müzik - hâl / Esra Dalfidan

 

 - Almanya’da doğdunuz ve müzikle küçük yaşlarda tanıştınız. Aldığınız temel müzik eğitimini gitar dersleri izledi önce. Nasıl bir aşktı, nasıl başladı özetinde. Yine genç yaşta bir Alman müzik yarışmasında birinci olduğunuzu öğrendim, sizin için nasıl heyecanlardı tüm bunlar o yaşlarda?

- Çok küçük yaştan beri şarkı söyleme sevdalısıydım. O tarihlerde annemin işlettiği terzi dükkanındaki müşteriler bana hep şarkı söyletirlerdi. Bazen plakçalarına plakları koyardım ve annemlerin bana aldığı bir mikrofonu elime alarak, evde kimse yokken bağıra, bağıra plağa eşlik ederdim. O an kendimi sahnede bir şarkıcı olarak hayal ediyordum. İlkokula başladıktan sonra sesime eşlik edebilmek için gitar öğrenmeyi arzuladım. Ancak müzik okulunda o sıralarda gitar bölümünde kontenjan dolu olduğundan 7-9 yaş arası iki yıllık flüt derslerine katıldım. Bu dönem benim için çok sıkıcı geçti. Aslında tek hedefim gitar öğrenip kendime eşlik etmekti. 9 yaşımı doldurduktan sonra gitar dersi almaya başladım. Öğretmenimin temeli klasik müzik olduğundan, beni klasik müzikle tanıştırdı. Gitar ve klasik müziğe olan merakım o kadar arttı ki, asıl amacım olan şarkı söylememe eşlik etme düşüncem tamamen arka planda kaldı. Günde saatlerce klasik gitar çalışıyordum. Derslerde de bunun mükafatını görmekteydim. 10 yıl boyunca, yani 19 yaşıma kadar yoğun bir şekilde ders aldım. Yaptığım işten müthiş bir zevk duyuyor ve onaylanıyordum. Müzik benim için o dönemde kendimle baş başa kalabilmek için bir araçtı. Zaman kavramını unutup, adeta müziğin tiryakisi olmuştum. Bir parçayı çalışırken yorumu ile ilgili kafamda bir ideal oluşuyordu. O ideale ulaşana kadar tekrarlaya tekrarlaya çalışıyordum. Kendime o dönemde hep değil şarkıcı, bir gitarist gözüyle baktım. Bunun yanında hep şarkı söylerdim. Ve okullardaki anket defterlerine: „hayalinde meslek bölümünü  ‘’şarkıcı“ diye cevaplamama rağmen, asıl kendimi ifade etmek istediğim enstrümanın “ses” olduğunu daha sonra yeniden keşfettim. Geriye baktığımda bir nevi müzik benim için hem deşarj olma yöntemiydi hem onaylandığım bir alandı, Almanya'da klasik müzik alanında düzenlenen Jugend Musiziert yarışması, katılıp ve ödüller almam tabi çok heyecan verici ve tatmin ediciydi.

- Daha sonrasında Amsterdam konservatuarında caz eğitimi aldınız. Bize biraz bu süreçten bahsedebilir misiniz? Zira bu almış olduğunuz eğitim size neler kattı beraberinde, nasıl bir süzgeçten geçti her şey ve bugüne sizi bizlerle buluşturdu? Bu arada sizin bir de başka eğitiminiz var, biraz da ondan bahsedebilir miyiz?

