müzik - hâl / Can Şengün

- İlk albümünüz ''Canlı Müzik'' ile geçtiğimiz aylarda müzikseverlere merhaba dediniz. Bu albümünüze gelmeden, bir nevi öncesini merak ediyorum size dair ve sormak istiyorum, müzik ile siz ne kadar zamandır birliktesiniz?  

- Doğrusunu söylemek gerekirse, müzik ile tanıştığım - müziği fark ettiğim an - hayatımda ne olduğunu,o güne dek anlamadığım, fakat aramakta olduğum çok yüce bir duygu'ya sonunda kavuştuğum bir uyanış şeklinde tarif edilebilir. Bu da takriben 7- 8 yaşlarıma denk geliyor.Bu duygu, benim her daim içimi ısıtan,ve güven veren bir histir. O günden sonra,top oynamak, bisiklete binmek, video oyunları..., hep ikinci planda kaldı. Müzik, bir enstrüman çalmak, benim, arkadaşlarım ve çevreme karşı küçük sırrım, sihirli değneğim haline dönüştü. Hâlâ da öyle.

- Biyografinizi okuduğumuzda evet, sizinle tanışıklığımızın bu albümle olmadığını fark edebiliyoruz aslında. Bugüne kadar yayınlanan birçok albümde birçok müzisyen ile çalıştınız ve dinleyiciye yansıdınız böyle (Bir yerde okumuştum 260 albümde çalışmışsınız şu ana kadar). Bu yolculuk nasıl başladı? Stüdyo müzisyenliği, uzun soluklu turneler ve grup çalışmalarınız oldu. Tüm sorunun özeti, albüm öncesi çalışmalarınız belki.  

- Aslında benim kafamda, ” birgün şahane bir stüdyo müzisyeni olacağım” şeklinde bir karar yoktu. Gitar çalmak, şarkı yazmak, üretmek benim için her zaman esastı ve bunları yaparak aldığım haz, müzik listeleri veya bir takım kişilerin beni hangi sıraya layık gördüklerinden çok daha önemliydi. Müziği ve değişik türleri,genel olarak çok seven ve dinleyen biriyseniz bu, sizi, uygulama konusunda da bilgili yapıyor. Çok küçük yaşlarımdan itibaren,herkesin grup kurmak istediği veya bir parçanın bir bölümünü çalıp,göstermemin istendiği biriydim.  

Derken, bazı abiler, “Can, şu şarkıya şöyle birşeyin çalınması gerekiyor. Sen çalsana” şeklinde yaklaşımlarda bulunmaya başladı. Ben de ilk stüdyo ortamları ile tanıştım böylece. 18 yaşıma denk geliyor bu anlattıklarım. Ankara'da işler fazlasıyla yavaş ve renksizdi. Ben de bir gün aniden İstanbul'a taşınmaya karar verdim. Aynı günün sonunda da İstanbul'a taşındım zaten. İstanbul maceram pek de iç açıcı başlamadı. Bir şekilde geçimimi sağlamam gerekiyordu. Evim yoktu. 2 hafta bu arkadaşımın evinde, 1 ay diğerinin evinde yaşamaya çalışarak günlerimi geçirdim. O zamanın profesyonel müzik sahnesinde “gitar” pekçok kişi tarafından sahnede kullanılmayan bir enstrümandı. Onun yerine gruplarda 2 hatta 3 tane keyboard'cının olduğunu hatırlarım. Bunun bir sebebi, tabi, keyboard'ların daha şaşalı sesler çıkarmaları idi. Yeni yeni türemekte olan “star” ların da bu görkemden faydalanmaları herhalde gerekiyordu! Bu dönem aynı zamanda neredeyse, hiçbir önerisi ve şahsi üretimi olmayan “şarkıcı” ların devamlı üreyip çoğaldıkları zamanlara denk gelir...  

