| 
            
              | 
 F.Gül Yanık  fgulyanik@gmail.com |        TÜRK MÜZİĞİ'NİN CAN DAMARI            Henüz  radyoculuğa yeni başladığım 1998 senesinde, radyoya yayından üç saat önce gelir  ve radyo arşivinden bilmediğim albümleri çıkarıp, kulaklığı takar dinlerdim.  İşte böyle bir andı Doğan Canku ile ilk tanışmam… Flamenko müziğine duyduğum  yoğun ilgi sebebiyle, Sonsuza Dek &  Ayrılık albümünün kapağını gördüğümde, “Kesinlikle hemen bunu  dinlemeliyim!” dedim.  Elinde gitarıyla,  sandalyede oturan asil bir adam… Aydınlık yüzü uzaklara dalmış… Sanki her an  ruhu bana kalbimi mırıldanacakmış gibi… Hemen dinlemeliydim o albümü…  O  gün stüdyoda albümü dinlerken neler hissettiğimi ifade edebilmem pek  kelimelerin işi değil. Belki, altına boğulan bir maden işçisiydim denilebilir.  Bu bile ne kadar yakın durur hissettiklerime bilemem…   Bu  ay, müzisyen köşesinde, 17 yaşımın son demlerinde tanıştığım (ve daha önce  tanımadığım için hep hayıflandığım), dünyanın en iyi gitaristlerinden biri olan  ve Türk müziğine sonsuz emeği geçen büyük üstat Doğan Canku’yu konuk ediyorum.  Doğan  Hocam’ın, Modern Folk Üçlüsü (M.F.Ü) ile gerçekleştirdiği devrim (Türk Halk  Müziği ve Klasik Türk Müziği’ni modernize edip çok seslendirerek, bize ait  olanı sevdirmesi) olmasaydı, hiç kuşkusuz benim de içinde bulunduğum nesil,  geleneksel müzik motiflerimize çok az aşina olacaktı. İşte  bu yüzden Doğan Canku: “Müziği seçen değil, müziğin seçtiği insan.”  Türk  müzik motiflerini flamenkoya katıştırarak elde ettiği harmanla dünyada bir ilke  imza atan; Seranito'nun önünde Jobim'in sambasını söyleyen; Paco de Lucia’nın  önünde Sultanı Yegah Sirto’yu çalarak Paco de Lucia’yı yaptığı senteze hayran  bırakan ve dünyanın en iyi flamenkocularından övgüler almasına rağmen hâlâ  kendini flamenkocu olarak adlandırmayacak mütevazilikte bir usta…  Müzik  dışında elini attığı her alanda,  her  meslekte başarılı olabilecek bir potansiyeli içinde barındırmasına ve bunu  yaptığı her işle kanıtlamasına rağmen, müziğin onda yarattığını başka hiçbir  şeyle de değişemeyecek kadar fazla müzisyen... Doğan  Hocam’la yaptığımız keyifli sohbete sizleri davet ediyor ve önümüzdeki  haftalarda bu sayfada yayınlayacağımız çok özel görüntüler için sabırlı  olmanızı diliyorum.      - Türkiye’de,  60-70li yıllarda Türk flamenko tarihinin ilk  adımlarını atan belli başlı üç müzisyeni Ergün Özer, Salim Dündar ve Doğan  Canku olarak sayarsak yanılmış olur muyuz?  - Şöyle bir internete bakıyorum da,  Türkiye’de flamenko denince en son akla gelen bu üç isimdir. Belki de gelmeyen.  