Fırat Demir
Fırat Demir, 3 Mayıs 1991 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde okuyor. Yazıları ve söyleşileri “Bir+Bir”, “Milliyet Sanat”, “BirGün”, “Vatan Kitap” gibi gazete ve dergilerde yayımlandı. Şiirleri ve şiir üzerine makaleleri “Kitap-lık” ve “Yasakmeyve” dergilerinde yer aldı. Değişim İçin 100 Bin Şair Türkiye’de Festivalin koordinatörlüğünü üstlendi. İlk şiir kitabı ''Yeni Cüret Çağı'' geçtiğimiz günlerde yayınlandı.
- Sanat yapıtları, acı ve baskılarla mı daha büyük ve etkili ortaya çıkmıştır? Özellikle Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde okuduğun için soruyorum. Her kültür tarihle hesaplaşmak zorunda mıdır?
En azından kendi adıma, kendi şiirim için konuşursam benim şiirimin temeli tarih. Çünkü bana göre tarih olgusu dil olgusunun evrimselleşmesi için aşılması gereken tek eşik. Yani şiirin bir sorumluğu varsa o sorumluluğun tek alanı tarih, şiir sadece tarihe sorumluluk duygusu taşımalıdır. Bir toplumun, bir dilin içine doğuyoruz, yani bizden var olan önce bir dil var. Şair bu dilden yeri geldi mi eksiltecek, yeri geldi mi eklemeler yapacak. Ama bunu bilinçlice, bir sorumluluk içerisinde, dile karşı sorumluluğunu koruyarak ve ortaya kayda değer yani şiir diyebileceğimiz bir şeyler çıkmasını sağlayabilmek adına tek yapılması gereken tarihle yüzleşmek oluyor; bu içine doğduğumuz bir dilin bir tehlikesi de var. Mesela 1990 yılında doğmuş biri olarak hani benim içinde doğduğum o dildeki o apolitiklik, o dejenerasyon, o acımasızlık vs. beni ister istemez kendi zamanımın kölesi haline getirebilir. Bu yüzden de ben biraz daha bu dilin, bu yaşantının, bu toplumun tarihi ile ilgilenmeliyim. Ece Ayhan’ın dediği gibi ayaktan kalkıp bakmalıyım ki ister istemez o toplumun dili üzerinden yalanlarından biri olmayayım. Çünkü tarihle yüzleşemeyen şey şimdiye ait bir şeydir ve şimdide de ne kadar ikiyüzlülük varsa şimdide birikir topluma dönüp baktığımızda ve şu anki Türkiye adına konuştuğumuzda. Hala bizim bir konuşma dili, yazma dili bir de yaşama dili var. Şimdinin yaşama dili her zamankinden daha kirliyken tarihle hesaplaşmak, tarihi sorgulayarak yazmak, ondan ders alarak yazmak bana göre topluma alet olmamanın tek geçerli yolu. Bu da çok kolay bir şey değil, tarih böyle uzaya benzeyen bir şey. Geri dönüp düşündüğümde kimliğim adıma Türkiye’de doğmuşsun, Kürtsün, şiirle ilgileniyorsun, aklın başka dünyalara açılıp kapanıyor vs. ben biraz daha insan insan iletişimindeki tarihle ilgiliyim. Çünkü tarih çok boyutlu bir şey ve o tarihin çok boyutluluğu içerisinde benim gibi düşünen ya da benden önce acısını yaşamış, o acıyı salmış insanlarla ortak bir tarih kapımın olduğunu düşünüyorum. Biraz o yolu aramak için kendi şiirimi tarih üzerinden değerlendiriyorum ki o vardığım tarih ya da uzay, şiir o dediğim acı eşiğinden geçenlerle birlikte yazılsın ve var olsun.
- Yaşamı düzenlemek, zenginleştirmek, korumak için, çağdaş, dünya genç şairlerin adına birinin çıkıp dünyaya bağırması gerekiyordu. 21 Yaşında genç bir şairsin. Kendi ikliminden neler söylemek istersin?
