Asya Gülgün Özkan
adimkadin@gmail.com |
Dilek Dallıağ
kendim için dağın eteklerinde bir Heidi derdim ...
- Öncelikle Dilek Dallıağ bize kısaca kendini tanıtabilir mi?
- 1973 yılında Bursa’da doğdum. Kendim için dağın eteklerinde bir Heidi derdim… Sonraları ise kendimi Alice’in en yakın arkadaşı ilan ettim. Harikalar diyarı gibiydi Bursa’da yaşamım… 12 yaşımda tiyatroya başladım. Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiytrosu’nda Cep Sahnesinde oyunlar oynadım. İstanbul’da birçok özel tiyatro ve çocuk tiyatrolarında oyunculuğum oldu. Tiyatroya sonraki yıllarda hobi olarak devam ettim. En son Sadri Alışık Tiyatrosu’nda, ‘Boeing Boeing’ oyununda görev aldım. Show Tv’de ‘Şakamatik’ programı oyunculuğu, ardından TGRT’de ‘Şaka Faka Bastınız’ programı oyunculuğu ve metin yazarlığı yaptım. Gösteri Sanatları Merkezi Tiyatro Yazarlığı, Pera Güzel Sanatlar Seslendirme ve şan eğitimi, şan koristliği, Bursa As Tv’de seslendirme, Eko Çeviri ve Danışmanlık Şirketinde çeviri danışmanlığı görev ve deneyimlerim oldu. Eskişehir Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde okudum…
- Ne zamandır gazetecisiniz? Bu mesleğe nasıl başladınız ve size göre mesleğinizin artıları – eksileri nelerdir? Gazeteci bir kadın olmak nasıl, zorlukları nelerdir, kadın olmak getiri sağlıyor mu? Ya da tam aksine mi çetrefilli mi bu yol?
- 1996 yılından bu yana gazeteciyim. Üniversite eğitiminden sonra çeviri danışmanlığı şirketi, televizyon deneyimleri ve dönem dönem olan tiyatro ve seslendirme deneyimlerimin ardında eğitimini aldığım Halkla İlişkiler’in beni o zamanlar mutlu etmeyeceğini ki hala bunu düşünmekteyim fark ettiğim andan bu yana gazeteciyim.
Sabah Gazetesi Magazin Servisi benim ilk iş deneyimimdir. Yazmayı sevdiğim için başvuruda bulundum ve bir yazı örneğimle işe kabul edildim. Fakat sonraları benim iyi bir magazinci olamayacağım izlenimi ve diretmelerine rağmen, bu işi yıllardır sürdürmekteyim. Çünkü kendime verdiğim etik ve ahlaklı bir magazin muhabirliği sözümü tutmaktayım hala.
Gazeteci bir kadın olmanın zorluklarının olmasından çok kadın olmanın bu ülkede zorluklarının farkında bir birey olarak kendimi ifade etme zorlukları yaşadım yıllarca. Ve hala da bunu yaşamaktayım. Çünkü bilinen yol ve yöntemlerin işlerliği her sektörde olduğu gibi bizim sektörümüzce de işlemekte. Bu yolda ya vitrin olacaksın ya da haklarını savunacaksın zor da olsa! Ben ikinci yolu tercih ettim…
- Sizi özellikle söyleşileriniz ile tanıyoruz ki, bugüne kadar birçok farklı meslekten birçok farklı konuk ağırladınız? Siz kendiniz ile söyleşi yapıyor olsaydınız size ne sorardınız? Sizin söyleşilerinize dair unutamadığınız bir anınız var mı peki, en keyif aldığınız hangisi oldu mesela? Ve aynı zamanda ödülleriniz de var sizin, biraz bahsedebilir misiniz?
- Ödüllerimden bahsetmeyi, kendimi övmeyi hiç sevmem öncelikle.
Kendime soracağım en güzel soru; - neden hala bu kadar zorlu yolculukta bu işi yapıyorsun? olurdu.
