Bir Şair ... Bir Dünya ... / Engin Turgut

"Denizin üzerinde yüzen ay sıkıntısından başka neyim ki ben" ?..


- Sevgili Engin Turgut sohbete kısaca sizi tanıyarak başlayabilir miyiz?

- Sevgili Kadri Karahan, işte en zorlandığım cevap bu!.. Ne diyebilirim ki?.. Şiirin, dilin, arkadaşlığın, kardeşliğin, hayatın kıymetini bilmeye çalışan, bir türlü büyüyemeyen bir masal çocuğu olmalıyım?.. Şair dostum Haydar Ergülen'in dediği gibi, "bilirim o yüzü sincaba benzeyen çocuğu, ormana düşse ağaç bulamaz" dediği bir çocuk!.. Çocukluğundan dışarı çıkamamış, hep kendi yüzüyle dolaşan, kendisi olmaya çalışan, 'imtiyazlı bir yer edinmek istemeyen', kendisi olan, sahici bir çocuk!.. Ney üflemek isteyen, İstanbul çelebisi bir adam olmak isterdim. Kendim için değil; oğlum için adam olmak isterdim!.. Saygılı, hoşgörülü, sevgi dolu bir şair olmak isterdim... Burnum kuş, dudaklarım kalp, gözlerim çiçek, ellerim kalem ve boya koksun isterdim... Ay çiğnemiş, güneş içmiş, rüzgâr tazelemiş, toplumsal dalgalanmalardan, nice yangınlardan geçmiş, yüzünü hüzünle yıkamış, gönlünü umudun sesiyle ovalamış, her şeye rağmen gülümseyen bir yüzüm var benim... Ne anlatabilirim ki?.. "Kendimden başka hiçbir eksiğim yok" diyor ya Kafka!.. İşte sanki böyle biriyim. Yaralı bir kuşaktan mı geldim, anılar hışırtısı ruhum gövdeme sığmıyor?..Galiba yaşsız bir yabancıyım ve yorgunum kendim olmaktan!.. Denizin üzerinde yüzen bir ay sıkıntısından başka neyim ki ben?..

- Şiirle birlikte sizin deneme, portre, hatta mektup üzerine çalışmalarınız var.. Burada özellikle birine, kendinizi daha yakın hissetme gibi bir durum söz konusu mu?.. Siz kendi içinizde böyle bir ayırım yapabiliyor musunuz?..

- İnsan insanın kurdu değil; her zaman yurdu olmalıdır diye düşünüyorum. Yıllardır şairlerle, ressamlarla söyleşiler yaptım, yazılar yazdım, yazmaya çalıştım. Soru sormayı daha çok sevdim cevaplardan!.. Yazı sizi baştan çıkarır, yoldan çıkarır. Yazı bir baş dönmesidir. Rüya, melek ve uçurum diliyle yazmak isterdim. Kendime ya da hayata katlanmak için mi yazıyorum, bilmiyorum?.. Yazının olanakları çok zengin. Bin koldan, bin damardan, bin ırmaktan akmanız mümkün. Dil denilen bir derya var elinizde. Ve sadece yazmak için yaşıyorsanız ve Tanrı denilen şu cehennem 'dil' le boğuşuyorsanız söz sizi bütün zamanlara sürükleyebilir, sürükler! Kelimelerin ve renklerin efendisi olmaya çalışırken, dokunduğum her şeyi düşlerime de banarak yaşıyor ve yazıyorum...

Ölünceye kadar şiire ve resme çalışacağım. Başka bir şey bilmiyorum çünkü!.. Gerçeği söylemek gerekirse ben şiiri de resmi de bilmiyorum?.. Üzerine eğilerek, işimi ciddiye alarak öğrenmeye çalışıyorum. Şiir ve resim beni hiç yalnız bırakmadı, bırakmaz, sadece bunu biliyorum... Ey saflığın göllerde şarkı söyleyen esrik kuğuları ve benim şu yaprak gibi titreyen kalbim. Kendime yakın durmak ve kendimden geçmek için bütün bunlar... Ölümün ödü patlasın ki; kimseye benzemiyor yüzümden düşen serçe ve elimde sımsıkı tuttuğum zeytin dalı...