- Genç olmam bana hem bir sorumluluk hem de bir yıkıcılık yüklüyor. Hele ki Türkiye’de... Sorumluluk derseniz kendi ülkemde yaşanan zulümlere karşı aileme, yaşama mücadelesi veren insanlara, kendini var etmeye çalışan ama bu konuda çok zorlanan insanlara, sürüye uymamak konusunda bir başlangıç noktasında olduğum için bir sorumluluk var. Sonuçta bir tomurcuk halindesiniz ve bu hali koruman gerekiyor, ben ölürsem tomurcuk gibi ölmek isterim, çiçek açtığın zaman çürümek geliyor. O çürümeye neden olacak çıkar ve zaman ilişkilerinden uzak kalmak gibi bir sorumluluğum var. Mesela genç şair kavramında bile bir tür hiyerarşik, statükocu bir oyun var. Genç senin algını daraltan bir kelime zaten şair gibi biraz daha muğlaklıktan bahseden bir varoluşun önüne gençlik gibi bir başka muğlaklığı ekliyorsun. Bu genç şair bir süre sonra ülkemizde de mesela gençliğin özgürleşmesinde sunulan şeyler hani bira içsin, bara gitsin, ailesine karşı gitsin vs. gibi böyle daha körü körüne, yanarken tükenen varoluşlar sunuluyor gençlik adı altında hani, ben bunu bayağı buluyorum, benim için gençlik böyle bir şey değil. Hele ki şiir hiç değil; hani ben özgürlüğümü ya da gençliğimi bir tür tükenmişlik duygusu içinde yaşamak istemiyorum. Kendimden daha büyük sorumluluklarım ve görebildiğim yaşamlar var. O yüzden hani ben kendimi biraz daha yaşamların arasında dağılmış hissettiğim için hani genç miyim yaşlı mıyım diye geriye dönüp kendime düşünme fırsatı tanımak istemiyorum. Öyle bir kendi zamanımı kendime göstermiyorum ki o dediğim statükocu oyuna gelmeyeyim. İşte o noktada hani o genç takısından ister istemez biraz rahatsızlık duyuyorum ama o sorumluluk duygusu içerisinde genç demeyelim de yolun başında, hala biraz daha kirlenmemiş olmak hani bu tomurcuk halimi korumak istiyorum. Her zaman tek başına kalabilmek, kendi olabilmek; bunu ilk kitabında korumayı başarmak için bu kitabı yazdım. Kendi yaşımın ya da yaşantımın üzerinde bir şiir var oluşu ve dili aradığım için o konumum benim şiirimi fazla etkilemiyor. Daha çok savaştığım şeyler beni etkiliyor.
- Şiir kavramı tüketilemeyen açık bir kavramdır. Sadece şair tüketerek yazar. Estetik yargıları, kültürel çelişkileri, bir tutkuyu, yaşamı ve zamanı. Fırat Demir neleri tüketerek yazıyor hayattan?
- Kendimi tüketerek yazıyorum ama bu biraz mitolojik bir tüketim. Mitolojide hani bitmeyen bir trajedi, dram vardır ve hani karakterler insanın ve hayatın gerçekliği karşısında döne döne aynı şeyi yaşar. Benim kendimi tükettiğim yaşam bir başkasının bedeninde ya da bir başka şiirde tekrar var olacağı için ben kendimi ateşe atmaktan ya da kendi hayatımın üzerine yürümekten korkmayan biriyim. Kendimi çok deşerek yazıyorum çünkü kendimi deştikçe ancak başka bir insana açılabileceğimi düşünüyorum. Böyle kendime bir kaçış tüneli kazmaya başladığım zaman hani böyle on beş yaşlarında iken vs. baktım ki o tünel bana değil de başkalarına açılacak bir süre sonra. Çünkü bir ben var benden içeri durumu gibi ya da Pir Sultan’ın döner döner dost yoluna bakarım. Ben böyle kendilik halini sevmiyorum o bana göre dünyevi. Ben daha çok zamansallık ve uzaysallık peşinde düşündüğüm için o kendimi tüketme edimim bile başkası olabilme deneyimi. Hani ‘’ben bir başkasıdır’’ lafının altında ben biraz daha kendini feda edebilmek, kuşanmak olduğunu düşünüyorum. Kendin olabildiğin zaman aslında bir başkasının acısını düşünebiliyorsun. Bu yüzden öncelikle kendi hayatımı tüketiyorum ki ben olmayayım, saydamlaşayım, hayaletvari bir şey olayım. Hani büyücünün dünyaya, insana, kainata dair bir bilgisi vardır ya ama onu nasıl kazandığını asla anlatmaz. Ben böyle şiir yazarken büyücü tavrında yazmayı seviyorum.
|
- Şiirini antropoloji etkiliyor diyebilir miyiz?