Cevabım ise, - çünkü içe işleyen bir hazzı var gazeteciliğin. Ruhunuzu karşınızdaki insanın ruhuyla bütünleştirdiğinizde ortaya çıkan dünya bambaşkadır. Bir nevi uyuşturucu gibidir, siz sorarsınız, yanıtlarından bir dünya yaratırsınız ve o dünyayı tüm ülkeye sunarsınız…
Anılarım o kadar çok ki… Mesela ilk haberimi yaptığım Merve İldeniz’dir… Onunla ilk çömez sohbetimi yapıp kendimi ifade etmeye çalıştığımdaki tek sözünü anımsamaktayım ilk, ‘Sen buralara fazla olabilirsin’... :)
Bunu hep işittim biliyor musunuz! Ama maalesef sadece işittim…!
- Ya yazılarınız ki edebiyata duyduğunuz ilgiyi ben yakından takip ediyorum ve çalışmalarınızı da okuyorum. Bir kitap haline getirmeyi düşündünüz mü hiç, var mı bu anlamda sürpriz bir proje?
Siz kimleri severek okuyorsunuz, en son hangi kitabı okuyup kitaplığınıza kaldırdınız mesela?
- Evet bir kitap yazmaktayım ama ben biraz daha yavaştan almaktayım durumu… Zaman kavramına inanmamakla birlikte zamanın bana kattıklarına yani yaşanmışlık dediğim şeye saygımdan dolayı biraz daha olgunluk zamanlarıma bunu bırakmaktayım.
Ben Wirginia Wollf, Anais Nin, Zelda Fitzgerald ve daha nicesini severek okumaktayım… En son Irwin Yalom’un ‘Bugünü Yaşama Arzusu’ kitabını okudum… iki insanın anlam arayışının büyüleyici hikayesine tanıklık ettim bende... :)
- Bir yerde okuduğuma göre, yüzünüzdeki masumiyete rağmen, duygusal vampir olarak adlandırılmışsınız..Sizce ne demek bu, siz duyguyla mı besleniyorsunuz ;)
- Doğru bir yaklaşım aslında, bana ruhunu vermişlerle besleniyorum. Benim ruhumu, benim bildiğim ruhların paylaşmasında bir sakınca görmüyorum. Çünkü paylaşım önemlidir her ne kadar paylaşım kavramı yaşantımızda ikinci planda kalsa da!
Ya Aşklanmak...Kadın olmak !!!
- Biz kadınlar tarafından özlenen, o romantik aşkı bulabildiğinizi düşünüyor musunuz? Aşk'ı nasıl alır Dilek? Yanında ne ister, ne istemez? Aşk' tan çıldırdı mı hiç , hiç deli gibi sevdi mi? Dilencisi oldu mu?
- Aşk benim hayatımın her anında hücrelerime kadar işler… Yanımda cesaret isterim. Aksini iddia edemem çünkü aşkla beslenen bir kadınım…
Geçen gün bir nişanlı çift arkadaşımı gazetede izledim asansörün önünde…Çok saygınlardı gözümde o anda… Onlara bakarken eski şarkıları, şiirleri, romantizm çağını ve edebi eserleri düşünüp gözlerim doldu… Sanırım ucundan bu dönemi yakaladım. Ama şimdi bu dönemi yaşamıyorum. Romantizmi yaşamak adına öylece duruyorum! Duruyorum sanırım…
Aşk’ı tüm hücrelerine kadar alır ve alınmasını bekler Dilek… Aşk’ı doya doya tadına ve acısına ve tadına varıncaya kadar yaşamayı bekler Dilek…
Aşk’tan çıldırdı Dilek. Ama vardığı noktada tasavvufi bir yol buldu… Deli gibi sevdi, sevdiğinin Allah olduğunu anladı… Dilencisi asla olmadı çünkü bu tanımların hepsini yok edecek erkeğini henüz bulamadı! Yarım olana tamahı olmadı ve her yarım Allah’la bütünlüğe ulaştırdı onu…
- Aşkı düşlemek, istemek, yaşamak - yaşatmak ve ardından yazmak işin en kolay olan yanı olarak görünüyor..Zor olan unutmak? Nasıl unutur Dilek, unutur mu?
- Aşk’ı düşlemek kolay olsa idi kolay olanı seçmez miydi acaba insan? Binlerce eser aşk üzerine ise! Edebi olan onlarca eser beni ilgilendiriyor, kolay fast food olan günümüz modern aşkı değil…
Ben ise unuttuğum hiçbir aşk’ı yaşamadım… Belki de böylesi en güzeli…
Unutmak için çıkılan yolculukların tek getirisi nedir biliyor musunuz? Freud’yen kişilikler… İçlek ve dışlak yaratıklar olmamız…
Erkeğin organı dışarıda dokunduğun anda ereksiyonda… Kadının ki içerde, duygularıyla hareket etmekte… Bu arada kadınların normal his’li olanlarından bahsetmekteyim!:) Artık bunlardan bile şüpheye kapılmaktayım çünkü!