- Önce müzikli terapiden bahsedelim: Müzikli terapi’yi alternatif bir psikoterapi yöntemi olarak tanımlayabiliriz; vakalar genelde psikiyatrik, sinirsel sorunları olan kişiler. Duygu ve bilinç altında olan düşünceleri, müziği araç olarak kullanarak bilinç üstüne getirmeye çalışıyoruz; yani kelime ve açıklamaların yetmediği yerde müzik devreye giriyor; bu tedavi yönteminin bir aktif, bir de pasif yöntemi var; Pasif yöntemi kullanırken, daha çok müziği uygulayarak, müziğin insanlar üzerinde bıraktığı etkisinden yararlanıyoruz. Aktif yöntem ise farklı. Burada vakanın aktif şekilde doğaçlayarak müzik yapması, müzikal emprovizasyonlar söz konusu; Bir müzikli terapi odasını şöyle göz onüne getirebiliriz: çok sayıda enstrüman bulunur ve bu enstrümanlar amatör kişilerin çalabileceği enstrümanlardır; örneğin: tüm Orff enstrümanlar, davullar, ksilophon, gong, maraka, vs. Müziği belli bir şablonun, doğru ve yanlış patronunun dışına çıkarırız; her şey doğru, her şey mümkün; yanlış yok; herhangi bir metrik, harmonik, melodik doğruluk gerekçesi veya kural uygulaması söz konusu değil; dolayısı ile çıkan müzik, bizim alışık olduğumuz, radyo, televizyon, ve konserlerde dinlediğimiz müziğe benzemeyebilir; bir vakanın yaptığı müzik, onun ifadesi; kelime ile anlatamadığı, zaman zaman kendisinin bile farkında olmadığı konular meydana çıkabiliyor; Yaptığı müziği, ve müzik aletleri kullanma tarzını sadece kendisine tarif ederek, analiz yapmadan ona aktarmak bile, bazı konuları açığa çıkartabilir; örneğin: bir vaka vurmalı bir müzik aletini, yani çok ses çıkartma potansiyeli olan bir aleti tam tersi gayet usul, nazik ve az güç sarf ederek çalıyor; bunu ona anlattığınızda bu konu üzerinde birlikte fikir yürütülebilir; “çalarken ne hissediyor?” “niye daha fazla güç sarf etmiyor” “korktuğundan mı” “duyulabilir olacağından mı?” “sesli olmayı hiç deneyimlemediğinden mi” yoksa “o güç sarf edip, sesli olduğunu mu düşünüyor?” Aktif müzikli terapide, vakayla birlikte müzik yaparız, dolayısı ile otomatikman müzikal anlamda bir iletişim ve bağlantı kuruluyor; vaka bu iletişim ve kontağı nasıl deneyimliyor? “Ürkütücü mü?” yoksa “güven sağlayıcı mı”? Organik bir diyalog kurulabiliniyor mu yoksa herkes kendi müziğini, diğerini dinlemeden mi müzik yapıyor? Bu sorular üzerinde konuşarak çalışılabilinir ve farklı emprovizasyonlar için fikirler doğabilir.

Liseden sonra aldım bu eğitimi Heidelberg Üniversitesinde. Asıl amacım liseden sonra gitar okumaktı. Ailemin öneri ve ikazı ile bu planı bir daha düşündüm ve alternatif bir eğitim almaya karar verdim; yani hem müziği içeren, hem de daha güven sağlayan bir meslek öğrenmeyi. 4 yıl boyunca okudum ama müzik hep bir ukde kaldı içimde; diplomamı aldıktan sonra hatta 2 yıl boyunca müzikli terapisti olarak nörolojik rehabilitasyonda çalıştım ve bunun yanında caz kursuna gitmeye başladım. Aslında konservatuara gitme gibi bir amacım yoktu, sadece işimin yanında beni tatmin edip dengeleyen bir alan aramaktaydım ve müzik bunun için en uygunuydu. Katıldığım kurstaki arkadaşlardan esinlenerek giriş sınavlarına katıldım ve hâlâ hayatımda ciddi bir değişiklik olabileceğini tam olarak idrak etmemiştim. Ne zamanki sınavlar olumlu bir sonuç gösterdi kesinlikle müziğe yönelmemim şüphesiz ortadaydı. Eğitimime bakarsanız, gerçekten çok keyifli geçti! Müzikli terapi okurken zaman zaman hissettiğim çelişkiyle tek bir gün bile karşılaşmadım. Ama çok yolun başındaydım. Temelim Klasik müzik olduğu için caz ile ilgili her hangi bir deneyimim yoktu. Dinlemiyordum bile. Solfej, harmoni bilgisi, doğaçlama benim için klasik gitar çalarken uğraşmadığım konulardı. Piyano çalıp, kendime eşlik edemiyordum. Bütün bunları eğitim sürecinde öğrendim ve eğitimimim bana kattığı şey bana bir çanta dolusu alet oldu. Bu aletleri sunarak, bana müziğe karşı olan aşkımı şekillendirdi. Artık hedefler oluşuyordu: kendim parça yazmak istiyordum, kendim grup kurup, konser vermek istiyordum.

- Yine eğitiminiz sürecinde Fidan isimli bir de grup kurdunuz siz, profesyonel anlamda bu ekip birlikteliğini nasıl sürdürdü peki, nasıl işlere imza attı?