Ben tabi kiminle tanışsam, ”Merhaba ben gitar çalıyorum, parça yazıyorum, reklam müziği besteliyorum” vs vs. gibi kendimden bahsedip duruyorum. Aranjörler ve plakçılar da “ bu herifin saçları uzun, kesin Heavy Metal'cidir” dedikleri için, çalma imkanı bulduğum nadir anları değerlendirip, hayatta kalmaya çalışıyordum. Zamanla bir çevre edinmeye başladım. Millet de “gitar” adlı enstrümana gereksinim duymaya başladı. Dünya müzik trendlerinde de gitar zaten çok fazla kullanılmakta olan bir enstrümandır. Sonrası, işte herkesin de bildiği gibi, yıllar boyunca pekçok albüm,oraya buraya turneler... (Avrupa - Rus federe devletleri- Japonya- Amerika...)  

Yalnız, yaptığım her işi, büyük bir içtenlikle ve sevgiyle yaptım. Özendim. İş veya şarkıcı neredeyse ayırt etmeksizin içimden gelen melodileri paylaştım. Çok gayret ettim. Bugün ülkemizdeki birkaç stüdyo müzisyeninden biri olarak anılıyorsam bunun haklı sebepleri olduğuna inanıyorum.

- Nihayetinde bu ilk albüm müzikseverlerle buluştu. Bu çalışmalardan sonra nasıl bir karar verildi de bu albüme gelindi? Sözleri - Besteleri ile, düzenlemeleri ile size ait olan bu albümü, nasıl özetleyebilirsiniz bizlere? Nasıl yankı buldu, nasıl karşılandı müzik dünyasında; Nasıl tepkiler aldı dinleyicisinden?

- Turneler, ve albüm kayıtları arasında her fırsatta kendimi düşünerek parçalar yazıyordum. ”FrontMan” olma fikri bana çok yabancı değildi. Birgün ben de kendi müziğimi,yayınlayacağımı biliyordum.  

O gün, Ekim 2004 de bir turne dönüşü gelip çattı. Uyuyamaz olmuştum. Artık parçalarımı kayıt etmeliydim. Çok kısa süren bir stüdyo döneminden sonra elimde “Canlı Müzik” adını koyduğum bu albümüm ve şarkılarım hazırdı. Albümün bütün söz, müzik, aranje, prodüksiyonu bana ait. Ha, şunu da ekleyim eğer Aykut Gürel olmasaydı bu albüm de kolay kolay piyasaya çıkamazdı.  

Ne, sahnede efemine hareketler yapıyorum ne ağlıyorum,ne toplumun tekme attığı fakir doğulu delikanlı rolünü oynuyorum... Ne de şarkılarımda “geberticem seni” - “pişman etcem seni” benzeri, edebi cümleler kullanıyorum. Dolayısıyla engin müzik kültürü ile taşma noktasına gelmiş olan onlarca (!) yapımcı'nın dikkatini çekmem pek de ihtimaller dahilinde değildi.Zaten müziğimi dinleyen bu son derece bilgili Unkapanı yapımcıları (gerçek sıfat:”plakçı” ama olsun... Biraz da havalı bir isim gerekir ya...),müziğime nasıl bir yorum getireceklerini bilemediler. Burda benim müziğim son derece yoğun öğelerden oluşuyor olması gibi saçma bir sebep ileri sürmem doğru olmaz. Ana konu, bu yapımcı abilerin farklı müziklere ne kadar açık oldukları ile ilgili.  

Bu albümü yaparken en büyük korkularımdan biri ” Ya bundan 10 yıl sonra geriye baktığımda Canlı Müzik albümümle ilgili utanacağım birşey bulursam” düşüncesi idi...  

