- ‘’Düğüm’’ isimli albümünüz ile yakın bir zaman önce buluştuk ki bu keyifli yolculuğu bütünü ile dinlemek adına en başa dönelim istiyorum. Bir dönem çeşitli gruplarla başlayan müzik hayatınız daha sonra yolunuzun Londra’ya düşmesi ile bambaşka bir şekil alıyor? Beklediğiniz bir şey miydi bu ya da her şey nasıl gelişti o süreçte?
- Aslında Londra’ya gelirken tabi ki istediğim çok şey vardı ancak beklediğim ne vardı onu çok hatırlamıyorum. Müzikal tiyatro seçmelerine katılmaktan başka çok bir planım yoktu. Buranın bana sunacağı şeyleri gözlemlemeye hazırdım ve benim burada olan bitene açık olmam sayesinde gelişti her şey zaten. Yoksa böyle hayatımın dönüm noktası vs. gibi bir an söz konusu olmadı hiçbir zaman. Sürekli araştırdım, çalıştım, şarkı söyledim ve adım adım olayın içine girdim.
- Önemli müzisyenlerle kesişen yolunuz daha sonra önemli mekanlarda pop ve caz çizgisinde konserler ile de devam ediyor ki beraberinde birçok festivalde de yer alıyorsunuz ve tüm bunlar devam ederken BBC Radyosu’nun ilgisini çekiyorsunuz ve kendilerinden bir davet alıyorsunuz. Bu birliktelikleri, size kattıklarını ve beraberinde bu gelişmeleri nasıl özetleyebilirsiniz?
- Yaptığımız her şeyden güzel bir şey çıkarabildik sanıyorum. Bir önceki soruya da cevap verdiğim gibi adım adım gidiyorum. BBC Radyosu mesela; benimle röportajı yapan ve albümü destekleyen DJ Ritu, bizi bir festivalde dinlemişti. Onun üzerine röportaj yapmayı teklif etti ve programlarında şarkılarımı çaldılar. Albümün prodüksiyonunu yaptığımı müzisyenler ve şu andaki grubum da bu şekilde oluştu. Biriyle oturup bir şarkı söylemişimdir bir yerde, biri başka bir konserde görmüştür. Böyle böyle yıllar içinde kafamızın çok güzel uyuştuğu ve epeyce çalışkan bir ekip oluşturduk.
Bana burada yıllar içerisinde çaldığım, kayıt yaptığım insanların katkılarının haddi hesabı yok. Hem bilgi olarak, hem çalışma disiplini, hem de ilham olarak. Çalıştığım her insandan bir şeyler kazandım ve bu açıdan kendimi çok şanslı hissediyorum.
- Tüm bu hareketlilik esnasında bir albümün zamanıydı artık ve çalışmalarına başladınız. Önce İngilizce ve internet üzerinden satışa çıktı şarkılarınız daha sonra yeni şarkılar eklendi ve Türkiye’de de ‘’Düğüm’’ adı ile bizlere ulaştı. ‘’Düğüm’’ ve şarkıları nasıl bir araya geldi. Hazırlığı bütününde ne kadar sürdü bu çalışmanın ve kimlerle çalıştınız bu albümde?
- Ta en başlarına gidecek olursam, Soho’da Ronnie Scotts diye bir jazz klubü vardır. Onun yanında bir barda bir ara Cuma akşamı programı yapıyorduk. Sahan Satis de Ronnie Scotts’un ses mühendisiydi. Ara verdiğinde çıkıp bizi dinliyordu. Bir kere Türkçe bir şarkı söyledim, Türk olduğumu anlayınca muhabbete başladı. Sonra arada oturup çalıp söylerken bir iki şarkı yazdık. O sıra ağzımdan daha çok Türkçe sözler dökülmeye başladı niyeyse. Sonra bir jazz jam session’da (eyvah, bunun Türkçesini bilmiyorum :) davulcu - prodüktor Tansay Omar ile tanıştım. Onunla da oturup çalarken birkaç şarkı çıktı. Sonra üçümüz bir aradayken dedik bu çıkan birkaç şarkıyı seviyoruz, bir albüm yapalım. Yapmasi iki yıl kadar bir zamanımızı aldı. Yani tabi iki yıl boyunca oturup her gün kayıt yapmadık. Kendi imkanlarımız ile ve kendi vizyonumuzla yaptığımız için elimize para geçtikçe üzerine yeni bir şeyler koyduk, sınırlarımızı zorlamaya çalıştık vs. Bütün bunlar zaman alıyor. Sonra Türkiye’de basıp dağıtacak bir şirket bulması iki yıldan da fazla aldı.
