Kadri Karahan

kadrikarahan@gmail.com

ADAMAKILLI

 

Gülbahar Kültür

Köşemizin bu ay konuğu sevgili Gülbahar Kültür. Almanya'da yaşayan ve çalışmalarını orada sürdüren, müzik dünyasını yakından takip edenlerin yolunun bir gün bir yerde onunla mutlaka kesiştiği sevgili Gülbahar ile internet üzerinden çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdim. İçinde imzası olan tüm projelerini en ince detayları ile bizimle paylaşan Gülbahar aynı zamanda bir diğer aşkı olan yazın dünyasının kapılarını da bizim için araladı. Benden söylemesi; çok ama çok renkli bir portre ile karşı karşıyasınız :)

 

 

 - En zoru da sanırım on parmağında on marifet olan kişilerle söyleşi yapmaya kalkışmak ve üstelik hiçbir şeyi atlamadan bunu yapmayı başarmaya çalışmak. Hayır olsun Gülbahar :) Hadi gel öncelikle her şeyin başladığı yere gidelim. 80’lerin başında kendini Almanya’ya attın ve o gün bugündür de oradan demir almadın. Ne oldu da yolculuk düştü takvime?

- Kendi isteğim dışında gerçekleşmiş bir yolculuktu benimkisi. 14 yaşındaydım. Babam uzun yıllardır Almanya’da işçi olarak çalışıyordu. Biz, 2 kız 2 erkek kardeş, annemle birlikte İstanbul’da yaşıyorduk. Küçükken hep bizi de yanına alsa ne güzel olurdu diye düşünürdüm ama o bu kararı geç verdi. Babamın bizi yanına almak istediğinde ben Almanya’ya gitme isteğimi çoktan yitirmiştim. Ama o yaşta bir çocuk / genç kız ne kadar direnebilirdi ki? Sonunda ailecek ‘gurbetçi’ olduk. Çok zor dönemler geçirdim başlarda ama göç olayı kolay bir iş değil. Hele de ne çocuksan ne de yetişkin.

- Kalemine inandın ve küçük yaşlarda şiir yazmaya başladın. Derken ağırlığı şiir aldı hep ama başta öykü, masal, mizah olmak üzere çeşitli dallarında da eserler yazmaya başladın ve bu durum sadece yazmakla sınırlı kalmadı, beraberinde kitaplar halinde de okuyucun ile buluştu. Türkçe’nin yanında Almanca olarak da basıldı. Yazın dünyana merhaba diyelim mi? 

- Klasik olucak ama yazmaya, daha doğrusu kendimi yazılı ifade etmeye, ilkokul sıralarında başladım. İyi kompozisyon yazardım örneğin :) Yaşıma uygun uyaklı şiirler. Çoğu aslında mizahi özellikler taşıyordu. Özünde ciddiyet isteyen bir işe girişmiştim ama müthiş eğleniyordum. Arada kısa öyküler de yazardım. Sınıftaki arkadaşların ya da etrafımdaki insanların başrolde olduğu. Ortaokul sonlarına doğru bu işten kelimenin tam anlamıyla ekmek bile yedim :) Daha doğrusu tost. Kızlar bana şiir siparişi verirlerdi. Örneğin sevgililerinin isimlerini ya da kendi isimlerini. Hani şu yukardan aşağıya doğru ismin her harfinin sırayla satırbaşlarında kullanıldığı. Ya da yukardan aşağıya doğru ilk harfler okunduğunda anlamlı bir cümlenin ortaya çıktığı. Karşılığında sucuklu tost ve Cola. Bazen de yakındaki Sütiş’ten kazandibi. Yazları dondurma :)

Yazdıklarımı özellikle biriktirmezdim. Her defterin bi sayfasında karşıma bir şiir çıkabilirdi. Yıl 1977. Orta ikideydim. Nişantaşı Rüştu Uzel Kız Meslek Lisesi’ne gidiyordum. Okulda bir şiir yarışması düzenlendi. Öğrenci sayısının bini aştığı bir okulda düzenlenen bu yarışmaya arkadaşların ısrarı üzerine katıldım (hep öyle olmaz mı zaten:)) Türkiye’de her üç kişiden beşinin şair olduğu göz önünde bulundurulursa, bu yarışmaya nerden baksan üç bin öğrenci katılmış demektir. Bu anlamda üçüncülük ödülü almış olmam sanırım en azından kayda değer :) Polisiye romanlardan oldum olası hiç haz etmem ama ödülüm ‘Göze Göz Dişe Diş’ adlı bi polisiye romandı. Milliyet Yayınları / Kara dizi. On lira. Yazarı Hugh Pentecost. Bu söyleşi sayesinde eski çıkıları karıştırdım ve buldum :) İçinde jüri üyelerinden Zühal Egemen ve İnci Felek adlı iki hocamızın mürekkepli kalemle yazılmış başarı dileklerini onaylayan imzaları biraz soluk da olsa hala okunabiliyor. Hey gidi günler dermişim şimdi :( Bu ödülcüğümden sonra ne olduysa gidip kendime deri ciltli ve benim cep harçlığımı zorlayan pahalı bi defter aldım. O zamanlar bile iyi şeylere yatırım yapmak gerektiğinin ayrımındaymışım :) İlk sayfasına ‘Bu defterin içindeki tüm şiirler Gülbahar Kültür’e aittir’ diye bir not düştüm. Oysa daha içinde bi tane bile yok. Boş beşik gibi :) Kısacası 12 yaşından sonra yazdıklarımı toplamaya başladım. Yazmaya ondan sonra da neredeyse hiç ara vermedim. İlk başlarda Almanya’ya isteksiz geldiğimden içinde yaşadığım ülkenin dilini bile öğrenmek istemedim. 3 yıl boyunca Almanca öğrenmeyi red ettim. Sonra aldığım radikal bir kararla herşeye sıfırdan başladım. Süreç içinde Almanca’yı kaptıktan sonra bu dilde de yazmaya başladım. Hatta Almanca yazmaktan çok zevk aldığımın farkına vardım. Her iki dilde de insanın kendini evinde hissetmesi çok büyük bir avantaj.