Nedense? !.. Oysaki o tarihlerde  Türkiye’de geleneksel flamenko müziğini gayet iyi icra eden az da olsa gitaristler  vardı. Ergün Özer piyano çalar ve ispanyolca şarkılar söylerdi. Salim Dündar  flamenkodan ziyade pasadoble tarzını benimsemişti. Her iki sanatçı ile de  çalıştım ve onlara gitarımla eşlik ettim.  O zamanlar bugünkü olanaklara  sahip değildik. Buna rağmen geleneksel flamenko biçimlerini çalmaya çalışırdık.  Geleneksel flamenkoda 70’e yakın biçim vardır. Bunlardan benim repertuarımda  olanları şöyle sıralayabiliriz: Soleares, Allegrias, Bulerias, Tientos,  Granadinas, Fandangos, Farruca, Rondenas, Rumba, Sevillanas, Siguiriyas,  Tanguillo, Tarantas, Zapateado… Bunu şundan dolayı belirtiyorum; bugün flamenkoyu  sadece Gipsy King’s ve rumbadan ibaret sayanlar zannetmesinler ki benim  flamenko anlayışım da bundan ibarettir… 1971 yılında Ankara’da  beni dinleyen İspanyol Kültür Ataşesi’nin Madrid Konservatuarı için verdiği  bursu, o yıllarda M.F.Ü’nün çok popüler olmasından dolayı geri çevirmiştim. “  Buna hala yanarım !“  1978 yılında ilk  flamenko ve flamenko jazz tarzını Naki Ataman (piyanist) ile İtalyan Kültür  Derneği’nde verdiğimiz bir konserde denemiştik. Çok beğenilen bu konseri  İtalya’da da tekrar ettik ve TV programları yaptık. O yıllarda yurt dışından  çok teklifler aldım. - Özellikle  o yıllarda, Türkiye’de flamenko henüz yaygın değilken, siz Türk halk müziği ile  İspanyol halk müziğinin sentezini yapmışsınız. Müzik dünyasına yeni bir soluk  getiren bu tür sentezler ilk başlarda hep dışlanır ve ne kadar değerli  olduklarının özümsenmesi yıllar alır. M.F.Ü ile birlikte yaptığınız  çalışmalarınızın yer yer çok sesli olduğu gerekçesiyle yasaklanması buna bir  örnek teşkil ediyor.                Kendi  öz değerlerimizi yitirmek şöyle dursun, yaptığınız sentezle halk müziği  dinlemeyen insanlara da bu müziği sevdirmeyi başarmıştınız. Şimdi geriye dönüp  bakıldığında Türk müziğine kattıklarınızın değeri çok daha iyi anlaşılıyor diye  düşünüyorum. Bu geçen zamanı siz nasıl değerlendiriyorsunuz? Oldukça cesaret ve  emek isteyen bir uğraş verirken karşılaştığınız yasaklamalar, yadırgamalara  yılmadan göğüs gerdiniz. Bunlar sizi müzikte hangi noktaya getirdi? - Gerçekten de biz bu konuda çok  dışlandık. Özellikle Modern Folk Üçlüsü. Ama dediğiniz gibi bütün bunlara göğüs  gerdikçe güçlendik. Sevenlerimiz çoğaldı. 68 kuşağı hâlâ bizleri takdir eder.  Ancak ne acıdır ki bugünün gençliği bizi tanımamakta, medya tarafından  yeterince tanıtılmamaktadır. Bizim yıllarca önce yaptıklarımızı kendilerine mal  eden yığınla genç müzisyen ve grup var ve bunlar geçmişten bihaberler… Oysaki  bizim elimizde somut belgeler var.  