- Kendinizi herhangi bir akımın mensubu bir şair olarak görüyor musunuz?.. Bu anlamda daha çok nasıl yazmayı tercih ediyorsunuz?.. Nasıl bir Türkçe'nin peşindesiniz?..

- Buna edebiyat tarihçileri, şiir eleştirmenleri karar verebilir ancak!..Lekesiz, hilesiz ve hurdasız Türkçe!..Yaşayan bir Türkçe bu!..Türkçe'nin o sağlam gövdesine sarılmak gerekiyor...İçinde binlerce uygarlıklar, sesler hayatlar biriktirmiş sıcacık bir Türkçe bu!.. Bu dilin yağmuru susmaz, güneşi eskimez!.. İçinden nice kültürler, türküler, aşklar, şarkılar, acılar geçen bir dil her zaman imdadına, kalbine yetişir sahici bir şairin!..Yanlış okunuyor çıldırmış yaralarımız ve belki de canı acıyor üzgün Türkçe'nin!.. Oysa masum ve cömert bir dil ağzımızdaki... Şiirin ve Türkçe'nin avlusu öyle geniş ve serin ki; bu gürül gürül akan çeşmeye ağzımızı ve ruhumuzu dayamamız lazım!.. Postmodern zamanlardayız ne yazık ki?.. "Yazmak büyülü bir fenerdir ve herkesin elinde yoktur" dememiş miydi Borges?.. Ben iflah olmaz bir acemiyim ve aşkla bakıyorum her şeye?.. Ve herkesin şah kesildiği bu çağda mat olmayı tercih ediyorum!..Akşam lisesi mezunuyum, akşamcılığım buradan geliyor galiba?.. Canım nasıl istiyorsa öyle yazmaya çalışıyorum... Şair olduğum için değil; derdim olduğu için şiir yazıyorum. Alışılmış, kullanılmış, aşınmış dizeler yazmamaya özen gösteriyorum. Her zaman taze bir söyleyişle nefes almalı ve diri kalmalı şiirlerim. Her şeyin bir dili vardır ya; en derin ve en kullanılmamışını ben söylemek isterim... Elbette 'şiir mutsuzluktur' ve sanat mutsuzluktan çıkıyor. Sevgili Turgut Uyar bu konulara değinmişti zaten!.. Şairim İlhan Berk'de öyle... Cemal Süreya çok mu mutluydu sanıyorsunuz?.. Ya Edip Cansever? Can Yücel, Ece Ayhan? Onlar popüler kültürün o cazibeli tuzaklarına asla düşmediler!..

İnanılmaz şaşkınım. Yazarlarımızın bir marka haline dönüşmesi belki de bazı yazar ve şairlerin kendi tercihi. Ama anlamadığım bir şey var: Bir sanat eserinin birdenbire bir meta'ya dönüşmesi?.. Bu ne biçim bir yabancılaşma, bu nasıl bir histeridir ki, İstanbul'da, bilmediğim daha nice yerlerde 'şiir barları' açılmış?..Elbette bu da bir kapitalizmin, kaderin bir oyunu bize!.. Benim usta bildiğim şairlerim asla böyle değillerdi! Akıl ve yürek tutulması bu aşk!..Bütün çağların üzerinde bir yalvaç yalnızlığıdır, anlayana!.. Hasan Cihat Örter yalnızlığıdır... Lirik şarkılardan evladiyelik anne tadı seçtik kendimize!..Boşuna mı Hasan, Haydar, Ali, Ayşe, Zeynep, Gülten!.. Bu cevapları yazmaya çalışırken fonda 'Barış şarkıları' çalıyor sevgili Akın Ok ve Hasan Cihat Örter'den!.. Şiir de böyle bir şeydir işte!.. Sevgili arkadaşım Günnur Yalçın'dan duymuştum. Cemal Süreya'nın en sevdiği şiirlerinden biriymiş A. Muhip Dranas'ın "Kar"şiiri... Ezberlediği bir şiirmiş ve her yerde okurmuş, ne güzel değil mi?..Fonda Hasan Cihat Örter çalıyor ve ben ada çayı içerken bile sarhoşum!.. Eskimeyen bir keman sesinden kopup, gitarın en hicran sesine dokunup, bir ud efendisi olup çıkıyorum... Şairim ve güzel kardeşim Haydar Ergülen'in "Efendiler Gazeli" tadında bir şiir yazmak isterdim...