Albümde Tansay ve Sahan’dan başka birçok insanla çalıştık. Londra’da birlikte çalıp söylediğimiz epeyce müzisyen parçalarda yer alıyor. Onun dışında Amerikalı müzisyen Michael Ward Bergerman bir parcada hem akordeon çaldı hem de aranjmanlara katkıda bulundu. ''Sana Şarkı'’da klarneti Selim Sesler çaldı. Londra’ya konsere geldiği bir gün onunla kuliste kayıt yaptık.
- Albümde en sevdiğim iki şarkıdır ki biri ‘’Sana Şarkı’’ diğeri ‘’Sormasaydın’’. Ne güzel ki sade, samimi, içten bir şekilde klipler de hazırladınız bu şarkılarınıza. Albümün bütünü de aynı naif bütünlükte. Ben iyi bir müzik dinleyicisine bu albümün ulaştığını biliyorum ve memnun ayrıldıklarını da. Peki ya siz? Nasıl değerlendiriyorsunuz bu albümü; sizin için nasıl bir renk oldu?
- Çok teşekkürler. Beğendiğinize çok sevindim.
Benim için bu albümü yapmak müthiş bir eğitim oldu. Evde oturup bilgisayara mırıldandığımız şeyleri kapağın içine girdiği noktaya kadar götürdük. Bütün bunları yaparken etrafımızdaki yaratıcı insanlardan destek aldık. Büyük stratejiler, paralar falan olmadan. Bence bizim samimiyetimizden dolayı etraftan gelen katkılar da çok samimi oldu. Mesela kapağı da ‘’Sana Şarkı’’nın klibini de Kabum Canlandırma yaptı. Hem tasarıma, hem de klip icin getirdikleri fikre hayran kaldim. Sanki ben yapabilseymişim de zaten bunu yaparmışım gibi.
Tabi şimdi kaydettiğimiz parçalarda önceki albümdeki eksiklerimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Neticede hiç durmadık, sürekli yazdık, çaldık, söyledik ve kaydettik. Bu gelişmelerin yeni şarkılarda dinleyenlere yansıyacağını umut ediyorum.
- Albüm çıktıktan sonra Türkiye’ye de geldiniz ve çeşitli mekanlarda konserler gerçekleştirdiniz. Sahne sizin için nasıl bir heyecan, orada sizi seven ve şarkılarınıza eşlik eden insanlarla buluşmak nasıl bir duygu? Çok yeni ülkemizdeydiniz ama yeniden sizi dinlemek için ne kadar bekleyeceğiz?
- Sahne benim için müthiş bir heyecan. Orada bir dünya yaratıyor olmak hissine epeyce bağımlıyım sanırım. Zaten 14 yaşımdan beri söylüyorum sahnede. Bazen bir konserde birçok şey ters gidebilir. Eve dönüp nerden bulaştım bu işlere derim mesela, sonra bir gün geçmeden o his silinir. Oradaki paylaşımı, enerjiyi çok seviyorum. O yüzden sahneye çıkmanın getirebileceği herhangi bir tersliği, riski, rezil olmayı bile göze almaktan korkmuyorum. Ayrıca normalde çok sakarımdır mesela. Ne kadar hoplayıp zıplasam bile sağı solu dağıtmadığım tek mekan sahne :)
Türkiye’ye tekrar ne zaman geleceğimizi hiç bilmiyorum. Konserler ayarlanırsa uygun koşullarda, gelmek çok büyük bir problem değil. Neticede Türkiye’de çalmaktan keyif alıyoruz.
- Katılmış olduğunuz Okan Bayülgen’in programında kendisi size ‘’aranan kan bulunmuştur’’ diye bir cümle kurmuştu. Sizin enerjiniz o gün orada olanlara ve ekran başındaki izleyiciye öylesine güzel yansımıştı ki daha sonrası çeşitli platformlarda da olumlu yazılar okumuştum. Büyük büyük bir iddianızın olmadığını ama işinizi doğru bir şekilde, samimiyetle yapmaya çalıştığınızı düşünüyorum ki bu da doğru olanı beraberinde getiriyor; yanılıyor muyum? Sizin için formülü nedir başarılı, kalıcı olabilmenin.