Çıktığı günden bu yana gelen tepkiler sadece ve sadece olumlu,albümüme dair. Son derece katı bazı müzik eleştirmenlerinden bile övgü almaktayım. Bu CD'yi daha fazla sevgilim olsun, mahallemde ki bakkal ve emlakçı tarafından daha fazla saygı göreyim diye de yapmadım. Zaten yıllarca Türkiye'nin en tanınan ve takdir gören sanatçıları ile aynı sahneyi paylaştıktan sonra pekçok kişinin gayet aşina olduğu bir tipim...

Müziğin kendisi bütün bu duygulardan daha yüce.Herkesin de müziğe ve müzik üreticilerine daha fazla saygı göstermesi gerektiğine inanıyorum. Ben, albümü çıkarttığımız günden bu yana durmadım. İkinci albümümün bütün parçaları şu anda hazır. Benim hedefim,14-15 ayda bir yeni albüm yapabilmek. Aralarda çalmak, başka prodüksiyonlarda çalışmak. Kısaca devamlı üretmek. İlk günkü kadar aşığım enstrümanıma. Boş durmayı sevmem. Boş duranı,üretmeyeni de hiç sevmem.

- Peki albümünüzden sonra konserler vb etkinlikler gerçekleşmiştir mutlaka. Bundan sonrasında benzeri çalışmalarınız olacak mı ve sizi dinleyebilecek miyiz canlı performansınızla? Örneğin yine bir söyleşinizde okuduğum, prodüksiyonunu yaptığınız bir rock grubu ile çalışmalarınız var? İkinci bir albüme kadar nasıl bir yoğunluk bekliyor sizi? Peki ya ikinci bir albümde neler bekliyor bizi?

- Kasım ayı ortası Taksim de grubumla beraber çalmaya başlayacağım.“Gölge” diye Ankara'lı bir rock grubunun “Aşk Tarifleri” isimli ilk albümlerinin prodüktörlüğünü yaptım. 1- 2 haftaya kadar piyasada olacak bu albüm. Herkese tavsiye ediyorum bu albümü. İremrecords etiketi ile piyasaya çıkıyor.

Rebel Moves adlı grubun şahane basçısı, Cem Özkan'ın yeni albümünün prodüktörlüğüne başladım geçen hafta. Cem, fevkalade parçalar yazmış. Duyar duymaz aşık oldum. Ocak ayında piyasaya çıkmasını planlıyoruz bu işin.12 yepyeni, taze ve orijinal parça.

Sezen Hanımın oğlu Mithatcan Özer ile birlikte gerçekleştireceğimiz bir prodüksiyon var. Birkaç aydır onun üzerinde çalışmaktayız.

Bu arada çok sevdiğim bazı şarkıcı arkadaşlarım için enteresan parçalar yazdım. 2006 yılının ilk yarısı üzerinde çalıştığım bütün prodüksiyonları duyacaksınız. Dinleyenlerin biraz şaşıracaklarına inanıyorum.

Benim ikinci albümümde, ilkinde de olduğu gibi kolay ,akılda kalıcı ve samimi şarkılar var. Müziğimi ve altyapılarımı biraz daha sertleştiriyorum. Ona buna daha fazla laf atıyorum. Bizlerin yaşadığımız toplumda,her önümüze konulanı kabullenmemiz gerekmiyor.

Toplum olarak çok daha iyi ve medeni şartlarda yaşamamız gerektiğine inanıyorum. Bu millet daha fazla imkan ve olanağı hak ediyor. Kısaca bu düşüncelerim doğrultusunda yazdığım şarkılar kadar muzip yönlerimi hatta aptal yönlerimi de sergilemekten utanmadığım eğlenceli şarkılar da geliyor. Pek yakında.

- Bir çalışmanız nasıl doğuyor? Neler size söz yazdırıyor neler notalar uçuşturuyor örneğin? Bir besteniz bittiğinde ve dinlediğinizde ne gibi duygular hissettiriyor bu sizde?