- 'Küs' isimli ikinci şiir kitabınız 1993 yılında Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü aldı. O dönem beklediğiniz bir sonuç muydu ve sonrasında size neler yaşattırdı bu duygu?.. Ve sırada okurlarınızı bekleyen yeni ne gibi çalışmalarınız var?..

- Şair dünyaya fazla alışmadan, kendi suskunluğuna kaçıp kurtulmalı kendinden ve şu anlamsız kuşatılmışlıktan. Herkes şiir yazıyor, yazmaya çalışıyor.Buna kimsenin itirazı yok ki? Fakat bu ülkede gerçek bir şair ve iyi şiirler görmeniz neredeyse çok azdır. Yola çıkmanız ve şiiri aramanız gerekiyor. Özgün bir söyleyişle, bir kuyumcu sabrıyla şiire ciddi emek harcamak, herkesin harcı değil ki?.. Açıkçası bugüne kadar okurla ilgilenmedim hiç... Zaten sıkı bir şiir okuru da şiir yazmaya çalışıyordur. Okurunuz var diye, ya da okurunuz olsun diye yazmak ne tuhaf... Zaten burası da tuhaf bir ülke... Şiir kitaplarını şairler bile satın almıyorken; okur dediğiniz nedir ki?.. Türkiye'de elbette şiir kitapları satılmaz, çünkü herkes 'şair' sanıyor bu ülkede!.. Şarkı sözü yazarları bile kendini şair ilan ediyor...Ve herkes şiir üzerine ahkâm kesebiliyor bu toplumda... Herkes yazdığını şiir sanıyor. Burası agora meyhanesi değil; burası adeta "ünlü, kötü şairler cenneti"... Dağlarca kendini şair sananlara kızarken çok haklıydı. Ece Ayhan da şiir okuruna pek güvenmezdi. İnternet, şair ve şiir sitelerinden geçilmiyor. Radyolarda ve televizyonlarda kötü şiir programları sunuluyor. Bir tek kirlenmeyen şiir kaldıydı onun da canına okudular!..Benim için en güzel edebiyat ödülü iyi bir şiir yazmaktır... Göçebeyim ve kendime sürgünüm ben!.. Sanki her şeyi ilk defa gören şaşkın bir çocuğun gözleriyim.

Seviyesizliğin baş tacı edildiği bu toplumda, hakikatin bir pul kadar değeri kalmadığı çağımızda şiir de nasibini aldı bu kirlenmeden. Yalnızlığı seçmek gerek ve inandığınız yolda gerekirse tek başınıza yürüyeceksiniz. Benim için en güzel edebiyat ödülü iyi bir şiir yazmaktır... Göçebeyim ve kendime sürgünüm ben!.. Sanki her şeyi ilk defa gören şaşkın bir çocuğun gözleriyim. Nar ağaçları, o eşsiz çiçekler, pırıl pırıl bir deniz, hayata gülümseyen gökyüzü ve yunus balıkları ve avare martılar ve kimseye benzemeyen o evlat kokusu ve aşkla bakan güzel kadınların gözleri... En güzel ödüldür bana!..

- Yarışmaların ve elde edilen bu başarıların, şair üzerinde olsun, okur üzerinde olsun neler düşündürdüklerinden bahsedebilir miyiz?..