- Kendi varoluşunun içerisinde senden öte bir şey var, bunu mistizme bağdaştırmıyorum ama insanoğlunun kollektif bir aklı olduğunu da düşünüyorum. Bu noktada benim şiirimi antropoloji çok etkiliyor evet. Ben kendimi çok eski bir toplumda ağacın gücüne inanarak yaşamaya ve kendini korumaya çalışan bir insan gibi hissediyorum çoğu zaman.
- Özgürce düşünmek şiir yazmanın ilk ve temel koşuludur. Yeni Cüret Çağı kitabı değişime direnen özgürce bir şiir dosya hali. Tarihsel figürler üzerinde koşarken, üzerinde yoğunlaştığın okul hayatının bir özetidir diyebilir miyiz?
- Bir meslek edinmek için okumuyorum, sanat tarihinin bilgisini seviyorum. Hani sorulursa bana tüm her şeyine hakim olduğumu söyleyebilirim ama derslere gitmiyorum, gideceğimi de pek zannetmiyorum. Bu eğitimin ticari yanını sevmiyorum, alacağımı alıyorum vs. Daha çok danışabileceğim bir şeyler olsun diye üniversiteyi kazandım :)
Ama ortaokul, lise hayatı için söylenirse belki bir etkisi vardır. Kendi kimliğimden, dinlediğimden yaptığıma kadar aykırı bir çocuktum. Faşizan okullardı ve her zaman savaştım onlarla, sözümü hiç sakınmadım. Belki onlar biraz benim vahşileşmeme sebep olmuştur. Okul benim için sevmediğim bir yemeği yemek gibi bir şeydi. Türkiye’deki eğitim sisteminin giderek ticarete dönüşmesinden de hiç memnun değilim. Bu yeni 4+4+4 olayı ile de bir zihin katliamı yapılacak bence. Ben bilginin bir parçası olmak istiyorum sistemin değil.
- İnternet sitelerinde şiirlerin pek yok, sanal bir ortamdan çekincelerin mi var?
- Türkiye’de yazılan şiirin en büyük eksikliği faşizm gibi sekstizm de aslında, dünya tarihinde savaşılmaya çok erken başlanılmış konularla hala mücadele etmemiz en büyük etken. Hala şiir tartışma sitelerinde vs. nasıl bir ayrım yapıldığını görebiliyoruz. Tırnak içinde söylüyorum kadın, erkek, LGbT şiiri yazanlar gibi. İnternetin şiire zarar verdiğini düşünüyorum. Dergide olunca ister istemez biraz lafını - sözünü biliyor insanlar. Detone, bayağı bir tat var, şiirin gerektirdiği hiçbir şey yapılmıyor.
- İnternet biraz daha sanki iktadar peşinde olanların yoğunluğuyla abluka altına alınmış bir alan, kötü değil ama insanlar kendilerini çok seviyor orada.
- Türkiye’de böyle bir sorun var; herkes kendini çok seviyor, herkes acılar altında. İnternette değil hani de suç bizim yaratma unsurumuzda. Ülkemizde özellikle şiirde bu durum çok trajik, umarım bir an önce düzelir. Bugün bir Lale Müldür, bir Murathan Mungan çıkması çok zor; son on, yirmi yılda dinanizm çok değişti bir kere, çok kötü bir yere de gitmeye başladı her şey. Bu iktidar sevgisi vs. birçok şeyle nereye gidilir bilemiyorum.
- Fırat Demir neyi yıkmak istiyor mesela?
- Ben istiyorum ki her şiir kitabım birbirini reddetsin, şiir yıkım ile ilerleyen bir şey ve ben bir sonraki kitabımda ‘’Yeni Cüret Çağı’’nı yıkmak istiyorum mesela, amacım bu, umarım başarabilirim. Ben dilimin iktidarını kurmak istemiyorum.