- Yoğun bir tempo içerisindesin ama yeni bir kitap çalışması olacak mı? Yazar Gülbahar kendini nasıl tanımlıyor, hangi baharın içinde daha çok, neleri yazmayı ya da neleri yaşamayı tercih ediyor satırlarında? Ve kuşkusuz müzik, müzik nasıl bir besin oluyor sayfalarında?

- Hazırda biri Almanca biri Türkçe olmak üzere 2 romanım var. Yıllar önce yazmışım ama kitaplaşmamış. İkisinin de üzerinde mutlaka çalışmam gerekecek. Bunun dışında yine her iki dilde birikmiş bir sürü şiir, bir kaç öykü, absürd diyaloglar, bir tiyatro oyunu, biyografi çalışmaları vs. Genelde dörtlüklerden oluşan ve çeşitli başlıklar altında topladığım bir minyatür serim var. Bunların yanı sıra çeviri projelerim var. Sevdiğim yazarların eserlerini Türkçe’ye ya da Almanca’ya çevirmek. Rilke’den seçtiğim şiirler var. Onları çevirmeye başladım bundan bir kaç yıl önce. Birkaçı yayınlandı ama çoğu çekmecede. Murathan Mungan’ın bir şiir kitabını çevirmeye başladım iki sene önce. Onu bitirmek istiyorum ama zaman lazım. Çeviri sabır isteyen bir iş ayrıca. Bazen eksikliğini hissettiğim bir meziyet :)

Araya müzik girdi. Edebiyattan yayın anlamında uzaklaştım. Doğrusunu söylemek gerekirse artık ille de kitabım çıksın ister miyim onu bile bilmiyorum. Çağımızda okuyucuya ulaşmak için mutlaka bir kitabının olması gerekmiyor. Zaten basılan şiir kitabının tirajı nedir? Bir çok ülkede, özellikle Türkiye’de yazarların büyük bir çoğunluğu cebinden ödüyor. Ne anladım ben bu işten. Parayı veren düdüğü çalar misali. Toyken kitabım çıksın, elimde tutayım isterdim. Yani bana ait elle tutulur bir şeyim olsun. Orada burada kitaplarım hakkında yazılar çıkınca onları toplardım. Artık böyle bir derdim yok. Şimdiye kadar altı kitabım çıktı. Bir çok dergide şiirlerim, öykülerim yayınlandı. Bu anlamda belli bir doyum söz konusu. Elbette isterim iyi bir yayınevinden çıksın elimde olanlar ve ileride yazacaklarım ama herşey pahasına değil. Küçük ya da olanakları kısıtlı olan bir yayınevinden kitabım çıksa n’olur, çıkmasa n’olur. Son yıllarda tercihim internet ortamı. Gelen tepkilerden, yorumlardan yola çıkarsam, yazdıklarımın sanal yoldan daha fazla insana ulaştığına eminim. Sonuçta yazar eserlerinin yayınlanmasını neden ister? İnsanlara ulaşsın diye. Paylaşmak için.

Müzik benim yazın hayatımda hep rol oynadı. Eğer evde yazıyorsam fonda mutlaka müzik vardır. Yazarken başkalarının sözlerine tahammülüm yok, o nedenle enstrümental dinlerim :) Yazar Gülbahar’a gelince, o kendini edebiyat işçisi olarak tanımlıyor. Ne kendini ne de başkalarını abartır.

