YAŞAM

Gülbahar Kültür

Gülbaharatlı Mektuplar Vol:4

gkultur@aol.com

 

 

Bu köşeye yazmaya başlarken küçük bir liste çıkarmıştım uzun uzun düşünmeden, kolayından hangi konulara değinebilirim diye. Tembellikten değil, zaman sorunumdan ötürü. Hayatın içinden konuşuyoruz ya, listede yer alan konulardan biri de DJ’lik işimle ilgiliydi. Ocak ayında değerli meslekdaşım Yavuz Hakan Tok’un blogunda aynı konuyu ele aldığını görünce (http://yavuzhakantok.blogspot.com/2012/01/djle-konusmak-yasaktr.html) bi an bu fikrimden vazgeçtim ama sonra her DJ’in yoğurt yiyişi başkadır diyerekten bildiğimi okumaya, daha doğrusu yazmaya karar verdim:)

İster kabul edelim ister etmeyelim çağımızın teknik nimetlerinden yararlanırken şöyle bir gerçek çıktı ortaya, herkes her an her şey olabilir. Bu anlamda hepimiz yazar, hepimiz yönetmen, hepimiz besteci, hepimiz fotoğrafçı, hepimiz gazeteci, hepimiz radyocu, hepimiz televizyoncu, hepimiz DJyiz. Ne kadarımız ondan, ne kadarımız bundan, o ayrı mesele ama hepsinin bi ucundan bi şekil tutarsak, kendimize ya da çevremizdekilere yetecek kadar bi şeyiz. Aslında hepimiz müthiş bi şeyiz. İlkyardım kursuna gitmiş kimse kendine doktor demez, diyemez çünkü bu mesleğin koşulları var ya da hakkaniyet duygusu yüksek olan, hukuk konusunda kendini geliştirmiş biri, ben avukatım demez, diyemez. Herkesin her şey olduğu bi zamanda bazen insanın canı hiç bi şey olmak istemiyor. Öyle anlar oluyor ki, mesleğim sorulduğunda, ‘Pala’nın torunuyum’ diye kesip atmak istemişimdir :)

Gelelim benim DJlik serüvenine. Aslında bu işe tam olarak gönüllü başladım denemez. ‚Zorla güzellik‘ oldu diyelim ya da kötü mekanlar / DJler beni ekstra bi meslek sahibi yaptı. 80li yılların sonlarından 90lı yılların ortasında kadar Bremen’de kurucularından olduğum ‚De Colores‘ adlı, uluslararası üyelerden oluşan, adı gibi çok renkli bir kadınlar derneğimiz vardı. Bu derneğin çatısı altında arada eğlenceler düzenlenirdi. Çoğunlukla kendi aramızda ama bazen kalabalık olduğumuz da olurdu. Yaşıtlarımın çoğu dansetmek için gittikleri mekanlardan ya da oralarda çalınan mainstream müziklerden bıkmış. En az iki kültürde ya da çokkültürlü yetişmiş olduklarından bu yaşam tarzını eğlencelerine de yansıtma derdindeler. Latin dünyasından gelenler gittikleri Latin gecelerini yetersiz buluyorlar. Türkiyelilere gittikleri Türk Pop partilerinden bıkmış. Afrikalılar kendi aralarında eğlenmekten bezmiş. Araplar da ‚yaaaa habibi’lerden bitap düşmüş. Kısacası herkes dünyadaki müzikal zenginliğin yansıtıldığı bir ortamın özlemi içinde. O dönem böyle internetten zırt pırt beleşe şarkı, türkü indirmek yok. Müziğin ‚para‘ ettiği zamanlar. Daha çocukken babamın Almanya’dan gönderdiği mektupların içinde bulunan Alman Marklarını ya kitaba ya da kasede, sonradan CDlere yatıran biri olarak diğerlerine nazaran epeyce geniş bir müzik arşivim vardı. Bi gün bi arkadaş benim kardeşlerden birini de kafalayarak ‚hadi hep birlikte bi gece organize edelim‘ dedi. Ben organize kelimesinin kullanıldığı yerden genelde kaçarım. Kadınlar derneği istisna, çünkü o bağlamda, özellikle o dönemde örgütlenmek şarttı. Galiba ‚sen fazla karışmazsın. Biz her şeyi ayarlarız. Sadece çalarsın‘ gibisinden beni bi türlü ikna ettiler. Yalnız çalmayacağım. O zamanlar Türkçe Pop düşkünü olan oğlan kardeşim Türkçe çalacak. Ben de artık geriye ne kaldıysa. Mekan bulundu. ‚Raks Night‘ başlığı altında düzenlenen aylık partimiz gerçekten tuttu ve yıllarca sürdü. Başlardaki heyecan ve renklilik zaman geçtikçe işin tadı kaçtı. Türkler pop,  Kürtler halay, Araplar rai, Latin Amerikalılar salsa, Afrikalılar highlife, Hintliler banghra diye diye bitirdiler beni. Oysa biz bu partiye tam bunlar olmasın diye başlamıştık. Çal/sil baştan durumları. Eğer bir partiyi belli bir millet ya da müzik zihniyeti ele geçirirse, o parti o zaman sırf bir kesime hitap eder. Bi baktım bizim uluslararası gece ufaktan ufaktan Ortadoğu düğünlerine dönmeye başladı. Kim ne isterse, ‘bozuk yok, kibrit verelim’ muamelesi yaptım bi süre ama o da yorucu. Mekanla ilgili bazı sorunlar da kendini göstermeye başladığından ‘buraya kadar’ dedim ve yaklaşık 5 yıl süren parti serimiz bitti. Herşey tadında bırakıldığında güzel.