Dünyaca ünlü flamenko  gitaristi Paco De Lucia’nın söylediği; “Ülkenizde geleneksel müziğinizi flamenko  ile en iyi sentezleyen Doğan Canku’dur.” sözünü hangi gazetede okudunuz? Bugün  beni yeniden keşfedenler varsa, o da internet sayesindedir. Komik ama, eski  kliplerimi izleyip beni o yaşlarda tasavvur edenler bile var. - Ey-Dün-Dan  isimli kitabınız şiirlerinizden ve metafizik deneyimlerinizden oluşuyor. Şiirle  aranız nasıldır? Beğenerek okuduğunuz şairler kimler? Bir de dikkatimi çeken  bir şey; şarkı sözü yazmaktan çok besteci yanınız sanırım biraz ağır basıyor.  Size ait şiirleri görünce, neden şarkı sözü de yazmadığınızı merak ettim.  - O şiirler bir iki  yıllık döneme aittir. Öncesinde ve sonrasında hiç şiir yazmadım, yazamadım.  Birdenbire geldi ve birdenbire gitti… Genellikle bir şiiri  bestelenebilir mi diye okurum. Her şairin beğendiğim, beğenmediğim şiirleri  vardır. Ben daha çok halk ozanlarının şiirlerini beğeniyorum. Daha samimi, daha  sıcak, daha yaşanmış… Neden şarkı sözü  yazmadığıma gelince, bunu ben de bilmiyorum! Belki bir gün denerim. - Şarkılarınızın  sözlerine baktığım zaman, tema olarak da farklı bir duruşunuz var. Çoğunluğun  aksine, siz aşk şarkıları söylemeyi pek tercih etmemişsiniz. Daha evrensel,  daha insana ve insanın özüne dair, daha çok hayatı algılamaya dair sözler var  şarkılarınızda. Birkaç örnek verecek olursam:               İnsanoğlu’ndan:
 Bir köprü gibidir  insanoğlu dünyada
 Sırtında kaderi  gözlerinde umutla
 
 Yaşamak  Güzel’den:
 
 Umudun yitip gitmiş  olsa da
 Paran da pulun da  bitmiş olsa da
 Kader köşeye itmiş  olsa da
 Üzülme sakın hayat  güzel
 
 Hele  o Victor Hugo’nun muazzam sözleri üzerine bestelenmiş Neler mi İstiyorum:
 
 Neler mi istiyorum  uyanınca her sabah
 Ne bahardan bir neşe,  ne yazdan bir çiçek
 Siyah, siyah, çok  siyah, kadife kadar siyah
 Bir saçın buklesini  bana kim getirecek
 
 Bu  temalara bakınca insan ister istemez soruyor kendine. Doğan Canku’nun,  müziğiyle bana ulaştırmak istediği en temel mesaj acaba nedir?
 -   Ben aşktan çok sevgi adamıyım.  Aşkın sağı solu  yoktur, sevgi istikrarlıdır. Aşk fanidir, sevgi  ebedidir.
 Aşk bireyseldir,  egoisttir, kıskandırır, uğruna kötülük bile yaparsın.
 Sevgi evrenseldir,  paylaşımcıdır, takdir eder, affedicidir, kategorilere ayırmaz, içinde sevgi  yeşermişse her şeyi seversin. Uğrunda kötülük değil fedakârlık edersin. Aşkın  bir tek gözü vardır, o da kördür.
 Sevginin ise gönül  gözü. O görünmeyeni de görür…
 Evet, bu böyle uzar  gider.
 Mesajım gayet açık,  kim neyi alıyorsa!..