- Şiir ödülleri almanız sadece şiire karşı olan sorumluluğunuzu arttırıyor. Bunu da anlamış değilim?.. Sonsuz karmaşa halindesiniz. Hepsi bu!.. Siz biricik ve çok değerli değilsiniz. Ne ödülü?.. Adam en vurucu, en şaşırtıcı dizeleri yazmış sanıyor... Adam ve kadın kendini bir şey sanıyor... Bu çılgın bir yanılsama, Neruda, Nâzım olma hali yani? Yok böyle bir şey!.. Ne aydınlık, ne de bir düş görgünüz ne de insanlığın canına yarayan, tutkulu, ıslak, karanfil kokan bir ağzınız var! Hem herkesi, hem her şeyi inciteceksiniz, hem de kasırgalar kopartacaksınız, dildeki ömürle sevişirken?.. Yok böyle bir şey? 'Cumartesi Anneleri' duyarlılığı şiiri bile hemen öldürüldü!.. Hani nerde savaş karşıtı barış kokan şairlerimiz?.. Şairler kendisi olmayı bırakın; kendi sokaklarında bile 'insan' gibi yürümeyi unutmuşlar: Bu ülkede imge gözünden vurulmuştur belki ama anlam sokakta kalmıştır. Sırf bu yüzden renklerin kendine ait soyluluğu umurumdadır. Devrim umurumdadır. Okur mu dedin sevgili insanım?..İnanmıyorum?.. Ödüllere de inanmıyorum?.. "Şiir Edebiyatın gözleridir" Bunu kim söylemişse ben ona inanıyorum!..
-

- Şiirleriniz bir anlamda resimle de besleniyor diyebiliriz. Öyle ki, okuyucu son kitabınız "Mucize Tozları "nda, iki çalışmanın bir arada harika bir bütünlük oluşturduğunu görebilme fırsatını bulmuştu. Biraz da resim dünyanız ve katıldığınız sergilerden söz edebilir miyiz?..

- Resim yapmaya ne zaman başladım?.. Bir kere anlaşalım: Ben ressam değilim. Ama öyle güzel resimler yaparım ki; buna renklerin derinliği ve dalgınlığı sevinir... Ben buna 'ey sufi, göldeki nilüferiniz kuğular sevindirsin' derim.. Sen hayatla ve aşkla beslen. Sen git kendine suluboya bir haziran al ve onunla ve kimsesiz bir cuma rakısıyla çıldır!..Evet, sanırım bir arkadaşım söylediydi: "Akıllanmak için bir kere çıldırmak lazım " Kısacası ; Kalbimin yağmurlu sokaklarına renkler ışığını bırakıyor. Bazen kelimelerden sıkıldığım için, renklerin büyüsü ve coşkusuna sığınıyorum. Düşlerimden renk cümbüşü olarak mı taşıyorum nedir?.. Kendi boşluğuma düşmemek, ruhuma tutunmak, şairlerin de resim yapabileceğini kendime fısıldamak için, tuvalin kimsesizliğine tırmanıyorum...Kendimden geçmek, biraz daha sarhoş olabilmek, renklerin göğüne çıkmak, acemi ve çırak kalmak, hayatı ve kendimi daha çok hatırlamak için, renklerin şarkısını söylüyorum durmadan. Parmaklarım renklerle dans ediyor ve ellerim konuşkan. Renklerin denizinde güneşlenmek ve gölgesinde serinlemek ve renklerin bulutlarına çarpmak ne güzeldir?.. Çocukluğuma geri dönüyorum resim yaparken. Kalbimin o saf bilgisiyle sonsuz olanın nefesiyle bütünleşebiliyorum.Kendimle buluşmak ya da kendimden uzaklaşmak değil derdim.Resmi de bir aşk gibi gördüğüm için, kendimi ressam gibi hissetmediğim fakat ressamlara hep imrendiğim için resim yapmayı seviyorum. Resim beni başka diyarlara götürüyor, başka yolculuklara...Resmin gücüne, şiirin ve sinemanın gücüne inandığım kadar inanıyor ve resmin ruhumu altüst edişini seviyorum. Resim bana haz ve arzu kapılarını açıyor ve renklerin asil efendisi ellerimden tutuyor...Resim benimle sessizce konuşuyor. Resim yaparken aklı devreden çıkarmanın keyfi başka. Ben bir şairim fakat resim yaparken şair yanımdan kopamıyorum.Zaten böyle bir niyetim de yok!.. Düşlerimin gölgesinde yalnızlığın tadını çıkarabildiğim, renklerin göğüne tırmanmak arzusuyla kıvrandığım ve ısrarla buğulu zamanlar ülkesine taşındığım için ruhumdan renklerin pınarı akıyor...

