek ki eleştirel! bakma biçimi  beni diğer her şey gibi beslemektedir. Birlikte olmak bilincinin boyutlandırılası gerekmektedir, bizler eleştiriyi bir naat söylemi kılığından çıkarmadıkça gelişemeyiz … Koca koca şairlerin -ki bütün dünyada bu  böyle ve bence edebi etikten söz edilemez hani en azından dürüstçe değildir-  kitap arkaları daima, başka koca koca şairlerin elim sende oynadıkları yazılarla doludur. Cesurca ve özgürce şiir yazmak ve yine aynı cesaretle eleştirileri dinlemek ve çelişkilerden beslenmek gerekir …

Öteden beri kişilikler üzerine oturtulan eleştiri kendi içinde bir savunma mekanizması oluşturmuş ve buna bazen inanılmaz ama “poetika” demişiz … Şair kendini savunduğu bir ideolojiye teslim ederek şiirini ötekileri yadsımayı denemekte ve kabuk kalınlaştırmaktadır … Söylemleri şeffaf olmayan kendi çelişkili duruşundan çekinecek  giderek bununla yüzleşmek yerine teslim olmayı deneyecek ve silinip gidecek kendi sığ tarihinde … Varoluş çelişkilerinden kaçan korkak düzeyler ve deyim yerindeyse “pısırık şiir” üreten tekrarcı dolorist bir şair sınıfı var, şiirini sürekli ağlayan bir gırtlakla okuyan bütün şiirlerin sanki salt hüzün ve ağlaşılmayan!!! Şiirin anlaşılamazlığından dem vuran gelenekçi bir sınıf … Ben öylece bakan olmak yerine baktığımı hissettirmek peşindeyim olsa olsa …

Bir de eski -yeni şair, yaşlı- genç şair, dişi- erkek şair, yabancı-yerli şair, kitaplı-kitapsız şair sınıflandırmalarını doğru bulmamaktayım … Şiirin çıktığı kaynak tarihçilerin  bir de magazincilerin merakını cezp etsin …

- Şiire emek ve yürek vermiş biri olarak genç kalemlere vermek istediğiniz bir mesaj ne olabilir tarafınızdan?

Buradan “genç kalem” sözünü çıkartıp şöyle diyebilirim; sadece yazdıklarını okuyan narsisist (özsever) bir metot da bir yöntemdir, bütün dünya şiirini okuyan kendi yaşadığı coğrafyayı özümseyen ve kendi tarih bilincinin pimini çekebilen cesur bir duruş da ve yeni bir söylem peşinde koşturan bir üst dil belki de bize yeni bir yaşam alanı kazandıracak özgür ve özgün bir imgelemin içkin ve aşkın anlatıma yönelimi de bir yöntemdir … Yahut da sizin kendi yönteminiz kimsenin  bir şeye benzetemediği bir “şey” de şiir için yetebilir … Ama bütün bunların içten olmaklığıdır aslolan, yöntemsellik yahut ekol denemeleri içi dolu bir bilincin şiirini bozamaz …

- Yeniden size dönecek olursak günümüzde yayınlanan özellikle şiir dergilerine karşı yorumlarınızı merak ediyorum. Bir yerde bu kadar içinde iken şiirlerin bir yerde de bu yanını takip ettiğinizi ama içinde olmadığınızı fark ediyorum. Bunun herhangi bir sebebi var mı sormak istiyorum?

- Tüm zamanlarda insanoğlunun yaptığı bütün “iyi şeyler” tarihte gerektiği yeri almıştır … Tıpkı kötü şeyler gibi …

Bunun için ekstra çaba göstermek yapılan işe güvenmemektir, popülerlik kısa erimli kazanımlar sunabilir ancak uzun erimli düşüş çok daha trajiktir insan hayatında … Yazılı basına karşı olmak değildir derdim yahut herhangi bir arayışın nesnel söylemi, afazik bir durumdan söz ediyorum, ifade edişin olmazsa olmaz yolunun bu olmadığından, birbirini anlamanın yolunun bu olmadığından buna itiraz geliştirmek gerektiğinden, samimi bulmadığım imza günlerinden bulaşıcı bir hastalık gibi yakamıza yapışan şu kokuşmuş popüler kapitalist jargonla ifade edilişten…yazacaklarım bir kitap edene kadar onu eline alanın beni satın almadığı ve benim en iyi şeylerimi “şiirlerimi” satmadığımı  anlatana kadar “kitapsızım”…

Türkiye'de çok şair filan yok ayrıca eğer siz aynı şeyleri yapanların fazlalığından dem vuruyorsanız evet böyle bir istatistiki gözlem doğrudur görece olarak … ”Bunca şair var ama neden şiir üretilemiyor “ kanımca sorulması gereken en isabetli soruydu … Kaldı ki bütün dünyanın problemi bu ülkeden farklı da değildir…

Irk-din sarmalını dilinden (bilincinden) sökemedikçe insan yaşadığı coğrafya neresi olursa olsun şiiri faşisttir ve onu satın alanlar ancak kendi bıçaklarını bileylemek için kullanırlar şiiri oysa şiir; daha doğmadan yaşanan geleneksel ölümü köreltip  yerine diri diri ölünen başka bir ölümü olumlamaktır bir açıdan …

Ve bu ciddi bir cesaret gerektirir çünkü faşist şiirin lojistiği bin yıllardır hazırdır ve hiçbir cesaret de istemez çünkü teması “başkalarının eylemsizleştirme” üzerine kuruludur …

Şimdi yeniden okuyun bütün metinleri … İçtenlik ve insan zerrelerinin yakalandığı kaç şiir kaç şair tanıyorsunuz şimdi … çok mu!?.