- Fidan’ın oluşması çok doğal şekilde gerçekleşti; tüm üyeleri konservatuarda okurken tanıdım ve ikna etmem gerekmedi, çünkü orda bulunan herkes, birlikte müzik yapmaya ve proje gerçekleştirmeye son derece açık; 3üncü sınıfa başlarken son iki yıl için 3 profil arasından seçme şansımız vardı, bunlardan biri: özel ders şan hocalığı, ikincisi: müzik okullarda müzik ve şan hocası, diğeri: konser amaçlı sahne solisti; ben üçüncü profili seçtim; bu profilin bazı gerekçeleri vardı; bunlardan bir tanesi Amsterdam’da herhangi bir podyumda bir konser düzenlemekti; bu konserin tüm teknik ve artistik hazırlığı bana aitti; eğitim boyunca tanışmış ve birlikte çalıştığım müzisyenlere sordum, benimle bu projeyi gerçekleştirmeye hazırlar mı diye ve herkes katıldı; konserdeki topladığımız ilgi ve başarı hepimizi motive etti ve adım attığımız yolu bırakmamaya karar verdik. Bir demo kaydı yapıldı. Elbette, benim müziğim çalındığı için, grubun tüm organizasyonu bana ait. Bu demektir ki, müziği hazırlamanın yanında, provaları hazırlamak, mekanı belirlemek, konserleri düzenlemek, reklam yapmak, müzik fuarlara gidip, grubu tanıtmak, vs. ama grup arkadaşlarımın beraber müzik yaparken büyük özverisini görmeseydim, devam ettiremezdim herhalde bu çabaları. Bu yüzden onları sadece bana eşlik eden müzisyenler gibi görmüyorum. Grup Fidan olarak tanıtıyorum, çünkü her birinin müziğime kişisel katkıları var. Şu ana yaklaşık 5 yıldır beraber çalışıyoruz ve ve bir albüm yaptık. İkincisini 2009 Kasım ayında kaydedeceğiz. Fidan grubu olarak çok sayıda konserler verdik ve festivallere katıldık, bilhassa Hollanda çapında grubun belli bir simgesi oluştu. 2007 senesinde Hollanda çapında düzenlenen Caz Şarkıcı yarışmasını yine aynı müzisyenlerimle çalarak kazanmıştım.

- Hemen o albüme gelmek istersek. Bir söyleşinizde okumuştum adından da yansıdığı üzere değişik renklerden oluşan bir albüm olduğunu söylemişsiniz. Bir albüm için ne kadar hazırdınız, nasıl hazırlandınız bu albüme, sizin için nasıl bir heyecan oldu beraberinde.

- ‘’Colors’’ albümün gerçekleşmesi de çok doğal oluştu; caz ile uğraşırken çok çabuk parça yazma arzusunu duydum; dolayısı ile albüm düşüncesi olmadan önce parcalar tek tek meydana gelişmişti ve bir müddet sonra sayısı bir albümü doldurabilecek kadar arttığını fark ettim ve albüm yapma arzusu oradan kaynaklandı. Grup hazırdı, parçalar hazırdı ve kendim hazırdım. Ayrıca bir albüm gerekiyordu, belli bir zaman sonra bir kademe daha atlayabilmek içın. Tabi bu planı gerçekleştirmeye başlayınca inanılmaz bir heyecan sarıyor insanı. İlk kez kalıcı bir ürün çıkarıyorsunuz meydana ve her şeyin mükemmel olması için çalışıyorsunuz.

- Albümünüz Türkiye’de yayınlanmadı ama internet vasıtası ile sesinize, şarkılarınıza ulaşabildik bizler. Kişisel çabalarınız da sanırım olumlu sonuçlar getirmedi ve böyle bir durum oluştu. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz,tüm bunlara rağmen Türkiye’den müziğinize, albümünüze nasıl tepkiler aldınız,alıyorsunuz?

- Açıkçası, Türkiye'de sahne almayı başından beri ne kadar çok arzu edip özendiğimi anlatamam; ama bir takım bariyerler söz konusu oldu. 2006 yılında Ankara Caz Festivali programında yer alabildik. Çok zor şartlar, çeşitli ve kısıtlı sponsorlar sayesinde 2 konser için Türkiye'ye geldik ve hatta yine bir takım tersliklerden ötürü İstanbul Nardis'te planlanmış bir konseri iptal etmek zorunda kaldık. Bu zorluklar beni biraz ürküttü ve şunu öğrendim ki: 5 kişilik bir ekibin gelmesi ancak davet ile gerçekleşebilir. Ne yazık ki henüz öyle bir olanağımız olmadı ve zaman zaman Avrupa’da bana şaşkınca "Türkiye'de konser vermiyor musun?" diye sorduklarında biraz mahcup olmuyor değilim. Umarım gelecekte, belki sayenizde bu çizgide bir değişiklik gerçekleştirebiliriz. Buna rağmen, az da olsa, Türkiye'de öz bir dinleyici kitlemin oluşması ben son derece mutlu edip, duygulandırıyor. Bazı bağlantı kurduğum podyumlar albümde bulunan Türkçe eserleri seslendirmememi tercih ettiler. Avrupa'da Türk dinleyiciler ve Türk basını ısrarla seslendirdiğim Türkçe parçalar üzerinde dururken, Türkiye’de diğer repertuara karşı (yani İngilizce sözlü kendi bestelerim) olan ilginin daha büyük olması ilgimi çekti. Sanırım; Türkiye’de belli bir kesimde Türk müziği repertuvarına karşı olan doyum, yurtdışında ise açlık söz konusu.