- Peki ya müzik?.. Ya "bay jazz ile bayan blues"?.. Bir yerde okumuştum "Şiirlerimde sıcacık bir kalbin ve ışığın gülümsemesini görebilirsiniz, renklerin şövalyesi, kelimelerin efendisi olmaya çalışıyorum" diyorsunuz ve ekliyorsunuz... "Şehrimizin son çocuklarından birisiyim" Neden?..

- Azra Erhat, gövdesi bir el kadar gül olan kadın!.. Ve benim o güzel gözlerine üşüme gelmiş insanım Balıkçımın biricik gönüldaş arkadaşı...'Merhaba' demek güzel ve oylumlu bir gökyüzü tadındadır.."Yaşa bre Azra, o güllü bahçede, sana bütün gönlümün genişliği ve hızıyla yallah öyle bir ilan-ı aşk ettim ki, kılıç çekmeğe benzedi!.. Gövden bir yanak olsun, yanağına dayanıp, el olup avucuna girsem. Deniz kahkahalarla gülücüdür!.. Aynı zamanda hüngür hüngür ağlayıcı, içini çeke çeke!.. Yaylım gerek göze de, gönüle de. İnsan bir saatte yüz yıl da yaşar. Canımcan. Canımın canısın..." Resim, şiir, müzik, başka ne var?: Sanat bu kadar gülücüklü değil. Hem kendinizde hem dünyada yeni bir rönesans yaratmanız lazım!..

- Bir şair 'yolda yürürken bile şiir düşünüyorum, çevremde her gördüğüm şeye nasıl bir katkıda bulunurum gözüyle bakıyorum' diyordu bir söyleşisinde. Ya, Engin Turgut şiire nasıl bakıyor?..

- Güzel kardeşim, benim yıllardır biriktirdiğim defterlerim var ve defterlerimin bir tanesinde 1992 tarih'i yazar; ve bir şiirin adı şöyledir: "Le Rouge et le Noir"...Benim o hiçbir şiirimi, kitabımı basmamış olsa da o benim için aydın ve entelektüel bir adam! Ben o adamı geri istiyorum. Arkadaşları mızıka sesiyle istediği yere gidebilir...Hayat klan falan sevmiyor işte!.. Loca ve lonca da sevmez! Şu ara galiba şuara'nın canı çok sıkkın! Ben anlamam poetika'dan ve Lorca'*dan?..Elbette buradaki Lorca bir gülümsemedir... Kafiye'ye göz kırparken, hafiyelik yapmamaktır... Bunu yaşayan iki büyük şaire sormak lazım: Ben ısrarla Ahmet Haşim'e çalışıyorum fakat Yahya Kemal Oteli'nde komi'yim... Dıranas mektebinden yeni geldim. Ben anlamamam savrulan bir emeğin solmasından?.. Necatigil'den, evlerdeki gölgelere kadar!.. Ahmet Arif'i ne kadar sevmişsem, güleç yüzlü, Arif Damar'ı da öyle.. Vedat Günyol'u ne kadar sevmişsem Vedat Türkali'yi de öyle! "Faşizm iki insanın arasındaki ilişki de başlar" der Bachmann ve Ahmet Cemal'i kimse hatırlamaz, nedense?.. Ve nedense 'yazınsal iktidar' birçok değerlerimizi unutur. Olsun, şiirin kalbi ve ruhu her daim inatla ve aşkla çalışkandır... Hasetsiz, hesapsız bir sevgi ve sezgiyle kalplere dokunabilmek ne güzel şey?..Ne güzel şeydir arkadaşlığın o derin sıcaklığı?..Şefkat ve gönül penceremizi açık tutmalı, hiçbir çıkar gözetmeksizin karşılıksız sevmenin tadını çıkarmalıyız. Arkadaşlığın bahçesinde tedirginlik ve korku yoktur. Ilık sokaklarından geçersiniz kardeşliğin ve hevesin. İçimin bulutları ve kuşlarıyla yazıyorum. Her şeyin hemen hurdaya dönüştüğü, çiçeklerin plastikten ve aşkların bile deri değiştirip mika bir sızıya dönüştüğü bu yaralı çağımızda, bu vahşi dünyada yazmaktan başka elimden ne gelir?.. Ben mavi bir hayatın hayalperver yabancısıyım, yağmurun kederini anlayacak kadar büyümüş, rüyalarımın kemiklerini gördüğüm yaştayım. Çok mu konuştum, haklısınız.Sevgili kardeşim Aziz Uzun'un dediği gibi: "Bir şairin ipiyle kuyuya inilmez belki ama göğe çıkılır "!..Bu arada unutmadan söylemeliyim: Sevdiğim şairlerimden Vural Bahadır Bayrıl demişti ki, yıllar önce: " Ben şiiri çok seviyorum, 'şairler' hariç "... Bu söz çok şey anlatıyordur sanıyorum...