- Yaşamın kendisiyle ilgili herşey beni ilgilendiriyor. İyi yanları, hayal kırıklıkları, yaptığımız güzellikler hatta kötülükler... Alıcılarım devamlı açık ve uyanık olduğum her an birşeyler bulma arayışı içindeyim. Bu bazen rahatsız edici bir hale de dönüşebiliyor. Hiçkimsenin beklemediği bir anda bir ses duyuyorum ve onu bir şarkıya dönüştürebilme olasılığı üzerinde çalışmaya başlıyor beynim. Bu bir yemekte de olabilir. Banyoda da.

Şarkılarım bittikten sonra kendime sorduğum sorular ise” Bitmiş hali, başlarken ki hislerim ile aynı mı?” ve “ Bu yaptığım şarkı albüme girmeli mi?” şeklinde. Eğer doğru dürüst bir önerim olmayacaksa kimsenin vaktini aptal şarkılarla harcamaya -hiç değilse benim- hakkım yok. Vakit değerli. Akıllı ve yetenekli müzisyenlerin, ellerindeki küçük olanakları çok verimli kullanmaları gerek. ”Fan” kültürünü oluşturmaya hepimiz gayret etmeliyiz.

Tabi, bitmiş şarkım, benim bu katı norm'larımdan geçiyorsa, o zaman benim de severek dinlediğim,dinleyeceğim, gururlanacağım bir şarkı demektir.

- Siz kimleri severek dinliyorsunuz? Bugünlere gelmenizde size ışık tutmuş, önemli isimler var mı bizlere söyleyebileceğiniz? Ve şu ana kadar çalışma şansı bulmadığınız, bir gün birlikte çalışmayı istediğiniz bir isim mesela? Yine bu soru daha eklemek istiyorum hemen peşine. Günümüz müzik piyasası hakkındaki düşünceleriniz?

-70'li ve 80'li yıllarda yapılmış, müzik ve müzik türlerinin hastasıyım. Özellikle 80'ler. Bir de son 5-6 yılda dünyada yapılan bazı müzikleri çok beğeniyorum.

Bütün çocukluğum Zeppelin, Kiss, Beatles, Blondie, Purple, Sex Pistols, Pat Benatar, Hall and Oats, Toto gibi grupları dinlemekle geçti. Büyük bir Disco ve de aynı zamanda Heavy Metal tutkunuyum. Zenci, soul müzik sanatçılarının plakları hala bende mevcut. Nile Rogers gibi gitarist, prodüktörlere hayranım. Benim müziğim sevdiğim bütün birbiriyle alakalı veya alakasız türlerin aynı çorbada buluşması gibi özetlenebilir.

 Birlikte çalışmayı hayal ettiğim o kadar çok sanatçı var ki. Size yalnız bir isim veremem. Onlarca verebilirim. Prince ile çalışmayı isterdim ama bu mümkün değil çünkü Prince o kadar büyük bir müzisyen ki...beni donunda sallar! John Lennon ile çalışabilmeyi çok isterdim. Madonna'nın sahnesinde ona gitar çalmayı istiyorum. Chic ile beraber bir - iki parça yapabilmeyi isterdim. Vs vs ... Pek çok.

Ülkemizde günümüz müzik piyasası; kendini tekrar eden, sıkıcı, yenilikçi olmayan, cesareti kırık, yorumcu ve bestecilerden oluşmakta. Genel çoğunluk böyle. Dinleyicilerin de dolayısıyla parçalara yaklaşımı,” bu sakızın tadı geçti yeni bir sakız atim ağzıma “ şeklinde. Yani bu kadar kısa soluklu.

Müzik yapan, beste yapan kişilerin amacı bence klasikleşebilecek parçalar yapmak olmalı. Bugün, Sezen Aksu, MFÖ, Bülent Ortaçgil vs. gibi sanatçıların yıllar sonra hâlâ var olmalarının tek sebebi bu. Bu saydığım kişilerden dinlediğiniz bazı şarkılarda ne zamanve kaç kere duyarsanız duyun, yüzünüze gelen gülümsemeyi hatırlayın.