- Geçtiğimiz senelerde Türkiye’de de bir konser için bulunduğunuzu söylediniz peki nasıl bir atmosferde geçti, nasıl bir dinleyici bekledi sizi? Konserler demişken; birçok konsere imza attınız, sizin için konserler, sahne nasıl bir büyü? Belirlenen bir konser takvimi var mı önümüzdeki günlerde?

- Bahsettiğiniz konser 2006 yılında düzenlenen Ankara Caz Festivali esnasındaydı. Ardından Eskişehir, Osman Gazi üniversitesinde bir konser vermiştik. Çok güzel ve büyük içtenlikle karşılandık. Her ikisinin organizasyonu süperdi. Dinleyicilerin tepkisi çok harikaydı. Bazı dinleyiciler bizimle hâlâ bağlantı kuruyorlar. Hatta Facebook'ta bir Fan sayfası açtıklarını gördüğümde inanılmaz duygulandım. Sahne benim için tüm tutukluklarımı bırakabildiğim bir mekån. Prova odasına nazaren sahneyi tercih ederim, çünkü prova anı aslında sahne anını taklit etmeye çalıştığımız bir an ve bu bana biraz yapmacık geliyor. Dolayısı ile sahnede tamamen teslim olma lisansı var. Elbette sahne'deki en güzel anlar, verdiğim enerjiyi geri aldığımı hissettiğim anlar. Konserler sonrası beni uyutmayan inanılmaz bir adrenalin sözkonusu.

-  Yeniden albüme dönmek istiyorum. İki Azeri çalışma dışında tümü İngilizce ve size ait tüm eserler bu albümde. Yalnız yorumcu değil söz yazarı – besteci kimliğiniz ile de tanışıyoruz. Türk müziği eğitimi almadınız ama bu eserlerinize yansıyor ve ortaya da böylece çok güzel bir sentez çıkıyor. Sizin için şarkı söylemenin yanında, üretmek nasıl bir duygu ve bu güzel uyumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Kendi parça yazma arzusunu duymamın sebebi, kendi bestelerimi söylediğimde, kendimi daha otantik ve gerçek hissettiğimi fark etmem; bana ait olmayan bir eseri seslendirip, yorumlarken çekinti duyuyorum, çünkü bir başkasının söz ve müziğini kullanarak, onun kılığına girmek istiyormuş gibi hissediyorum kendimi; belli bir kılığa girme veya şov gerekçesi beni engeller; oysaki benim arzum (sahnede) kendim olmak. Kendi içimden çıkan söz ve duyguları müziğe çevirip, kaygısız bir şekilde yorumlamak; bu hürriyeti ancak kendi kompozisyonlarım bana sağlayabiliyor; Bahsettiğiniz sentez bir çok kişinin ilgisini çekmişti, ama bunu aslında hiç bir zaman hedeflememiştim. Sadece üretmeye başladım ve ardından öyle bir sentezin meydana çıktığını gördüm. Ama düşündüğümde pek şaşırmıyorum çünkü: ben de bir sentezim. İki dünya arasında büyümüş, bazen sıkışmış ve hiç birinden feragat etmek istemeyen ve ısrarla ikisini bir araya getirmeye çabalayan...

- Yeni bir albümde bizleri neler bekleyecek sizden adına? Biraz ipuçları alabilir miyiz bir sonraki albümünüz adına?

- Evet, şu an ikinci albümümüz ile meşgulüm. 2009 Kasım ayı tekrar kayıta gireceğiz ve sanırım 2010 yılının mart ayında yayınlanacak. Şu an parçaları hazırlamaktayım. Bu albümde kendi grubumun dışında iki misafirimiz olacak. Geçen sezon Hollanda'da ünlü saksofoncu Tineke Postma ve beşlisi ile konser turnesine çıkmıştım. Albümde, üçlü olarak Tineke ve gitaristi Olaf Tarensken ile konserler esnasında çaldığım, kendi bestelerimden bir bir parça yer alacak. Bunun yanında Aşık Veysel in iki tane şiirini müzik haline getirdim. Bu benim için çok yeni bir deneyim, çünkü şimdiye kadar kendi yazdığım parçaların sözleri hep İngilizce olmaktaydı. Dolayısı ile yeni albümümüzde Türkçe sözlü parçalarımızın sayısını biraz artmış olacak.