 - Hem  müzisyen, hem yogi, hem hocalığını yapabilecek kadar taek-won-do, kung-fu ve  aikido’cu, hem botanikçi, hem iyi bir aşçı ve eminim daha sayamadığım bir sürü  –cı, -cu yanınız var (:  Sahip  olduğunuz farklı farklı yeteneklerinizin birbirleriyle nasıl bir uyumu var? Bu  özellikleriniz birbirlerinden besleniyorlar mı? Örneğin müzisyen oluşunuzun  uzak doğu sporlarındaki başarınız ya da yogi oluşunuz üzerinde nasıl bir etkisi  var? -   Doğru bakıldığında evrende var olan  her şeyin birbiriyle bağlantısı var. Heplik ve hiçlik birbirini doğurur.  Doğan Canku olarak tek  bir hayat deneyimliyorum ama öz varlığım binlercesini deneyimledi ve  deneyimleyecek.  Hayatıma bu kadar çok  şeyi katmış olmamın nedeni belki de bilincimdeki bu bölük pörçük birikimlerin  sonucudur. Hayatımıza kattığımız değerlerin eksileri de vardır, artıları da. Eğer  birbiriyle çelişenleri ayıklayıp, birbirini destekleyenleri ön plana çıkarırsak  bu değerler arasında zaten bir uyum kendiliğinden olacaktır. Elde ettiğimiz  sonuç evrime katkıda bulunuyorsa doğru, (mutlak doğruya en yakın) katkıda  bulunmuyorsa yanlıştır. Müzik ruhumu, yoga  zihnimi, aikido fiziğimi güçlendiriyor ve bu üçünün uyum içindeki birlikteliği  evrime katkıda bulunuyor… - Peki,  bu soru ile bağlantılı olarak bir de şunu sorayım: Metafiziğe duyduğunuz ilgiyi  sizin farklı bir yönünüz olarak gösteriyorlar. Oysa müzisyen olan birinin  metafiziğe de ilgisinin olması bence beklenen bir şey. Çünkü müzik ruhun temel  gıdasıdır derler. Bunu biraz daha açarsak müzik yapan insan, yaptığı müziği  içselleştirdiği anda onunla kendi içsel yolculuğuna da çıkabilirmiş gibi  görünüyor.  Bu noktadan bakınca müzik de  aslında bir meditasyon biçimi değil midir? 
                - Hangi müzikten  bahsettiğinize bağlı. Kalp ritmini taklit eden disko müziği mi? Meyhanelerde  çalınan ve insanı karamsarlığa teşvik eden müzik mi? İnsanları birbirine  düşürecek kadar ideolojilerine alet ettikleri müzik mi? Tabi ki bunların hiçbiri değil.  Müziğin metafizik ile  fizik arasında bir köprü olduğuna inanırım. Ancak bu köprünün her iki ucunun da  bir yere bağlı olduğundan emin olmak lazım. Az önce bahsettiğim müzik  türlerinin bir ucunun boşta olduğunu söylemek isterim.  Metafiziğe ilgi duymak  ile onunla ilgili olmak farklı bir şey. Müziğe ilgi duymak ile müzisyen olmak  arasındaki fark gibi. Metafizik benim aynadaki görüntüm gibi, her an yüz yüze  olduğum… Müziğimin her bir ölçüsünde de bunu hissetmek mümkün. Oysaki çoğunluk  doğal olarak müziğin ritmine, sözlerin cazibesine kapılıyor. Bu yüzden detaylar  gözden kaçırılıyor. Başka türlüsü de beklenemez zaten. Bestelerimin içi benim,  dışı başkalarınındır. Aslında böyle bir kuralım yok. Keşfedebilen içine de  sahip olur.  Müzik bir meditasyon  değildir.  Ama meditasyonlaştırılabilir.  Yürümek bir meditasyon yöntemi değildir ama onu bir yöntem haline  getirebilirsiniz. Bu şu demektir; her ne yapıyorsanız yapın onu meditasyona  dönüştürmeniz mümkündür.     - Gitarla  tanışma öykünüzü, gitar aşkı uğruna viyolonsel ve piyano eğitimi aldığınız  konservatuarı bırakışınızı ve flamenko parçalara ilgi duymaya başlayarak bu  parçaları çalmak için gösterdiğiniz insanüstü çabayı düşünerek soruyorum:  Ankara’da bir gökdelenin terasındaki cafe’de çalarken, sizi dinleyenin  “tesadüfen” Salim Dündar oluşu ve “İspanyol müzikle ilgileniyorum, benimle  ortak çalışmak ister misin” diye soruşunun karma ile ilgisi olduğunu düşünüyor  musunuz? - Karma, varoluşun en inceden daha  ince katmanına kadar her şeyi kapsar.  Salim’in benim karşıma  çıkması veya benim Salim’in karşısına çıkmam hangi sebebin sonucudur bilemem.  Ancak yıllarca gösterdiğim çabanın karşılığında gitar çalabiliyor olmanın  karmik mükâfatı, Paco De Lucia gibi biriyle karşılaşmak olamaz mıydı? Hah, hah,  hah!. - Kesinlikle  (: Paco de Lucia demişken siz, sorayım: En keyif alarak dinlediğiniz flamenkocular  kimler?  - Tabi ki başta Paco De Lucia olmak  kaydı ile Manolo Sanlucar, Vicento Amigo, Tomatito, Gerardo Nunez gibi birçok  gitarist var. Ama 40 – 45 yıl önce Sabicas’dan başkasını dinlemezdim. Paco de  Lucia’yı 1967 yılında keşfettim.  -  Hocam yeni bir albüm yapma fikri var mı? - Albüm değil ama yeni besteler yapıp  paylaşmak için interneti kullanabilirim. Artık yapımcıları zengin etmek  istemiyorum. - Şarkılarınızda  tam manasıyla flamenko yapmayıp, flamenko gitar tekniklerini kullanıyorsunuz.  Böylelikle flamenko müziği ile kendi müziğinizin sentezini yapıyorsunuz. Bunu  da kasıtlı olarak üzerinde uğraşarak yapmadığınızı, kendiliğinden içinizden  öyle çıktığını söylüyorsunuz. Geriye dönüp baktığımızda henüz flamenkodan  bihaber olan bir ülkede siz Sabicas’tan Tomatito’ya kadar pek çok üstadın  eserini, İspanyolların bile hayranlık duyabileceği kusursuzlukta çalmışsınız.  İsteseniz tam anlamıyla flamenko bir Türkçe albüm de yapabilirdiniz. Hâlâ da  yapabilirsiniz. Neden böyle bir albüm projesi düşünmediniz? - İstesem tabi ki yapabilirim. Ama bir  de şöyle düşünün; bugün dünyada binlerce flamenko çalan ve çalmaya çalışan  gitarcılar var. Ben de bu binlercesinden biri olabilirdim. Ama tarzım ile  dünyada tekim.  Paco De Lucia’nın  İstanbul’da mihmandarlığını yapan bir öğrencim, Paco’yu konser sonrasında  çalıştığım kulübe davet etmişti.  Onunla  orada tanıştım. Kulüp patronu ve seyirci flamenko çalmamda ısrar ediyorlardı.  Benim ise tereciye tere satmaya niyetim yoktu. Kendisine ithafen Sultan-ı Yegâh  Sirto’yu çaldık. Yemeyi içmeyi bırakıp dikkatle dinledi. (Bu onun ne kadar  alçak gönüllü olduğunun da bir göstergesiydi) Ve bana şöyle dedi: “Dünyanın neresine  gitsem hep Paco de Lucialar görüyorum (yani taklitçilerini kastediyor). Siz,  geleneksel müziğiniz ile flamenkoyu çok güzel sentezlemişsiniz, müziğiniz  harikaydı.” diyerek beni onore etmişti. Böylesi daha güzel  değil mi? Ama belki birgün  geleneksel flamenko örneklerinden bazılarını çalıp internette yayınlayabilirim.  Eskisi kadar iyi çalamasam da… - Sizinle  yapılan söyleşilerde sorulmasını ve cevaplamayı çok istediğiniz ama henüz size  sorulmamış bir soru var mı? Varsa, soruyu cevabıyla birlikte sizden duymak  isteriz (: - Genelde bana sorulan klişe  sorulardan bıktım diyebilirim. Ancak bizler gelişip olgunlaştıkça sorularımız  da, cevaplarımız da derinlik, anlam ve zenginlik kazanır. Bu durumda dayatma  soru ve cevaplar hedefine ulaşmayacaktır.
             Diskografi   Doğan Canku Web Sitesi     EKİM 2009     |