Son on yıldır müzik kanallarında zıplayıp zırlayan kaç kişi sizce birkaç yıl sonra hatırlanacak? Anlık “mahalle kahramanları”na prim vermeyen bir dinleyici toplumu oluşturmak biz üreticilerin elinde. Bu sorumluluğun ciddiyetini ne kadar hızlıve büyük bir çoğunluk olarak idrak edersek müzik sektörümüze ve bu toplumun sanat kriterlerine o kadar katkı yapmış oluruz.  

Bir de idealleri peşinde kendi önerileri doğrultusunda müzik yapmaya çalışan küçük fakat şahane bir topluluk var ülkemizde. Daha çok rock dalında boy gösteren bu müzisyen arkadaşlarıma inanıyorum ve yaptıklarına saygı duyuyorum. Tarkan Gözübüyük prodüksiyonları, Volkan Başaran prodüksiyonları, Pamela, Replikas, Rashit bunlara birkaç örnek. Şebnem Ferah, Teoman, MFÖ, gibi müzisyenlerin konserlerindeki doluluklara ve albüm satışlarına bakılırsa yapılan müzikten haz alan binlerce kişi var. Demek ki,içtenlikle yapılan şarkıların mutlaka bir alıcısı var bu ülkede.

- Şimdiye kadar okuduğum biyografilerden farklı bir biyografi okudum web sitenizde. Her söyleşimde müzisyen konuklarıma sorarım örneğin, amatör olarak müzik ile uğraşan gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz diye. Aslında burada madde madde ve yaşananlardan tecrübe güzel aktarımlar var. Yine de bir özet istesek ve bunların içinde en önemlisi sizce hangisi diye eklesek üstüne?

- Türkiye'de sanatın herhangi bir dalını yaparak hayatta kalmaya çalışmak,ciddi bir tercih. İnsanın yapabileceği ve geçimini sağlayabileceği o kadar başka iş kolu varken.Örneğin seyyar köfteci açarsınız. Tek sorumluluğunuz,müşterilerinize her gün aynı saatlerde taze, lezzetli, sağlıklı bir porsiyon köfte yedirmek olur. Belediye ile bazı sorunlarınız olabilir o da zaten hallediliyor hep! Ya da küçücük bir tekel dükkanı açabilirsiniz.”Abi Marlboro var mı” diye soranlara cevap bile vermek zorunda değilsiniz. Elinizle yerini işaret etmeniz yeterli...

İlla müzik ile uğraşmak isteyen arkadaşlara ise...

1. Amatör olarak müzikle uğraşanlar,ilgilenenler; Kendilerine ve topluma yapabilecekleri en büyük iyilik bana kalırsa amatör olarak devam etmeleri. Popstar türü yarışmalar;magazin programları,bu işin bir piyango'ymuş gibi lanse edilmesini sağlıyorlar. Yani” herkes şarkıcı olabilir”...”popüler olmak ihtiyacınız olan tek şeydir”... YALAN. Bizim küçüklüğümüzde insanların hobileri vardı. Bazıları hobi olarak gitar,ud,piyano çalardı. Şimdi böyle bir şey yok gibi. İki kere şan dersi alan herkes,”assolist” olabileceğini sanıyor, üstüne üstlük bir de ona buna laf atıyor.

2. Müzik ile geçiminizi sağlamayı hayal edecek kadar zır deliyseniz... Sabır,sabır, sabır,sabır...

3. Kendinizi yetiştirdiğinize, ve topluma güzel samimi önerilerinizin olduğuna inanıyorsanız... Çok zorlu bir “alem” den içeri girmek üzeresiniz. Her türlü insanla “sözde” sanat hakkında tartışıp savaşmaya hazırlıklı olmalısınız. Ucuzcu, anlık şöhret yaratmaya programlanmış zihniyetlerin çoğunlukta olduğu ve hatta itibar gördüğü bir sektör bu.