İnsanın en kolay unutma yolu, kendini yenilemesi ve keşfetmesi bu arada. Bildiğim tek yol bu!
- Günümüzde çapkınlığın cinsiyeti var mı, ne düşünüyorsunuz bu konuda? Gecelik aşk'ın yüzü nedir sizde?
- Az önce söylediğim gibi kadınların ve erkeklerin Freudyen kişilik olmaları sınıflandırmasında şüphelerim vardı. Ben kapı aralığı sevişmeleri ve bir bar’a biriyle girip ötekinden başkasıyla çıkan aşk’ın tanımına aşk! Diyemiyorum. Onun adı başka! Tek gecelik seks…
Menfaatler bir içkiden başlayıp dünya maddelerinin (ev, araba, para) hepsini almaya kadar gidebilir! Buna aşk denmez!
- Ya duyguları kim törpüledi, kim öldürdü paylaşımın o sarhoş eden tadını, aşk acısından ağlamanın bile bir doruğa ulaştıran bir hazzı vardı eskiden, zaman bu kadar mı içeri sürdü, süpürdü her şeyi...
- Teknoloji ve internet ağı, modern çağ yaşamı, plaza zihniyeti, görmemişlikler, yetinmezlikler, kendi olamaması insanın ve daha birçok sebep bu törpülenmeyi getirdi. İnsanlar kimliklerini bir ağ üzerinden yaşamaya başladıkça hastalandılar ve birbirlerine dokunmayı bırakın paylaşmayı unuttular… Ve bambaşka kimliklerle karşı cinsin karşısında dünyalarını yarattılar…
Amerika’daki her on aileden yedisinde olan dokunma terapileri henüz ülkemize gelmedi. Karı-koca ayrı odalarında internet yoluyla ilişkisini, paylaşımını, seks’ini ve duygularını yaşarken birbirlerine yatakta dokunmadan hatta ayrı yataklarda yatmaya başladılar.
Oysa ben bir binanın içinden bile çıkan bir yeşillik için şükretmeyi bildim…Bunu şimdiki nesil bilmiyor bile. Doğum günlerini, sevgililer gününü, arkadaşlıklarını, ilişkilerini internet üzerinden yaşayıp oradan sanal çiçekler gönderiyorlar birbirlerine… Bu çok acı!
- Evliliğin iki kişi arasındaki ilişkiyi tükettiğini düşünüyor musunuz, evlilik nedir artık ?Binlercesi dururken biriyle yetinmek mi, garantili seks mi bunun adı gerçekten ? Peki niye bu kadar çok evlilik çatırtısı duyuyor kulaklarımız? Yoksa samanaltından su yürütmenin en su götürür yanı mı? Bu kadar mı döndü gözler...Neyin açlığına doymuyor, ruhun arayışında araç mı oluyor yoksa bedenler? Neyin tatminsizliğidir bu duyduğumuz çığlık çığlığa ?
- Evlilik yaşamadım… Ben eski kafalıyım, üzgünüm bu konuda ancak bir evlilik deneyimine sahip olup cevap verebilirim… Ama bildiğim tek şey, ilişkiler için söyleyebilirim bunu önceleri seni sen olarak kabul etmelerin sonrasında gelen sahiplenme anlayışından, kimsenin hoşnut olmadığı! Sorumluluk böyle bir şey değil bence…
Ben,ben olmaktan çıkarsam mutlu olmam ve mutlu edemem tek bildiğim bu ilişki deneyimlerimden…
Bence sıkıntıyı yaratan kişilere öğretilen ilişki anlayışları… Basit yaşamak ama basit olmamak gerek sadece…
Kendiliğinden su gibi akmalı her şey ilk andaki gibi…
- Aldatılmayan kimse kalmadı günümüzde, aldatılma mı aldanma mı? Neden aldatıyor, niçin aldatılıyoruz nerede yanlış yapılıyor ki? Ten eskimiyor mu, ya tin ? Bu da bir tür bağımlılık mı? Nasıl geri vereceğiz eski saygınlığını sevgiye?