- Çok değerli müzisyenler ile çalışıyorsunuz ki ben de çok özel bir müzisyen ile söyleşi gerçekleştiriyorum. Tam da bu noktada biraz başarıdan söz edelim istiyorum. Bir müzisyen olabilmenin size göre kriterlerinden; ayrıca siz sesinizi dünyaya duyurma şansını yakalıyorsunuz; tüm bunların kriterleri nedir, iyi bir müzisyen kimdir, nasıl olmalıdır?

- Bence iyi bir müzisyen başarı ve şöhretin peşinden koşmamalı. Buna kapılmak çok kolay, çünkü dinleyicilerin onayını almak elbette tatmin edici ama tek amaç bu olmamalı. Tabi ki azim ve disiplin gerekli, ama bunların motifi sadece müziğe karşı olan tutku olmalı. Bence eğer bir müzisyen müziği, müziğe karşı olan tutkusundan ötürü yapıyorsa bağımsız kalır ve hayal kırıklığına uğrama ihtimali daha az olur. Kendimizi şöhrete, sahnenin tozuna bağlamamalıyız. Diğer bir kriter teslim olma yeteneği, kontrolü ortadan kaldırıp ve kendimi müziğe teslim ettiğim anlar müzik anlamda en verimli anlar olmuştur. Bir de esaslık çok önemli bence. Daha önce de bahsettiğim gibi. Tabi buna cesaret lâzım, çünkü kendinizi ortaya koyup bir pay vermeye razı geliyorsunuz. Ama bazı müzisyenlerde izlediğim bu korkusuzluk şimdiye kadar beni en çok etkileyen duruşlardan birtanesi olmuştur.

- Gerek dünyada gerek Türkiye’de dünden bugüne yaptıkları müzikleri ile kimler sizi etkiledi? Kimleri büyük bir keyifle dinliyorsunuz? Bir gün için sahnede ya da bir albümde buluşmak istediğiniz, çalışmayı istediğiniz isimler var mı bu anlamda?

- Hayranlık dinlediğim ve aslında beni caz ile tanıştırıp büyüleyen müzisyenlerden bir tanesi kesinlikle Aziza Mustafa Zadeh. Onu ilk keşfettiğimde "Seventh Truth" adlı albümünü, tüm melodi, ritim, sözleri dinleyerek, tekrarlaya tekrarlaya dinlemiştim ve her dinlediğimde yine yeni bir şeyler keşfediyordum müziğinde; bu beni çok etkilemişti ve büyük bir hayranı oldum. Bunun yanında Mario Joao ve Bobbie Mc Ferrin gibi "ses akrobatları" beni çok etkiliyor. Tabi hayat bize müzikal anlamda bir buluşma sağlarsa, benim için unutulmaz bir deneyim olur. Sahne almak istediğım müzisyenlerden birisi de Toots Thielmans. Çok özel müzisyen.

-  Ve son olarak müzik bir yanda kendi özel dünyanızda başka tatlar neler var acaba? Hayatın hangi anları, yanları sizin mutluluğunuz, uğraşınız, keyfiniz? Müziğin sustuğu yerde nasıl bir dünya var?

- İnsanları seviyorum, ve boş zamanlarda mümkün mertebe sevdiklerime zaman geçirmek beni mutlu ediyor, onlarla konserlere ve sinemaya gitmek, deniz kenarında uçurtma, uçurtmak; Diğer bir hobim, internette bilmediğim konular hakkında bol bol okumak ve araştırmak. Bu herşey olabilir, bazen coğrafya, bazen tarih, bazen astroloji, youtube'ta müzikler aramak veya teknik bir aleti almadan önce onu derince internette araştırmak. Bir de dilleri çok severim, kelimelerin anlamlarını araştırmak, yeni dil öğrenmek çok hoşuma gidiyor.

- Çok memnun oldum bu keyifli söyleşi için. Sesinizi, yüreğinizi daha nice albüm solumak ve nice söyleşide buluşmak adına çok teşekkürler.

- Ben teşekkür ederim yakın ilginizden ötürü ve bana buradan kitlenize ulaşma imkanını sunduğunuz için. Bir gün, bir yerde, belki bir konserde görüşmek dileğiyle.

 

 

Esra Dalfidan Web Sitesi

Söyleşi : Kadri Karahan / Temmuz 2009