- Milliyet Sanat dergisine verdiğin bir röportajında ‘’Yeni Cüret Çağı’'nı yazarken kendimi şiirle telkin ediyorum, hikayelerim şiirin içine çok girdi diyorsun. Şu anda bir başkası olabilmenin peşindeyim derken neyi arıyor Fırat Demir? Kendi olma yorgunluğu mu yaşıyorsun?
- O yorgunluk her zaman olacak, bana güç kazandıran da bir şey bu. Sürekli eksildiğimi hissediyorum ve onu tamamlamak için şiirde, tarihte, toplumda, insanda yeni bir var oluş arıyorum, bir tufan içinde gezip duran biri gibi. O yorgunluğu yaşamıyorum ama şöyle bir şey oldu. ‘’Yeni Cüret Çağı’’nı yazarken şimdiki kadar daha güçlü biri değildim, ne yaptığımı bilmiyordum, şiir kontrol edemediğim bilgiydi. Müziğin de bana verdiği gücü, ilhamı, dünyayı da seviyordum. O zamanlar şimdiki gibi bir başkası olabilmeye fırsatım yoktu çünkü kendimle çok meşguldüm. Çok yalnızdım, çok yoruluyordum, hayatta kalmalıydım, düşüncemi sürdürmeliydim. Bu özgürlüğe dair tutkumu korumaya çalışmalıydım vs. O süreçte de ister istemez kendi hikayemi yazarak güçlendim. Sonuç olarak kendi kimliğimi, kişiliğimi kazanabilmek için bir savaşın ürünüydü ilk şiirlerim.
- Bir de yolculukların var, onlar nasıl başladı?
- Zaten hep içindeydim. Ben burada doğdum ama annem ve babam Malatyalı, sürekli de giderdik, evde de o kültüre dair birçok şey döner dururdu. Ama böyle kendi aklımla şimdi gezmek bambaşka bir şey, ne olursa olsun bir yanın eksik gidiyorsun. Oradaki gerçeklikle tam olarak uyuşamıyorsun aynı savaşı versen de daha katı bir yanı var, sen daha güvenilir bir cephedesin vs.
Burada olmak istemedim bazen, tek bir gerçek ile var olmak istemedim. Başka bir yere, şehre gidince orada insanları bir araya getiren dil daha belirgin. İstanbul daha dejenere, kozmopolit, karmaşık. Bunun aynısını bir Karadeniz için söyleyemezsin mesela. Orada her kelimenin karşılığı daha ortak, daha insana ait. Mardin’de, Batman’da böyle bir şey söyleyemezsin, bağlar daha sağlam insanlar arasında. Birçok şey için gitmem gerektiğini düşündüm. Her şeyimin kökü oradaydı, Mezopotamya’daydı, görmeden konuşmak da bana göre bir şey değildi, iyi ki de başladı, daha da devam edecek, bir ayağım oralarda olsun istiyorum.
Şimdiye dair bir şeyler söyleyerek yola çıkmak istedim. Şimdinin tehlikesine ve bağımlığına yakalanmadan bir Anadolu göçünü başlatmak istiyorum ki şiirin o zamansızlığı ile kavuşayım. Şimdi tüm gücümü aldım, kendi adıma ilk adımı tamamladım.
- Henüz şiirsel kodların içinde yürürken müziğin içindeydin. Punk müziği ve şiir eşliğinde birçok etkinliklerde yer alırken sonra şiirle tanıştın. İlişkiler ağı içinde seni en çok heyecanlandıran alan, müzik mi, şiir mi oldu?
- Aslında şiir önce vardı, etkinliklerde daha alternatif bir okuma biçimi gerçekleştirmiştim. Parlak, parıldayan, çarpıcı şeyleri seviyorum. Bana biraz eski geliyor kağıdı alıp okumak. Gücüm varken daha farklı bir şeyler yapmak istedim. Punk müziğinin özünde de bir şiir var ama sunumları çok farklıdır, çok dinledim. İlk şiirlerim daha uygundu bu tarza dönük okumalarımda ama ikincisinde böyle bir şey yapamam. Benim için şiir gibi önemli bir sığınaktı müzik evet. Örneğin David Bowie; tüm dünyadan ırak ve ayrı duruyordu, bu beni güçlendiriyordu. Selda Bağcan mesela, onun kadar samimi durabilirsen kendi zamanının kirinden ayrışabiliyorsun. Müzikteki o kendin olma durumu da beni heyecanlandırdı.