- Bence de bu şekilde yapmak doğru olanı beraberinde getiriyor. Okan Bayülgen’in desteği çok içtendi gerçekten ve beni çok memnun etti. Çok güldürdü de. Günlerce de güldüm sonradan.
İşi doğru bildiklerimle ve samimiyetle yapmaktan vazgeçmeyeceğim. Bu formül beni kalıcı yapacak mı tabi bunu sonradan görebileceğiz. Ama şimdiye kadar attığım her adım bu sayede oldu. Tasarlanmış PR paketleriyle falan değil.
Başarıya gelince, içten bir şey yazdıysam ve insanlara ulaştırmak için gerekeni yaptıysam, onlar da sunduğumu olduğu gibi algılayıp kendilerinden bir şeyler buldularsa kendimi başarılı hissediyorum ben zaten. Bu paylaşım büyüdükçe daha da başarılı hissederim. Yani başarıya bakış açım biraz farklı. Herkesin başarı kriterlerinin kendine has olduğunu ve olması gerektiğini düşünüyorum.
İddiaya gelince durum farklı. Kendi kendime çok iddialarım vardır ve yapamayacağım bir şey olduğuna inanmak istemem. Bu hırs olarak algılanmasın çünkü mücadelem kendimle ve kendi kafamdaki teorilerle, başkası ile değil. Çok duyarsınız o zor, bu zor, ondan o olmaz, bundan bu olmaz, vs. Ben bunları hiç dinlemem mesela. Aksine bana güç verir. Sonucunda para veya şöhret getirmese bile kendi kafamda yarattığım bir teoriyi hayata geçirmişimdir. Zaten böyle yapmazsam başka ne yapacağım ki?
- Londra’da çalışmalarınız devam ediyor. Aradaki farkı nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani ülkemizde müzik yapabilmek ile İngiltere’de müzik yapabilmenin, müzisyen olabilmenin aralarındaki benzerlikler ya da farklılıklar nelerdir? Çalışmalarınız bundan sonrası adına nasıl devam edecek, yeni bir albüm ile mesela en yakın ne zaman karşılaşacağız?
- 10 yıldır Londra’dayım, o yüzden son birkaç yıldır gidip gelişlerimdeki gözlemlerime ve oradaki müzisyenlerden duyduklarıma göre ancak yorumlayabilirim, umarım çok acımasız olmaz. Burada sistem kendi başınıza bir şeyler yapabilmek için daha müsait. Türkiye’de serbest çalışan sanatçı olmak, CD bastırmak, dijital yayınlamak gibi şeylerin bürokrasisi çok daha ağır gördüğüm kadarı ile. Burada öyle değil. Hem kendi ürününüzü oluşturmak ve geliştirmek için sistem müsait, hem de yaymak için de daha fazla konser, festival gibi imkanlar var. En başta bu tür zorluklar yüzünden, gördüğüm kadarı ile Türkiye’de her şey ünlü olabilecek bir insanın çevresinde oluşuyor müzikten çok. Burada güzel bir şarkının pesinden gidebiliyor DJ’ler, organizatörler, prodüktörler çünkü ünlüye bağlı olmadan da bir şarkının bir yerlere gidebilme şansı var. Ayrıca ortak çalışmalar da bu yüzden sanırım burada daha çok. Bir de galiba burada daha mütevazı bir çalışma ortamı var. Ama bu zorlukları yıktığınız yerde Türkiye’de de bence birçok insanın inandırılmaya çalıştığının aksine yeni müzik ve çeşitlilik isteyen çok insan var ve bununla karşılaştığında da değerini biliyorlar. Neticede yıllardır çesit çesit makam ve ritim dinlemiş, geliştirmiş bir milletiz, son derece derin de sözler yazıldı birçok sanatçı tarafından. O yüzden sektördeki insanların konuşmaları ve dayattıkları bana hiç gerçekçi gelmiyor.
- Gerek ülkemizde gerek dünya üzerinde özellikle dinleyicisi, yakın takipçisi olduğunuz müzisyenler kimlerdir? Bir gün için mesela dilediğiniz, içinde olmayı istediğiniz bir proje ya da birlikte çalışmayı istediğiniz bir müzisyen var mı bu anlamda?