- Özellikle Cemal Süreya sevginizi biliyorum, onun için, neden özellikle Cemal Süreya demeden geçmek istemiyorum... Nasıl bir duruş ve nasıl bir hayranlık bu?..

- Cemal Süreya benim için çalışkan bir kelime, hoyrat bir ruhun en duygulu göçebesi... Dünyanın bütün iyi şairleri için acı çeken bir Oğuz Atay sıkıntısıdır!.. Barış şarkıları söyleyen bir ışığın sabahlara uyanmasıdır o!. Güneş sabrıydı. Yağmurdan yanaydı. Başkası olmanın değil; kendisi olmanın tadını çıkarırdı. Varoluş yeni bir eda daha kazanırdı aklın ve duygunun kirlenmeyişinden!.. Bütün kadınların terli boynuna ısırılmış bir güneş bırakırdı.. Cemal Süreya belki de serseri bir orman, yalnız bırakılmış bir keder inleyişiydi... Cemal Süreya ürperen bir şey!.. Günlerce, gecelerce uykusuz gözlerinden acemi, acem bakışlı bir Allah sarkıyordu... Ve onun yağmalanmış hayatlarından, kırılmış hayatlarından bana emanet erkenci bir derviş olsaydım keşke?.. Bir lokmada yenilir yutulur cinsten bir şair değil o!.. Lokman şairimin 'keşke' evladiyelik bir dizesi olaydım?..

- Günümüz edebiyatını değerlendirmenizi ve kimleri kendinize yakın gördüğünüzü ve severek okuduğunuzu, kimleri takip ettiğinizi öğrenebilir miyiz?..

- Şairseniz bütün şiir ve edebiyat dergilerini takip etmek zorundasınız. Sanatın diğer disiplinleriyle de beslenmelisiniz... Kendinizi her gün yenilemeniz ve çok çalışmanız gerekiyor. Hakikate yakın duran saflığınızı korumanız gerekiyor. Ve şiirin ciddi bir iş olduğunu kavrayıp, şiirin asla bir 'oyun' olmadığını da anlamamız gerekiyor... Sevdiğim, severek okuduğum şairler o kadar çok ve az ki? Fakat isim veremeyeceğim, beni bağışlayın...

- Yeni şairlere ve şiire gönülden destek vermek isteyen herkese bir mesajınız olabilir mi?..

- Şiirin üretilen, yapılan bir şey olduğunu düşünenlerdenim. Ben de her gün yeni şeyler öğrenmeye çalışıyorum. Şiiri tarif etmeye kalkışmak ne büyük yanılgıdır.'Ne kadar şair varsa o kadar şiir tanımı vardır' derler, sanki kısmen doğrudur da bu. Şiir hemen aklımıza gelen düşünce ve duygularımızı kâğıda döktüğümüz bir iç boşalma değildir, diye düşünüyorum. Yazıldıktan sonra üzerinde daha önce de yinelediğim gibi bir kuyumcu sabrıyla nakış nakış işleyebileceğimiz zor ve ciddi bir iş. Yani yazılanın sonra oturup üzerinde çalışılması durumu var. Şiire işinizmiş gibi bakmak zorundasınız. Ben bir şiiri bir ayda bitirenler biliyorum. Bir dizeyi demlenmeye bırakan şair dostlarımı biliyorum. Türk ve dünya şiirini çok iyi özümsemek gerekiyor, kendinizden önceki bütün şairlerin şiirlerini okuyacak, dünya şiirini iyi bilecek, çağdaşlarınızı takip edecek, bütün çıkan edebiyat ve şiir dergilerini inceleyeceksiniz. Bu konuda şair dostum Haydar Ergülen'in şu sözünü çok severim ve her fırsatta söylemek isterim: "Şiir bir annelik sanatıdır, şairlikse klişe"...