Bu süre içinde ama önemli bir şey öğrendim. Kafamdaki konseptin katılımcılar tarafından değiştirilmemesi. Tabii ki istek olur. O gecenin programına, o anki halet-i ruhiyeye uyar, çalınır ama gelenlere şu duyguyu vermemeli, hele bunların çoğu müdavimse, ‘o bizi kırmaz. İstediğimizi isteyebiliriz’. Nezaket, kabul görmek, insanların eğlenmesine yardımcı olmak gibi kavramlar biraraya geldiğinde sıkıntılı sonuçlar çıkabiliyor ortaya. Bu anlamda deneyimlerim doğrultusunda bir karar aldım ve ondan sonra da hep bu karar doğrultusunda performans sergiledim. Belli dövizler altında yapılan partiler hariç benim çaldığım gecelerin konseptini renklilik, müzikal zenginlik belirler. Bunu bilen gelir. Seven kalır. Bu karardan sonra DJlik hayatım çok kolaylaştı, ki gelenler de genelde gerçekten bunu bildikleri için gelirler. Bazen stil zenginliği zorlu anlar yaşatabilir ama işin güzel yanlarından biri de bu. İnsanların birbiriyle uzaktan yakından alakası olmayan bir stilden diğerine geçişi farketmeden dans ettiklerini görmek büyük bir zevk. Bazen sert bir geçiş de iyi bir dramaturjinin parçası olabilir. O ayrı.

DJlik yapmayı seviyorum ama çok sık değil. Örneğin her hafta bir mekanda çalayım istemem. Ayda bir iki kez iyidir. O yüzden belki de hala özel bir davet veriyorum da, kendi partimde çalıyormuşum gibi bir duygu, keyif ve heyecanla çalıyorum. Belki egoist bir yaklaşım ama önce kendim eğleneyim istiyorum. Kendim eğlenirsem başkalarını eğlendirmemim daha kolay olduğuna inanıyorum, ki yaptığım tecrübeler de bunu gösteriyor. İşini severek yapmak pozitif enerji aşılamanın en kolay yolu. Performans sergile ama yapmacık olma. Bence kural bu. Karşılıklı etkileşim şart. Partiye katılanların yüzündeki ifadeden belli oluyor zaten ruh halleri. O mesut bahtiyarlık çalarkan doğal olarak sana da yansıyor.