Ülkemizde nedense (!) korsan albümlerin önüne geçilemiyor. Yani bir albümü oluşturmak için harcadığınız bütün emek ve inanç, çektiğiniz video'lar, katıldığınız canlı yayınlar, satın aldığınız kıyafetler, verdiğiniz röportajlar ne için? Bunu çok iyi anlayabilmek lazım. Terbiyesiz,saygısız bir takım kişilerin,anında albümünüzün korsanını basıp da piyasanın üçte bir altında fiyatlarla satması için mi? Ya verdiğiniz vergiler, Kültür bakanlığından satın aldığınız bandroller.? Bunun daha da acıklısı korsan albüm satın alan vatandaşlar. Halkın bilinçlenmesini beklemek bir hayalden öte birşey değil.

Avrupa ülkeleri içinde (legal) CD ve kaset fiyatları en ucuz ülke bizimkisi. Buna rağmen korsan albüm satışı en fazla olan ülke yine bizimkisi. Daha internet'ten bedavaya download edilebilen albümlerden bahsetmedim bile...Bütün bu şartlar altında,bir albüm yapıp da onun sayesinde günlük ihtiyaçlarını karşılayabileceğini sanan müzik meraklılarına gerçekten başarılar diliyorum. Rüyalar genelde hep tatlıdır! Bizi yönlendiren ve kültür konuları ile ilgilenen bazı büyüklerimizin gerçekte ne kadar kültürlü oldukları da tartışılır.

- ‘' Müzisyen'lerin biraz deli oldukları söylenir. Ben de, kendi payıma düşen delilik miktarına, fazlasıyla sahibim.'' demişsiniz yine bu biyografinizde? Kıyısından köşesinden ama yüzde yüz katıldığım bu parantezde sormak istediğim size; Bu nasıl bir delilik, deli olmanın avantajları ve varsa dezavantajları ne?

- Delilik diye bahsettiğim duygu aslında insanın kendini biraz fazla hırpalaması, bir de hangi ortamda olursan olsun, istediği gibi davranması. Deliliğin tarifini, konunun bir uzmanı kadar iyi yapamam. Ama çevreme baktığım zaman,daha bir yaygaracı, utanmaz, cüretkar, dürüst bir adam olduğumu görüyorum. Sahte tavırlar, iltifata yönelik anlık gönül almalar bende yok. Ne hissediyorsam o'dur. Bu Osmanlı'dan kalma dalkavukluk durumları,kültürümüzde olan ve hiçbir zaman benimseyemediğim bir davranış şekli.

Hırpalama konusu da şöyle: Benim “ Her gün uyandığımda beynim şöyle açıktır, böyle güzel çalışabilirim “- şeklinde bir yaşantım yok. İstediğim hisleri, tam anlamıyla alabildiğim melodiler veya sözler bulmam, günün herhangibir anına rastlayabilir. İsterse, gecenin bir vakti ya da bütün gün oradan oraya gidip çalıştıktan sonra olsun. O akış başladığı anda yataktaysam kalkmam (yalnız olmasam bile!) gezmedeysem, stüdyoma geri dönmem gerekiyor. Bu da haliyle beni bazen fazlaca yoruyor. Bu konunun avantaj'larını bilemiyorum ama yaptığım müzikler güzel olunca (bana göre),kendimi iyi hissediyorum,ve bu işi, ülkemizin şartları ne olursa olsun, hiç değilse birgün daha yapmak için motivasyonum oluyor.Ve inanın bu son söylediğim aslında o kadar ciddi bir olay ki. Her gün “ Bu işi bırakmalıyım ” dediğim anlar oluyor. O inatçı tas kafalı beynim yüzünden “yok yok biraz daha gayret” olarak değişiyor sonra bu hislerim, düşüncelerim. Dezavantajları ise ortada. Hayatımın her anını, bir ilham arayışında geçiriyorum. Bu da çevreme baktığım zaman,örneğin bir davette ,” Bu insanlar benden daha çok eğleniyor” dememe sebep oluyor. Ama olsun. İşin mutluluk yanı, herşeye değiyor.