- Sohbetimizin sonunda sizden doğaçlama olabilir ya da bir şiirinizden aklınıza düşen bir dörtlük olabilir... Birkaç dize istesek?..

- Hemen aklıma sevdiğim şairlerden Özkan Mert'in bir dizesi geldi. Bunu paylaşmak isterim sizlerle:" Kentlerin uğultusundan kaçıp bir kiraz ağacının gözüyle bakacağım kendime." Bir de çok sevdiğim bir şiir vardır. Bana bu güzel şiiri okuyan, veren, çeviren güzel dostum Yağmur Denizhan'a buradan teşekkür etmeliyim...

ŞARKÜTERİDE

Bir mayıs çayırları konservesi verir misiniz?
Biraz yüksekçe olsun ama çok değil
Şöyle üstünde oturabilsin insan.

Yok mu? Pekiyi öyleyse karlı bir yamaç
Deepfreez'de dondurulmuş
Kış sporcuları olmasın yalnız
Karlı bir çam bulunabilir

O da mı yok? Ne kaldı o zaman?
Tavşanlar asılı bakıyorum
İki üç tane yeter. Bir de avcı tabii
Sahi, avcılar nerde asılı?

ERNST JANDL

- Teşekkür ederim sevgili Engin Turgut... Tüm hayâllerinizin gerçekleşmesi dileklerimle, başarılar ve daha nice iyi şiirler ve resimler diliyorum...

- Sevgili Kadri Karahan, bu güzel soruların, içtenliğin, yeteneklerinin, onca başarılarının ve kıymeti bilinmesi gereken kardeşlerimden bir olduğun için asıl ben sana teşekkür ediyorum ...

SUDAKİ MASAL

Bana hep yağmur armağan edildi
Koynumu ısıran hayal makasları bir de
Anılar sokağından dışarı çıkamadım hiç
Uzun mektuplar yazdım, kimseler okumadı
Yine de bağışladım çocukluğumun kalbini kıranları
Kendimle söyleştim kimi zaman
Kimi zaman başkalarının düşleriyle yıkandım
Bahçeyi sevdim en çok
Bana gülümseyen ağaçları
Mavi bir keman sesiydi yutkunduğum
Eksikti şiirlerim, resimlerim, sevinçlerim
Kağıtlar, kelimeler ve renkler oyuncaklarımdı
Denize bakmayı severdim de içine giremezdim
Boğulmaktan korkardım, güz yaşındaydım
Kendi içimde kaybolmuş gibiydim
Kime şikayet etseydim korkularımı bilemezdim
Kimse maskesini çıkarmıyordu yüzünden
Ele vermiyordu kimse kendisini
Akdenizli bir hüzün yalıyordu yüzümü
İncinen bir anlam taşıyordu gözlerim
Taşıyordum başkalarından ve kendimden

Hiç kimseyi kıskanmadım ve sevmedim kalabalığı
Şiirin ve resmin evinde tenha durmak yetiyordu
Şair gibi yaşadım, kendi hayatımı yaşayamadım
Belki kendimi, belki hayatın sırrını, belki hiçliğin tadını
Belki birey olabilmenin kahredici yalnızlığını
Kim bilir belki de küçük avuntularla kendimi kandırıyor
Ya da kendime katlanmaya çalışıyordum
Belki de hızlı çeviriyordum sayfalarını ruhumun
Ve sonunda ben de kendime alıştım

Şarkılar mırıldanır aşklara tutunurdum
Beyhude olduğunu bile bile
Kelimelerin gurbetine düşerdim
Bazen küserdim kelimelere
Bazen şımartırdım onları
Arkadaşlığın lunapark gönlü konuşkandı
Saflığın çiçeği güzel ve derin kokardı
Asla somurtmazdı gecenin ışığı
Bahçeyi nasıl sevdiysem avluyu da öyle sevdim
Haddini bilmek konusunda üstüme yoktu
Fakat haddini bilmeyenlere en ağır cezaydı yokluğum
Yokluğun da bir fiyakası vardı çünkü
Ve bilirdi dostlarım bir heves çocuğu olduğumu