- Henüz çok yeni yayınlanan ‘’Babylon Bar Vol.2’de’’ karşımıza bir sürpriz çalışma çıktı. ‘’İyi ki Varsın’’. Özel konuşmamızda bana bunun hayata geçirmeye çalıştığın bir projenin örneklerinden biri olduğunu söyledin ki orada konuştuklarımızı biraz daha açalım istiyorum burada çünkü belli ki Gülbahar aklına bir şey koymuş, bir gün mutlaka hayata geçecek o :)

- Uzun yıllardır müzik dünyasında olduğum için çeşitli ülkelerden birçok sanatçı ve besteci ile tanıştım. Bazıları ile yüz yüze gelip görüşme olanağım oldu. Bazıları ile de yazışarak sürdürüyoruz diyaloğumuzu. Yıllardır aklımda olan projelerimden biri müzikle şiiri biraraya getirmekti. Bir gün tanıdığım ve aramızda sinerji söz konusu olabileceğini düşündüğüm müzisyenlerin bir listesini çıkardım ve onlardan bazılarına küçük şiir demetleri hazırlayıp gönderdim. ‘Söz benden ses sizden’ gibisinden bir teklif götürdüm. Ortada hiç bir şey yok. Ne para ne de albüm. Sadece şiir ve müzik ortaklığı. Önemli olan karşılıklı etkileşim. İlk tepkiler olumlu olunca ve ilk sonuçları almaya başlayınca projenin hayata geçirilebileceğine inandım. Geçen sene başlattığım bu proje kapsamında şu an toplam 6 parça bitmiş durumda. Bazılarında şiirleri ben okuyorum. Bazılarında başkaları. Günün birinde yeterince içime sinen ortak eser biriktiğinde bunları bir albümde toplamak istiyorum. Şimdiye kadar 3 örneği uygun olan compilationlarda yer aldı. Made in Turkey Vol. 4 ve 5’de birer parça var. Son örneği de Babylon Bar Vol. 2’de yer alan ‘İyi ki Varsın’. Bu proje tamamen gönül meselesi ve hiç acelesi yok. Geç olsun güzel olsun.

- Ortak dostumuz Naim Dilmener bir gün bana çok güzel albümler hediye etmişti ve benim o güne kadar ‘’Lola’s World’’ etiketi ile yayınlanan albümlerden ne yazık ki haberim olmamıştı. Bu dünya gerçekten bambaşka bir dünya, içinde kaybolmamız bir yana renklerin her bir tonunu görmemiz mümkün burada. Bu proje nasıl hayata geçti peki?

- Lola’s World Records, Clubstar / Soulstar bünyesinde kurulmuş renkli bir dünya. Kısaca öyküsü şöyle: Yıl 2002. Ben o sıralar merkezi Köln’de olan WDR-Funkhaus Europa adlı radyoda dünya müziği / global beat içerikli bir program hazırlayıp sunuyordum. Programlarımı dinleyen Soulstar / Clubstar Records sahibi Ufuk Bey bana önce sırf oriental ritimlerin / doğu ezgilerinin yer aldığı bir albüme parçalar seçmem için teklif getirdi. Sanki içimden geçenleri duymuş. Çünkü elime derleme albümler geçtiğinde ‘ah, bu işi bana vercekler, ne biçim albümler derlerim’ diye kendi kendime söylendiğim bir dönem. Bu yönde iki girişimim bile olmuştu ama üzerine düşmemiştim, daha doğrusu teklif götürdüğüm iki yerden birinden yanıt alamamış, diğerinden ise olumsuz yanıt almıştım. Böylece ilk olarak ‘Oriental Garden’ başlıklı derlemem çıktı. Daha aradan 6 ay geçmeden ikincisini istediler. Bu arada altyapısı doğu ezgileriyle bezenmiş, sırf dinlemeye yönelik, Lounge denen türde parçaları içeren ‘Harem’s Secret’ başlıklı bir albüm derledim. Bu albümler Soulstar etiketiyle çıkıyordu. Sonra patron baktı albüm ve proje sayısı gittikçe artıyor, sırf benim derlemelerimden oluşan albümlerin bir çatı altında piyasaya sürülmesini hedefleyerek ‘Lola’s World Recods’u kurdu. Bir süre sonra derleyiciler kafilesine yeni arkadaşlar da katıldı. Kısacası Lola ailesi gittikçe genişliyor.

- Bir kere bu işin altından başarı ile kalkılıyorsa orada gerçekten bambaşka bir hayat vardır. Gülbahar için de geçerli bu bu albümlere emek veren herkes için de. Şimdi baktığımızda ortada çok kaliteli işler var ama kuşkusuz işin sırrı doğru olanı yakalamakta, yan yana getirirken bile birbiri ile olan uyumu yakalamakta. Bu anlamda nasıl bir çalışma yapılıyor orada, ne gibi kriterleri oluyor bu senin ve bu ekibin?