- Başka müzik türlerimizle ilişkin hangi boyutta?
- Punk müziğin etkilediği kadar halk müziği ve ozanlarımız da beni çok etkiledi. Bana göre ikisinde de aynı şey var: Mücadele, kendi olabilme savaşı vs. Ben sınırları olmadan düşünmeyi ve yaşamayı seven biriyim benim için önemli olan sanatla mücadele, didişme. Bunu önce türkülerde yakaladım, sonra alternatif müzikle, punk ile devam etti. Sonra bunlar içimde bir çeşit dile dönüştü. Ressam Goya’ya da hayranımdır mesela. Onda da aynı şey vardı, tüm resim tarihine çok yakın bir insandı aynı zamanda tamamen kendi içinde, deliliğinde bir harman duruma imza atmıştı.
- 100’e yakın ülkede ilk kez yapılan bir şiir festivalinin Türkiye ayağının koordinatörlüğünü de yaptın. ‘’Değişim İçin 100 Bin Şair’’ tüm dünyada aynı gün sokakta parolasıyla çıktığınız festival de Murathan Mungan'dan Lale Müldür’e, Haydar Ergülen’den Birhan Keskin'e kadar birçok güçlü ses bir araya geldi. Şairler o gün değişim için dünyayı ele geçirdiler diyebilir miyiz?
- Buradan tüm emeği geçenlere bir kere daha teşekkür etmek isterim. O etkinliğin çerçevesini oluştururken hani bir hayalperest gibi konuşmadık aslında; her şey bir gün uyanacağız, değişeceğiz değildi, kendimize bir gün ayırmaktı. Ele geçirmekten kastımız akıp giden zaman içinde en güçlü olacağımız anı seçmiş olmamızdı. Her günümüz üzücü bir haberle geçiyor ama bir yandan da bu reaksiyonda, bu savaşta da giderek güçlenmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Her gün çok önemli ama biz bir günü daha da önemli kılmaya çalıştık.
- Uluslararası bir organizasyondu bu, peki oraya yansıması nasıl oldu?
- Ben pek düzenli ve çalışkan biri değilim, ruhuma da uygun düşen bir ritim değil ama bu etkinliğe katılma sebeplerimden biri Arap ülkelerinden tutun da birçok ülkenin yer alıyor olmasıydı. Bir üst kurum yoktu ve tüm katılımcılar şairlerdi. Hiçbir destek de yoktu; bir mekan arayışı vardı sadece ve Akbank Sanat da o desteği sağladı. En iyi etkinliğin olduğu ülke bizimkisi oldu, çünkü çok çalakalem bir etkinlik olmadı, medya da çok güzel şekilde yer verdi, enteresan buluşmalar oldu. Müzikte vardı, Yasemin Mori, Mabel Matiz, Ece Dorsay gibi değerli dostlarımız konserler verdi.
Bütün Mutlu Aileler Birbirine Benzer
Dönüyor dönüyor dönüyor
Sahnenin ortasında ve kendine
Yönelen bakışların
Ortasında ve heyecanla
Çevresine toplanan çocuklar bir daha ayrılmayacaklar
Ortak bir amaçla ve kararlıkla
Elinin bir hareketiyle değişecek nitelikleri
yeni öznenin
Çevresine toplanan çocuklar bir daha ayrılmayacaklar
çocuklar
dans
dans
dans
ayrılmayacaklar
ortasında
ve
hızla
Parçalanıyor parçalanıyor parçalanıyor
Toplumun ortasında ve beceriyle
Şaşkın konuşmaların
Ortasında ve kusursuzca
Çevresinde ağlayan aileler bir daha uyuyamacaklar
Ortak bir rahatsızlıkla ve öfkeyle
Dudaklarındaki bir kıvrım belirleyecek ömrünü
eski ahlakın
Çevresinde toplanan aileler bir daha uyuyamayacaklar
aileler
yıkım
yıkım
yıkım
uyuyamayacaklar
ortasında
ve
sürekli