- Bunu mu merak ettiniz? Ben etmiyorum…:)
Bağımlılıklar sadece hastalıktır bunu biliyorum…
Sonuçlarına katlanacaksınızdır o kadar!
- Sancısız, bunalımsız nefes için mi yalnızlığın çıldırtıcı kollarını aşk'a tercih ediyor çoğu kadın, kimler ürkütüyor bizi bu kadar ? Hakikaten neler oluyor 30' lu yaşlarda kadınlara Dilek?
- Farkındalık! Ne istediğini bilmek, net olmak ve huzurlu bir mutluluğu düşlemek… Sadece bu!
- Dilek Dallıağ'ın bize söylemek istediği birşey var mı?
- Hayat bizlere öğreteceği her şeyi sunuyor… Hayatı karmaşık kılmaya gerek yok!
- Adım Kadın bir şiirini bizimle paylaşmanı rica ediyor ve çok teşekkür ediyor ..
İÇİMDEKİ KADINLARA SESLENİŞ
Washington günlerinde aşk! diyesim var...
Kolera Günlerinde aşk’ı es geçip de
Marquez’in eserinin bana uygunluğunu bilip de
Reddedip de washington’da bile olmadan
Bu satırları yazasım var...
Hayırdır dedim kendime bugün
Ucu yanmış mektup kokusunu çeker gibi içime.
o zamanlar, ‘sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakın’
gibi sancılarımız yoktu!
Üstelik kapalı telefonların ardından
Kapalı kapılar ardında washington bile demiyorduk
aslı filmin bu olsa da,
başkalaşsa da ben de şiirimsi anlamı burada...
kapalı kapılar, kapalı telefonlar ve sessiz adımlar
gibi dertlerimiz yoktu!
Ulaşamadığımız zamanlarda
iyi niyetimizi korumak gibi saf hallerimiz vardı
şimdi şeytan olduk demiyorum
ama şeytan bizleri daha çok sevdi
modern zamanlarda hissediyorum...
kamikazenin ucunda oturasım var
tepeden aşağı inerken çığlık atasım var
beyin üstüne düşecek
yamalı bohçanın dağılır hali gibi!
Sanskritçenin aşk boyutunu merak eder haldeyim
Ve kolera günlerindeki aşkı yaşar
bünyedeyim itiraz etsem de...
Soğuktu hava gün içinde ve ıslanmanın
O dayanılmaz ahlaksızlığını düşünmemiştim bile!
Oysa aradığınız kişiye ulaşılamıyor
dendi robot ses ile ve sinyal uzantısında
bırakacağım mesaj gündelik yaşamdan
uzakta kalacaktı sustum haliyle...
sırılsıklam aşkların günlerinde
aşk’ı yazasım geliyor ama içinden çıkılmaz haldeyim
Telefonun diğer ucundakini tanımaz biçimde
Kimsiniz? Yanıtını korkar bekler haldeyim...
Gün gelir güllerin içinden koşarak
kimin geleceğini sorgulamadan yaşar haldeyim...
papatya kokularını çekip ciğerimden yanan kalbime
organlarımın yer değiştirmesini
bebek doğurmadan hisseder haldeyim...
hep bir haldeyim dikkat ettim de
haller içindeki benim içimdeki
kadın biçimdeki bir varlık ötesini sarar sessizlikteyim...
ve ya haykırışların en büyüğünü yaşayıp da
görmemezliğe gelir korkusuzluk kisvesindeyim.
Hepsini yok edip küba’da puro sarmalı şimdi
Bacaklarımın terini alnımın terine katıp
Göğsümün arasından bunu alıp
yakacak bir siyahi bulup beni
hissettirmeliyim ona kimbilir...
fidel’e selam edip yolumu kendimden geçirip
süzgecimin içinde kalan taşları eleyip
hitlere’e selam göndermeliyim
içimdeki faşist karıncalanmayla kimbilir...
beni bunlardan biri bilip
beni reddedip
beni geçip
beni seçip
beni süzüp
ezip..
gidenlere selam vermeliyim belki
kimbilir...
içimdeki kadınlara öykünmeyi ne zaman
sevmeyeceğimi bilmeliyim belki de kimbilir...
hala sonu yok...ve çıkış yok...
selam olsun içimdekilere...
EYLÜL 2008
|