- Ben sekiz yıldır çeşitli konularda albümler derliyorum. Bu işe Oriental Garden başlıklı serimle başladık. Bu serinin tutmasının ardından altı aylık bi süre geçmedi ikincisini çıkardık ve 2010 başlarında yedincisini çıkardık. Bunun dışında Gypsy Garden, Latin Garden, Asian Garden, African Garden vs. serilerim var. Ayrıca tek tek ülkeleri hedef alan Made in ....... serisi. Bu seride şimdiye kadar yer alan ülkeler arasında Türkiye, Yunanistan, Hindistan, İran, Almanya ve Rusya var. Ben zaten hayatında her zaman müzik olan biriydim. Dinleyici olarak. Radyoda çalışmaya başladıktan sonra işim gereği daha çok müzik dinler oldum. Bir parçayı beğendiğim zaman onu hemen not ederim. Ortada somut bir proje olmasına gerek yok. Önemli olan bana dokunan, beni etkileyen her parçayı not almamdır. Örneğin ‘bu radyo için uygun’, ‘bu şu şu konulu compilation için çok güzel’, ‘bu tam partilik’ gibi notlar. Günü gelince, yani proje gerçekleşeceği zaman onları tekrar can kulağı ile dinlerim. Bazıları aylar sonra tekrar dinlediğimde aylar önce aldığım tadı vermez. Onları hemen elerim. Geriye kalanları tekrar dinler, yeni bir liste oluştururum. Bu bi kaç kez böyle gider. En sonunda listede yer alan parçaları aylar, hatta yıllar sonra tekrar dinleyeceğimden emin olduğum için, bu listeyi ‘Lola’s World Records’a gönderirim. İzin, lisans işleriyle ilgili elemanımızın seçtiğim parçaların kullanımı için şirketlere sözleşme yollar. Yaklaşık üç ay kadar bir süre beklemeyle geçer. Sonra bana izin alınan parçaların bir listesi gelir. Bakarım hangileri gelmiş, hangileri gelmemiş. Gelenleri tekrar dinler, son kez düşünürüm acaba ben bu parçayı gerçekten hala istiyor muyum diye. Yani son ana kadar parçaları almama gibi bir durum söz konusu. Bunun yanında son an öyle bir parça gelir ki, almamak olmaz, öylesine etkileyicidir.

Benim derlediğim albümlerin büyük bir çoğunluğu çift diskliktir. İlk CD genelde dinlemeye, dinlenmeye yönelik yavaş parçalardan oluşur. İkincisiyse dans parçaları içerir. İzni alınan eserleri birinci ve ikinci CD için diye ikiye ayırırım. Gelen eserleri sıralamak ve onları akıcı ve uyumlu bir şekilde dinleyicilere sunmak bu işin aslında en yaratıcı yanı, ki en çok bu yanını seviyorum zaten. Tek tek güzellikten bütün bir güzellik oluşturmak. Her albüm için hedefim akıcı olması. Sıralamayı öyle yapmalıyım ki tereyağ gibi aksın. Birinci CD’yi dinlerken insanlar çıktıkları müzikal yolculuğun tadına varsın. Keyif alsın. Tabii tüm bunlar benim zevkim dahilinde gerçekleşiyor ama müzik böyle bir şey, sonuçta herkes sevdiği için birşeyleri bizlere sunmaya çalışıyor. Bu anlamda ben de bazılarının müzikal ruhuna dokunabiliyorum bazılarınınkine dokunamıyorumdur. Kısacası dinlemeyeceğim bir albümü derlemem. Çok şanslıyım ki labelım bu konuda bana hiç bir şekilde müdahele etmiyor. Benim istemediğim hiçbir parça albümlerime giremez.

Bunların dışında her albümde dikkat ettiğim bir kaç nokta vardır. Örneğin hepsinde mutlaka iki ya da üç yeni sese, isme yer veririm ama bu ses ya da isimler gelecek vaat eden isimlerdir benim için. Bir ya da bir kaç tane henüz hiç bir yerde yayınlanmamış parça olur. Bir de her seferinde insanı gülümsetecek ya da tebessüme yol açacak nostaljik parçalar alırım. Bir nevi işin mizahi yanı bu. Albümdeki sıralama kesinleştikten sonra masteringi yapan elemanımızla mix işine başlarım. Parçalardaki geçişlerin mükemmel olması için çalışırım. Çok sık olmasa da bazen parçaları mixleme işlemi sırasında kısaltırım. Eğer çok uzun bir kısaltma söz konusu ise sanatçıya sorulur. İzin verirse tamamdır, vermezse düşünürüm parçayı gerçekten bu uzun haliyle istiyor muyum yoksa vaz mı geçeyim. Ama genelde bu yönde çok fazla  sorun yaşamadım. Mixing ve mastering işi bittikten sonra albümü çeşitli kimliklerle bi kaç kez daha dinlerim. Derleyeci olarak, müzik redaktörü olarak, albüm hakkında yazacak çizecek gazeteci/eleştirmen olarak, dinleyici olarak. Bu dinlemeleri peşpeşe yapmam, çünkü yorucu ve konsantre gerektiren bir iş. Araya zaman girer. Eğer tüm kimlikler okey verirse işim bitmiştir.