- Ve son olarak sanatın müzik yanı dışında ne kadar içindesiniz? Neleri takip etmeyi seversiniz? Mesela en son hangi kitabı okudunuz ya da hangi sinema filmini seyrettiniz? Müziğin dışında tüm bunlara vaktiniz olabiliyor mu?

- Sanatın pekçok dalına karşı ilgim var. Özel hayatta ki dostlarım arasında bazı tiyatro sanatçıları bulunmakta. Dolayısıyla gerek ortaya konan oyun, gerekse yönetmen-oyuncu ilişkilerine oldukça aşinayım. Tiyatro seyretmeyi severim. Tiyatro sanatçılarının, tv için çekilen, gayet monoton, dar konulu, dizi filmlerinde rol almaları sanırım maddi imkanlar-imkansızlıklardan kaynaklanıyor. Devlet tiyatrolarının imkanları her sanatçıyı mutlu etmeye yetmeyebilir. Bunun yanında özel tiyatro kurmak, özellikle de kurduktan sonra, ayakta tutabilmeyi başarmak, son derece zor olsa gerek. Bu yüzden profesyonel oyuncularımızın bir kısmı, tv'lerdeki “ Kabus ” kıvamındaki dizi'lerde, ” Ayın lezzeti ” konumundaki oyunculuktan bihaber genç kişilerle beraber anılıyor.

Annem ressam. Herhalde ondan bana geçen bir alışkanlık . Zaman zaman özellikle Taksim'deki sergilere uğrarım. Güzel resim'lere bakıp bakıp,” Ah ben de keşke çizebilseydim ” diye aklımdan geçirdiğim çok olmuştur.

En son okuduğum kitap, Tommy Lee'nin kendi otobiyografisi olan Tommyland. Rock'n Roll'dan hoşlanan herkesin seveceğine inanıyorum. Şu aralar, çok önceden okumam gerektiğine inandığım bir romanı okuyorum.Paulo Coelho; Simyacı. Hergün mutlaka biraz kitap okurum.

  En son sinemaya ne zaman gittim hatırlamıyorum. Filmleri uzunca bir zamandır evde DVD'den seyrediyorum. Aynı tat değil muhakkak fakat çok yoğun çalıştığım dönemlerde,vaktim olmuyor.

  Tabii sadece sanatı takip etmeye değil, bazen güzel, lezzetli bir yemek yemeyeli de haftalar geçtiğini fark ettiğim oluyor. Yaptığım iş hayatımın büyük bir bölümünü alıyor ve hobilerim, sanki yemek yemek, uyku uyumak, spor yapmakmış gibi bir hâl alıyor.  

- Sizi keyifle dinlemeye devam ederken başarılarınızın da devamını diliyorum hep. Bu güzel söyleşi için size çok teşekkür ediyorum.

- Ben asıl size teşekkür ederim. Böyle bir site yapmak nereden aklınıza geldi?... diye de merak ediyorum. Aslında özverili bir iş. Bana kalırsa sitenizde müziğe nasıl merak sardığınızı, kimleri ,ne türleri dinlemekten hoşlandığınızı, Kadri bey'in hayatındaki top 10-20 albüm. Mutlaka dinlenmeli dediğiniz birkaç albüm... Kısaca sizin görüşlerinize de yer verseniz, okurlarınız için, sizi daha yakından tanıma konusunda bir nevi ışık olabilir. Tabi bu sadece bir öneri. Dostça...

Bana ayırdığınız vakit ve gösterdiğiniz ilgi için size tekrar teşekkür ederim.

Can Şengün Web Sitesi

Söyleşi : Kadri Karahan 27 Ekim 2005