- Çok ciddi bir müzik dinleyicisiyim. Yani müziği oturur dinlerim, yanında da başka bir iş yapamam, ancak belki temizlik yapabilirim. Ama müzik takipçisi değilim maalesef. İnsanlar ne yapmış, ne çıkartmış, hit şarkılar nelermiş hiç takip etmem. İyi bir şey değil bu tabi ama müzik böyle olay formunda ilgimi cekmiyor, sadece kendisi ilgimi çekiyor. Bir de zaten bulunduğumuz çevrede herkesin kendi şarkıları olduğu için genelde arkadaşlarımın son yazdıkları şarkılardan haberdar oluyorum. Onlar dışında yıllardır sıkılmadan dinlediğim sanatçılar Kate Bush, Bjork, Django Reinhart, Ella Fitzgerald, Nina Simone, Massive Attack, Tricky, Miles Davis, Zeki Muren, Kruder&Dorfmeister, hocam Timur Selçuk ve daha birçok sanatçı.
İkinci soruya da hep aynı cevabı veriyorum. Bazen diyorum doğru değil mi acaba böyle düşünmem ama zorlamakla olmuyor tabi, değişen bir şey yok. Sevdiğim dolu müzisyen var ancak birlikte çalışayım diye hayal ettiğim kimse yok. Ara sıra baska projelerde yer alıyorum tabi ve bunun hem maddi açıdan katkısı oluyor hem de performans adına normalde konsantre olmadığım yönlerimi geliştiriyorum. Ancak benim esas istediğim çalıştığım insanlarla işlerimizi giderek daha iyiye götürmek. Etrafım son derece kabiliyetli, yaratıcı ve özverili insanla dolu. Birlikte çalışmaktan o kadar zevk alıyoruz ki, oturup keske bunlar yerine şunlar olsaydı diyecek bir durum olmuyor. İmkanlarımız artsın ve daha çok güzel şeyler yapalım istiyorum. Tabi arada parası olan biri gelip yatırım yapsa hiç fena olmaz :)
- Ve son olarak notaları bir yana bırakacak olursak bir de hayatınızın diğer detaylarına dokunabilir miyiz? Sizin için hayatın diğer renkleri, güzellikleri nelerdir? Fırsat bulduğunuzda nerelerde olmak, neleri tatmak, neler ile vaktinizi değerlendirmek istersiniz?
- Notaları bırakınca benden geriye fazla bir şey kalmıyor!!! Şaka maka, pek enteresan bir tip olduğumu sanmıyorum. Geçinmek için para kazanmaya çalışmak ve müzik herhalde hayatımın hem ana hattını hem de detaylarını oluşturuyor. Eskiden vardı birkaç hobim ama zaman içinde yok oldular maalesef. Etrafımdaki insanlar, ev arkadaşım, komşularım da benzer oldukları için, onlarla da ne zaman bir araya gelsek çalıp söyleriz.
Evde durmayı çok severim. Maalesef kendi kafamın içinde haddinden fazla zaman geçiririm. Bazen öyle ki telefona bile cevap veremem. Uzun uzun yürümeyi severim. Onun dışında, dans etmeyi, sevdiğim arkadaşlarımı görmeyi, onlarla teke tek zaman geçirmeyi severim ancak biraz gelişigüzel üslupta sanırım çünkü yıllardır çok insan karabatak adını takmıştır bana. Günlük hayatın basit olay ve durumlarındaki komik, ironik şeyleri yakalamayı, bunlara gülmeyi, şaşırmayı, sonra bunları arkadaşlarıma aktarıp onları güldürmeyi severim. Doğayı çok severim ama manzara olarak değil, içinde olup çime, kuma, çamura bulanmayı severim.
Böyle çok güzel bir şeyi, bir yeri, gideyim de göreyim gibi motivasyonum olmuyor malesef. Yolda karşıma salyangoz çıksa yeterince güzel buluyorum ve mutlu oluyorum zaten ama uğraşacağım biraz bu konuda kendi üzerimde :)
- Çok teşekkür ederim bu keyifli söyleşi için. Daha nice albüm yeniden görüşebilmeyi diliyorum. Londra’ya sevgiler.