Bazen sıralamayı ya da mixlemeyi değiştirdiğim oluyor. Bu işi uzatıyor ama sonuç memnunsan geçen zamana kaybolmuş gözüyle bakmıyorsun. Zaten sonucu albüm olarak elinde tuttunca o ana kadar yaşananların çoğu unutulmuş oluyor :) Albüm baskıya girmeden önce kapak ve kartonet için grafikçilerimizden birine gidiyor. O da dinliyor ve dinlediklerinden nasıl etkilendiyse ona göre bir kaç kapak ve kartonet önerisi getiriyor. Sonra bu konuda bir süre didişiyoruz. Bazı kapaklar insanı görür görmez etkiliyor ve her şey çabucak oluyor ama bazen grafikçinin getirdiği önerileri ya projeye uygun bulmuyor ya da şurasını burasını beğenmiyorsun, o zaman bi tartışma başlıyor ama ortaya çıkan sonucun mutlaka beni, label sahibini, dünyanın dört bir yanındaki dağıtımcılarımızı ve elbette artwork işini yapan elemanı memnun etmesi gerekiyor. Bu noktaya varıldığında artık albüm piyasaya çıktı sayılır. Ortaklaşa kabul gören booklet/kapak/artwork’den üç hafta kadar bir süre sonra albüm elimize geçiyor. Ondan sonra dağıtım, reklam, promosyon çalışmaları başlatılıyor ve böylece derlenmiş bir albüm dinlenilmek için yola çıkıyor.

Tüm bunlar yaşanırken bazen kendimi dans gösterisine hazırlanan bir koreograf gibi hissediyorum :) Bazen de kısa filmleri toplayıp bunlar arasından beğendiklerini kendi kurgusuyla uzun metrajlı filme çeviren bir yönetmen gibi. Aslına bakarsan her seferinde başkalarının sırtından kendi bestelerimi yapıyorum :) Tüm bunların yanında en önemli kriter yaptığın işi sevmek ve sonuca en az senin kadar inanan bir ekip.

- Birinden birini ayırt etmek kuşkusuz çok zor ama çeşitli açılardan yaklaşabiliriz olaya. Mesela en çok ilgi gören albüm hangisi oldu şu ana kadar yayınlananlar arasında. En içine sineni, en çok zorlayanı, en çok hayal kırıklığı yaratanı, en çok sende anı bırakanı?

- Belli bir süreden sonra saymaktan vazgeçtim ama sanırım derlediğim albümlerin sayısı elliyi geçti. Bunun yanı sıra başka arkadaşların derlediği albümlerin de proje menejerliğini yapıyorum. Her albümün kendi hikayesi var tabii ki. En çok ilgi gören serimiz hiç kuşkusuz ‘Oriental Garden’ ve Made in Turkey’ serimiz. Hem satış açısından hem de bir ilk olma özelliği taşıdıklarından. Bildiğim kadarıyla dünyada bu temalar bağlamında senelerdir sürekli çıkan bir derleme serisi yok. Oriental Garden önümüzdeki yıl Vol. 8 olarak çıkacak. Made in Turkey serisi de seneye altıncısıyla dinleyicilerine ulaşacak. Harem’Secret, Latin Garden, Asian Garden ve Gyspy Garden serileri de özellikle ilk başlarda iyi satış sayıları yakalamış seriler. DJ Ralph von Richthoven adlı arkadaşımızın derlediği ‘The Tango Club Night’ ve ‘The Arabian Club Night’ adlı serileri de oldukça ilgi gören çalışmalarımız arasında. İçime sinenler konusuna gelince içime sinmeyen hiç bir derlemem yok. Sadece bazı derlemelerimin olduklarından çok çok daha iyi olabileceğini biliyorum ama istediğim her parça gelmediğinden olmayınca olmuyor. Dinleyici bunu bilmiyor, yani aslında listede daha neler neler vardı ama çeşitli nedenlerden ötürü o parçalara ulaşamamışız. Bunun nedeni maddi olabilir, sanatçıya ulaşılamamıştır, sanatçı toplama albümlerde yer almak istememiştir ya da plak şirketinin o sanatçıyla sorunu vardır izin vermemiştir. Beni zorlayan derlemeler sınıfına girecek albümlere örnek olarak ilk aklıma geleni ‘Made in Russia’. Rusya oldukça zengin bir müzik kültürüne sahip. Çok yakından takip ettiğim bir coğrafya değildi. Albümlere ulaşmak zor. Plak şirketlerine ve sanatçılara ulaşmak daha da zor. Ulaştığında anlaşamıyorsun. İngilizce yazılan maillere, faxlara yanıt bile vermiyorlar. Projenin gerçekleşmesi planladığımızdan uzun sürdü ama işin içinden alnımızın akıyla çıktık :) Albüm olarak değil de mentalite olarak bazı projeler zorladı bizi. Örneğin Asya kökenli insanlarla çalışmak epeyce sabır gerektiriyor. Hele de daha önce hiç yurtdışındaki şirketlerle birlikte çalışmamışlarsa. Ya standardın dışında çok yüksek avans isterler ya da ‘ayıpsın, dükkan senin’ muamelesi yapıp sonra da seni peşinden koştururlar :) Bu anlamda batılılar ile çalışmak daha kolay. Adamlar genelde ya evet ya da hayır diyorlar ya da fikirlerini kısa süre içinde bir şekil belirtiyorlar. Ön yargılarımızı da onayladıktan sonra gelelim hayal kırıklığı konusuna :)