Sonra çok sıkılırdım yosun tutmuş hayatlardan
Ağzı nektar kokan hiçkimseydim, belki de çok kendimdim
Aşk suçu işliyordum durmadan ve dudağımda neşeli bir ıslık
Anılar nehri akıyordu şuramdan ve herkes düşlerine aşıktı
Kurmaca bir hayatım olmadı hiç
Bu yüzden mi roman yazamıyordum, bilmiyordum
Bilmemenin tadını çıkarırdım, sahilde bir imgeyle yürümenin
Yıldızlarla akraba olmanın tadı başkaydı
Kazanmak bana göre değildi, kaybedenlerdendim
Cömertti kalbim, nerede üşüyen bir ruh görse onu ısıtırdı
Tutkulu ve gönlü bol bir sabırsızdım
Hiçbir anıyı terk edemeyecek kadar vefa doluydu kalbim
Acırdı hep masum ve ıssız yanım
Hem panik hem atak bir sızıydım
Güzel bir şiir okuduğum zaman içim yanar ağlardım
Bir dostun iyilik dolu bakışıyla sarhoş olurdum
Sarhoşluk eskimeyen mesleğimdi benim
Rakı içmek teselliydi bana, şiir gibi
Meyhane bir gülümseme bahçesiydi benim için
Hayat bir başka kokuyordu incirin ve narın yanında
Türkülerin ve şarkıların yanında
Hayat hiç devrilmiyordu üzerime
Kinaye yok, öfke yok, kibir yoktu
Savrulmak vardı başka diyarlara
Gençliğin mavi sularına savrulmak vardı

Kaçıp kurtulamıyordum bana her şeyini veren
Elimden tutan, beni en derin maceralara götüren
Bana sadık, beni hiç aldatmayan İstanbul'dan
İstanbul su gibi bir rüyanın kardeşliğiyle akardı
Arkadaşlığın ülkesinde mahcup kalandım
Bir aşk tiryakisiydim kiraz kadınların bulutlarına sarılacak kadar
Yaz damlıyordu çakırkeyif gönlümden
Yalnızlığımın uykusuz komşusuydu İstanbul
Ve ben İstanbul'u kadehime koyar
Sonsuzluğu ve kendimi içerdim

Ten ve gül arasında kanatsız melekler üzgün
Kime inansam adresini terk ediyor
Kime inansam önce o öldürüyordu beni
Hayatı hep yeniden okumak çabasıyla demlenirdi
Şu benim şaşkın ruhum
Ve benim şu esrik ruhumu kim dansa kaldıracaktı


Hasret yontucusuydum
Ve el değmemiş bir sürgündüm sizdeki aşka
Şiirin bulutlarına çarpa çarpa koşardım
Kuşlara kadar yolum vardı, bilirdim
Ve son yazların iflah olmaz divane çocuğuydum
Eskimeyen bir efkarla yıkanırdı gövdem
Yaşsız bir masaldım, sıkılmanın altın çağını yaşardım
Mahsur kalırdım delirmiş bir yaranın içinde
Ne çabuk kirlenir ve çürürdü her şey
Hassas ve kırılgan, dalgın ve sevimli bir budalaydım
Her gün gül açardım korkudan
Defosuz hayatlardan ahşap rüyalar çıkarırdım kendime
Kendime bir su gibi akardım
Su düş görür, su acıkır, su sırrını açardı bana
Suyun kanatları ve aklı vardı
Suyun görgüsüyle emzirirdim kelimelerin ruhunu
Güz evinde oturur, güneş biriktirirdim kalbimin avlusunda

Bana hep yağmur armağan edildi
Koynumu ısıran hayal makasları bir de

Engin Turgut

enginturgut957@mynet.com

milesdavis@mynet.com

Söyleşi : Kadri Karahan / Nisan - Mayıs 2004