- Sizin şiirlerinizi okuyanlar isminizi takiben mutlaka bu iki kelime ile karşılaşırlar ve bunun hikayesini şimdi sizden dinlemek isteyebilirler? Hocam nedir bu ‘'Trapezus Zamanlar''?

- “Trapezus” reddedilen bir tarihtir bu coğrafyada … Ben beni var eden bu toprağın ta kendisiyim adı ve sıfatlarıyla ilgilenmem … Varoluşumun kanıtlarını ararım ben “neredeyim'den” daha fazla bir soru gerektirir bu, ben bu toprakların toprak olmaklığı sonucuyum adıma Bürran dendiği ve şeklen insana benzediğim için değil … Hiç kimse benim toprağımın ölülerini reddedemez, bu reddedenin trajedisidir sadece, bu yüzden “trapezus” ve bu yüzden en geniş zamanlı halini kucaklamak tarihimin … Bu topraklarda yaşayan bütün ölüler benim ölülerimdir ve yaşayacak herkes benim tozlarıma basarak yürüyecektir … Tarih bilinci palavradan kahramanlık şişinmeleri kitabı yazmak değildir … Bir insana yapılacak en ağır işkence tarihini silmektir, kendisini öldürebilirsiniz, insan düşebilir yaralanabilir tekrar ayağa kalkabilir yahut bunun nedenlerini sorgulayabilir ama siz tarih bilincini sökerseniz yok sayarsanız boş bir çuvala döner insan …

“Trapezus Zamanlar” bu topraklara borcumdur benim…

- Sizin ‘'Odalar'' başlığı altında ayrıca takip ettiğimiz ve bize öylesi ince dokunuşlarla yakın bir de şiir diziniz var. Kimi yerinde aynı birbirini çok iyi tanıyan ve anlayan, kimi yerinde farklı belki birbirinden uzak hayatlar bu noktada birbirleri ile kesişiyorlar. Özetinde nasıl bir ders alalım bu odalardan, nasıl bir sonuç çıkartalım kendimize?

- Odalar hepimizin en çok yaşadığı alanlar ve hep bir yalnızlığın çekip çevrelediğini sandığımız paradigmalarla dolu … Ve kişisel olduğunu sandığımız belki de hepimizin ancak biz olabildiğimiz içimizin içi odalar … Ve oda tek başına bile bir sıcaklık ifade eder bana, kelime kendi başına dahi çok şeydir benim için … Bir oda dolusu söylem değil bir odadan söylemek istediğim bir şeyler bunlar, odalarıma izinsiz girebilir dilediğiniz kadar kalabilirsiniz, bütün özel eşyalarımı kullanabilir duvarlarıma şiirler yazabilirsiniz, kilidi olmayan yerlerdir odalarım, sıkıldığınızda izinsiz çıkabileceğiniz hatta kızıp kapısını suratıma çarpabileceğiniz özgürlüklerinizin olduğu odalar, benim olan ama aslında hepimizin olduğunu bal gibi bildiğimiz “biz” bilincime çıkarmaya uğraştığım odalar, sevgi imalathanem, kendi tanrımı kendim yaratıp  kimsenin tanrısına kalmadığım mis gibi mistik!!! Odalar, duvar renklerinden düş renklerine kadar sıcacık belki buz gibi ama her an bir ayak sesinin duyulma ihtimali olan odalar, dostlarımla kafa göz patlattığım kendimi linç ettiğim kendimi aldattığım ilham perime tecavüze yeltendiğim odalar, şiirimin annesi odalar, bütün evreni içine alacak denli  odalar … Bütün yolculuklarımın başladığı yer bütün dönüşlerimde hiç şaşırmadan, kıskanmadan, nazlanmadan “başı ağrımadan” beni içine alan odalar …

Evet odalarınızı sevin göreceksiniz o sizi çok daha çok sevecek …


- Söyleşimizin sonunda bir şiirinizi bizlerle paylaşabilir misiniz sayfalarımızda?



TARİHSEMELER



bir tarih yazmalısın
atlar geçmeli yanaklarından
güneşi sedef kakmalı sürmene bıçağı
dağın şakaklarında parlayan
ve
bir sevgiliniz olmalı içinde
sözleri yaşlı kara çam
bedeni maçka maçka orman...

bir şiir yazmalısınız
insana benzemeli insan
öyküsü karasu
harfleri anne işi
bilinci demir yontusu

bir tarih yazdırmalı sana aşk
hüznünü yıkayıp ikizderede
şarkı gözlü bir karıncada ağlayan
ve saklanıp ceylanın gözbebeğinde
edeple susan...

.../


başka tarih yazmalısın
toprağı insan eliyle okşanmış
ağzı karadeniz kadar kocaman
böğürtlen mevsiminde savaşmayıp
sabahı çocuklara sorup uyanan...


bir dostun olacaksa şayet
fındık fındık doyurmalı seni
çağırsa bulut olmalısın
su ister yangını belki...


beni bana bağışlamalı yaşadıklarım
ki bana sadıktır gövdem
umut bir bardak çaydır
özgür bir coğrafyada demlenen...


bir aşkın koynundaysan nihayet
serçelerle öpüşmeli dudağın


ve öpecekse
bir kestane yaprağı gibi
düşmeli dudağa beden...


ve ölecekse
bir kestane yaprağı gibi
usulca düşmeli toprağa beden...



Bürran SAKA
"trapezus zamanlar"


”şiir; bir bakıştan sonra aşkı anlatacak en kısa eylemdir … Bürran Saka”

- Hocam sizi tanımanın mutluluğu hayatın en güzel şiirlerinden biri benim için. Söyleşimiz için çok teşekkür ederim ve ayrı saklayacağımı bilin isterim. Size siz deyiminizle bin şiirle kalınız hocam.

Söyleşi : Kadri Karahan /Mart 2006