Hayal kırıklığına uğramak değil de bazı albümlerin neden dinleyicilerin ilgisini çekmediğini ya da satışların neden düşük olduğunu merak ediyorum. Örneğin ‘Children’s Garden’ ya da ‘Hip Hop World’ ya da ‘The Future Blues Club Night’. Bu anlamda ‘yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenmek’ niyetiyle ‘Allahım biz nerdee yanlış yaptık’ diye sormaktayız kendimize :) Anılara gelince her projenin, her albümün birden fazlası anısı vardır. Onları istersen zamanı gelince bir kitapta toplayayım. Bu sayfalar dar gelir :) Ama istersen Made in Turkey serisi sırasında yaşananlardan örnek vereyim. Ünlü bir sanatçı parçamı veririm ama şu şu isimler albümde yer almazsa diyor ya da falanca isim yer alacaksa benden sonra gelsin sıralamada. Başka bir şöhret - acaba konsepte uygun mu müzikal açıdan mümkün mü diye düşünmeden - benim parçam birinci albümün açılış parçası olmalı gibi şart koşuyor. Neyse dedikodu olmasın :)

Naim Dilmener & Gülbahar Kültür

- ‘’Babylon Bar Vol.2’’ bir devam projesi ve çok yeni raflarda yerini aldı. Bu projeden bahsedelim mi biraz. Mesela bu projenin çıkış noktası nasıl oldu, bu çalışma için ne kadar hazırlık süreci yaşandı? Bu süreçlerin en keyifli anları ya da seni zorlayan o sancıları nelerdir? Yine önümüzdeki günlerde yayınlanacak albümler hakkında birkaç ipucu alabilir miyiz beraberinde?

- Babylon Bar biraz Harem’s Secret çizgisinde. Harem’s Secret’in ilk albümü 2004 başlarında çıktı ve adının da çağrıştırabileceği gibi 1001 gece ezgileriyle doluydu. Alt başlığı da zaten Emotional and sensual oriental grooves.  Gizli bir dünyaya duygusal bir yolculuk hedefliyor, hatta bunu vaat ediyordu. Bu yolculuğun bir de Doğu-Batı versiyonu olsun istedim. Yukarda da belirttiğim gibi güzel olan her parçayı not aldığımdan hazırlık süreci bu kez de özellikle uzun sürmedi. Sadece ayıklanması gerekenleri ayıkladım. Yeni duyduğum ya da yeni çıkmış eserleri eklemem gerekti. Ondan sonraki süre yine diğerlerinde olduğu gibi yaşandı. Bu arada yeri gelmişken ‘Babylon Bar Vol. 2’de senin önerin ve desteğinle yer alan Birsen Tezer için çok teşekkürler. Gerçekten albüme hem etkileyici sesi hem de mükemmel yorumuyla renk, zenginlik katan bir isim oldu Birsen Tezer.

Önümüzdeki dönem için şu ana kadar belirlenmiş bir kaç projemiz var. Çok yakın bir zamanda ‘Sultan’s Lounge’ adlı tek disklik çoğu enstrümental parçalardan oluşan bir derleme çıkacak. Şu an ‘Electro Swing Revolution’ adlı bir derleme üzerine çalışıyorum. Çift diskten oluşacak bu albümün bir diskini ben hazırlıyorum. Bundan yaklaşık 3 yıl önce ilki çıkan ‘Swing Style’ başlıklı derlememden değişik olacak bu albüm. Gittikçe Avrupa’da yayılan ve sevilen bir stil. We No Speak Americano adlı hit ile birlikte daha da çok insana ulaşan bir stil. Ben zaten severdim, şimdi herkes sevicek inşallah :) Bu albüm bu yılın son derlemesi olacak. 2011 her yıl olduğu gibi Oriental Garden’la birlikte açılacak. 2011 planları arasında tabii ki Made in Turkey’in devamı var. Flamenco Style uzun zamandır hazır. Artık hayata geçirilmesi gereken bir proje. Ondan sonrası Allah Kerim :)

- Son yıllarda müzik adına Türkiye’de de farklı farklı alternatifler kendini göstermeye başladı. Birçoğu pek sağlıklı değil ve dinleyiciyi aptal yerine koymaktan başka bir işe yaramıyor, sanırım biraz hassasiyetini yitirdi bazı şeyler, kalite yerini tamamen ticari düşünmeye bıraktı. Orada da durum aynı mı, buradaki piyasayı da yakından takip ediyorsun, sen nasıl notlar alıyorsun, nasıl değerlendiriyorsun bu akışı?

- Genelde müzik alanında dünyada neler oluyor takip etmeye çalışıyorum. İnternet ortamında takip işi epeyce kolaylaştı. Ama bu kolaylık beraberinde bir zorluğu da getiriyor. Pirincin taşını ayırmak artık o kadar kolay değil, çünkü müthiş materyal var. Araştır araştır bitmiyor. Eskiden gelen albümleri dinler, seçimimi yapardım ama son yıllarda özellikle çeşitli internet forumlarını ve sanal paylaşım sayfalarını da takip etmek gerekiyor. Türkiye’ye senede bir kaç kez geldiğimden oradaki gelişmeleri daha yakından, daha canlı izleyebiliyorum. Ben senin kadar olumsuz yaklaşmıyorum meseleye. ‘Eskiden herşey daha güzeldi’ diye nostalji takılmak istemiyorum. Zaman haliyle değişiyor. Bu doğanın kanunu. Biz bu değişimde ne kadar var olabiliyoruz ne kadar mutlu ya da mutsuzuz, bence asıl mesele bu. Şimdi şöyle bir şey var. Türkiye’deki müzik piyasasını da dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi ilk etapta mainstream dediğimiz kategori belirliyor. Pop ve rock’ın yanı sıra ülkenin coğrafyasında yer alan arabesk, fantazi gibi stiller de var. Benim takip edebildiğim kadarıyla Türkiye’de piyasayı belirleyen ilk stil pop. Son yıllarda bilinen türlerin dışında özellikle electronic müziğin de gittikçe yaygınlaştığını farkediyorum. Türkiye özellikle son yıllarda world music alanında kendinden söz ettirmeye başlamış bir ülkedir. Doğu-Batı harmanlaması dediğimiz sentez gün geçtikçe daha profesyonelce ve dinlenesi bir şekilde gerçekleştiriliyor. Yerel öğeleri içeren modern müzik yapımlarında dikkat edersen son dönemlerde epeyce artış var. Ben iyi müziğin her zaman insanlara ulaşacağına inanıyorum. Çok satmayabilir ama dinleyicisini mutlaka bulur.

- Üç sene boyunca Açık Radyo için programlar hazırladın ve sundun. Beraberinde özel buluşmalarda DJ koltuğunda oturdun ve en son mesela İstanbul da Balans sahnesinde bizlerle oldun. Öyle ki arşivini çalıp kayıplara karışmayı bile düşündüm o performans akşamında :) Orada bulunanlar kadar orada olmaktan mutluydun, heyecanını gördüm ve tanık oldum. Bu enerji nereden geliyor Gülbahar, seni nasıl tuttu ve seni nasıl bırakmıyor bu notalar ki asla bırakmasın da :)

- Arşivimi çalmana gerek yok. Lazımsa bir liste çıkarayım, hepsini internette bulursun :) Kopyala deyip seni asıl suça teşvik etmek istemiyorum :) DJlik serüvenim 90lı yılların ortasında başladı. Zaten hem radyo hem de derleme albüm işi bu serüvenin sonuçları. DJlik yapmayı seviyorum ama çok sık değil. Örneğin her hafta bir mekanda çalayım istemem. Ayda bir iyidir. O yüzden belki de hala özel bir parti veriyorum da, kendi partimde çalıyormuşum gibi bir duygu, keyif ve heyecanla çalıyorum. Yani her seferinde bu çok özel parti: performans akıllarda kalmalı ve mekanda bulunanlar en az benim kadar coşmalı ve zevk almalılar. Belki egoist bir yaklaşım ama önce kendim eğleneyim istiyorum. Kendim eğlenirsem başkalarını eğlendirmemim daha kolay olduğuna inanıyorum, ki yaptığım tecrübeler bunu onaylıyor. İnsan yaptığı işi severse bunu orada olanlar farkediyor. Pozitif enerji aşılamak o zaman çok daha kolay. Belli bir zamandan sonra zaten karşılıklı bir etkileşim söz konusu. Partiye katılanların yüzündeki ifadeden belli oluyor ruh halleri. O mesut ifade çalarkan sana da yansıyor.

- Elbette özel hayranın olduğun isimleri merak ediyorum ve sormadan geçmek istemiyorum. Dünden bugüne seni en çok kimler etkiledi, bugün kimler etkiliyor, yarınlar adına kimlerin etkilemesini kaçınılmaz görüyorsun. Kendi kendine kaldığında Gülbahar’a en çok kimler eşlik ediyor bu yolculukta.

- Bu tür soruları oldum olası sevmem :) Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim’i çağrıştırıyor bende. Şimdi ben herkesin saygı duyduğu, sevdiği isimleri peşpeşe sıralasam bu ne ifade eder? Sevdiğim sanatçılar, müzisyenler, yazarlar, şairler, yönetmenler var tabii ki ama hangisinden ne kadar etkilendim, bu uzun konu. Rus edebiyatından çok beslendim küçükken. Alman Dil ve Edebiyatı okuduğumdan tabii ki Almanca yazın dünyasında yer alan bazı yazarlardan. Müzik alanında Ümmü Gülsüm, Fairuz, Müzeyyen Senar, Zeki Müren, Behiye Aksoy, Kudsi Erguner, Erkan Oğur başucu isimlerim ama sınır koymuyorum. Güzel olan her türlü tınıya açıktır kulaklarım. Hangi ülkeden, hangi stilden olursa olsun.

- e gel müziği bir yana bırakalım, edebiyatı da ki onların yeri elbette baki. Ya ötesi, ötesinde orada nasıl bir portre var? Biliyorum ki hayata gayet içten, sıcak, dost Gülbahar; bu renk seni tanıyan insanlara yansıyor ki Gülbahar başka neler yapıyor, neler ona tat veriyor, nerelerde ve kimlerle mutlu, hangi denizleri seviyor?

- Bu çok özel oldu şimdi :) Gülbahar bütün bu saydıkları, yaptıkları dışında zaman bulduğunda örneğin uzun yürüyüşleri seviyor. Yürürken yanına iPod falan almaz, kendini dinler ve bu yürüyüşlerin sonunda mutlaka eve yeni bir fikir ya da bir sonuçla döner. Kafeteryanın birinde oturup cappuchino içip gazete/magazin/dergi karıştırmayı sever.  Hele de havalar güzelse. Kalabalığı pek sevmez. Çok insan tanır ama az dostu vardır. Bu konuda az olsun öz olsun bilinçli  tercih. Son yıllarda gözleri bozulduğundan kitap okumaktan çok kitap dinliyor. Hem öğretici hem de eğlendirici sohbetlere bayılır. Keşfetmeyi sever. En sevdiği oyun kelime oyunudur. Böyle bir mahluk işte :)

- Bir şiirini bizimle paylaşabilir misin peki?

- Paylaşmadan önce kısa bir açıklama yapmam gerekecek, çünkü paylaşacağım şiir aslında bir remix. Bu da ne diyeceksin şimdi. Aynen müzikte olduğu gibi. Bir şarkının yeniden düzenlenmesi / farklı tarzlarda sunulmasına remix diyoruz kısaca. Bir gün kendime bu iş acaba şiirle olur mu diye sordum. Bir kaç denemem var ama bir tanesine bitmiş gözüyle bakıyorum şimdilik. Biliyorsun bazı remixler orjinalini bile sollayacak nitelikte, ki remix olayında ille de orjinale çok bağlı kalacaksın diye bir kural yok. Tabii bir sürü kulaklara ziyan remix de var. O da ayrı bir mesele. Kısacası her alanda olduğu gibi bu işin de iyisi kötüsü var. Remix artık dünyanın dört bir yanında müzik otoritelerince kabul gören bir dal ve bu işi en iyi yapanların hemen hemen hepsi DJ’likten gelme. O halde şiir remixini de en iyi şairler yapabilir diye düşünüyorum. Belki yeniliğe açık olmayan şairler için çok saçma bir fikirdir ama zamanını yakalayan ve yaşadığı çağın insanı olmayı başarmış şairlere ilginç gelecektir.

 

KARAKUTU  (KARADUT-REMİX)

Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan esinlenerek

Karakutum, tuz ruhlum, çengereğim,
Kar tanem, vur tanem, son tanem
Çınar isem devirenimsin paldır kültür
Çöl isem engereğimsin a kaktüsüm
Yanılgımsın, vebamsın

Uğruna bir aşk soyunduğum
Mumla ararken sanal alemde bulduğum
Karakutum, tuz ruhlum, çengereğim,
Daha nem olabilirsin son tanem
Yenmiş ayvam, kanayan yaramsın.
Şeytanım, sıradışım, sancımsın.

II

Gönül tahtıma buyur eylediğim
Ömür yastığıma adını işlediğim
Haram, haram
Aşı haram, aşkı haram, adabı haram
Yaban kokar, yalan tüter

üryan üryan ağır ağır

Ben hanımzade, dişizade
Bu tür kadere karşı biçare

Hani şu yüreğine vur ciğerini sök.
Koşuşturup dururken yılan
Kalpsavarın birine toslayıp tuzla buz olan
Yalnız hayat çıkışlarında gönlü ferahlayan
Artakalan kendini gözü gibi sakıyan
Sen benim kasırga içinde savrulmuşum.

N'ayır, n'olamaz, n’üçün
Öfkeli çanlar gibi gümbür gümbür
Riyakarlığın karışmamış nefsime bin şükür
Durulmuş, katharsiz olmuşum

  Haram, haram
Aşı haram, aşkı haram, adabı haram
Sensiz bana bacım dünya helal olsun

 

- Ve son olarak bizim için bir şarkı seçmeni istesek ama bunun için çok fazla düşünmesen. Hani o ilk aklına gelen şarkı, şu anda... Hemen onu söyleşimizin sonunda okurlarımız ile paylaşsak, hepimize gelse...

- Hiç düşünmeden Ümmü Gülsüm'den Enta Omri olurdu.

- Çok teşekkürler Gülbahar bize güzel kapılar araladığın için, tüm bu emekler için, lezzetler için, dostluğun için, söyleşi için.

- Ben de bana bu fırsatı tanıdığınız için size çok teşekkür ederim dermişim :)

- :))))

     


    Ümmü Gülsüm - Enta Omri

 

Gülbahar Kültür Web Sitesi

Gülbahar Kültür MySpice Sayfası

Gülbahar Kültür Facebook Sayfası

 

 

KASIM 2010