Hiç bir zaman sadece DJlikten yaşamak zorunda olmadığım için hala mekan seçme özgürlüğüm var. Bu nedenle az çok beni ne ya da kimler bekliyor tahmin edebiliyorum. Yine de hala alışamadığım tipler var. En kıl olduğum takım örneğin, mekan kendinden geçmiş bir şekilde dans edenlerle dopdoluyken, biri gelir genelde ukela bi edayla  ‘ya şöyle oynıycak bi şeyler çalsana’ takımıdır. Cürete, kendini bilmezliğe bakar mısınız? Onca dans eden insan sanki ne müzikten ne de danstan anlıyor. Bi tek bu öneride bulunan anlıyor. Diyemiyor ki, bu havalarda ben dans edemiyorum ya da ben bu stili sevmiyorum ya da burada umduğum müzik çalmıyor. Hata kesin DJde ve diğerlerinde. Hayal kırıklıklarını yansıtmak yerine terbiyesizlik sergileyenler. Bi de seyyar DJler var. Her partiye ya kendi MP3leriyle (çoğu düşük kalitede kayedilmiş) ya da toplama bi iki albümle gelirler. Zamanla bunlara sticker’iyle gelenler de katılmaya başladı. ‘Bak burda şu şu var. Eğer bundan sonra şu numaralı parçayı çalarsan, kopar burası’. Oysa bir restorana giderken kimsenin aklına en iyi yaptığı yemeği alıp ahçıya ‘servise bunu da dahil edebilir miyiz?’ sormak gelmez ya da ‘bu yemeğin ardından şu tatlı çok iyi gider’ diye yanında getirdiği tatlıyı yemez (zaten yanına tatlı almak aklının ucundan geçmez). Kimsenin aklına tiyatroya gittiğinde rejisöre ‘abi ya ben de bi oyun yazdım. Mümkünse bi ara onu da sahneleyelim’, sinemada makiniste uğrayıp ‘kısa metrajlı bişeyler çektim. Bi ara gösterebilir miyiz?’ ya da sahnedeki şarkıcıya ’abla bak bu şarkıyı ben besteledim. Bi ara söylerseniz çok memnun olurum’.

Sonra gecenin dövizine hiç uymayan isteklerde bulunanlar var, ki bunlar sanırım geçerken öylesine uğrayanlar ya da ‘olsun kapıda ne yazıyosa yazsın, ben istediğim parçayı çaldırırım’ düşüncesi taşıyanlar. Biri gelip olmadık bir parça isterse genelde nazikçe duruma açıklık getirmeye çalışırım. Anlayış gösteren oluyor. Burun kıvırıp giden de. Ender de olsa kızanlar da oluyor. Buna karşı bazıları var ki, tatlı dilleri, efendilik ya da kendine has usluplarıyla bırakın yılanı en konseptli DJyi bile deliğinden, kabininden çıkarır:)

Benim performans sergilediğim yerlerde genelde çokuluslu katılım söz konusu olduğu için gelenlerin profili de haliyle öyle oluyor. Ortak nokta ne kadar global müzik olsa da, her millet kendi ülkesinden parça çalındığında bi garip havalara giriyor. Örneğin oriental çalıyorsun (oryantal göbek havası anlamında kullanmıyoruz biz buralarda bu kavramı. Şark dünyasının müziği diyelim), hemen bizimkiler ve Ortadoğulular pisti ele geçirip döktürmeye başlıyor. Diğerleri pistin etrafında onlara ya hayran hayran bakıyor ya da ‘bitse de şu parça bizim de dans edebileceğimiz bi şeyler çalsa’ beklentisinde. Afrika’ya geçiyorsun, hemen ortalığı onlar işgal ediyor. Genelde bilinçli oluşturuyorum bu tür gruplaşmaları. Getto yaratıyorum aklımca:) Sonra Latin, Balkan derken, birden herkesin ortak tınılarına geçiyorum ve ortalık yine renkleniyor. Zamanla insan zaten kimler hangi havalarda coşuyor, biliyorsun. Belli isimler zaten herkesi piste çekiyor.

Sırf özel olan değil, güzel olan da politik olabiliyor bazen. Örneğin ‘Turkish Night’ başlığı altında bir gece düzenleniyor ama gelenler yine bi sürü ülkeden. Ağırlık Türkçe müzik ama bütün gece hangi stil/ülke olursa olsun bayar beni. Katlanamadığım şeyi başkalarından da beklemem. Araya Yunanca, İspanyolca, Arapça vs. geceye uygun Akdeniz, Balkan melodileri de serpiştiriyorum. Mekanda Kürtler de var. Bi de Kürtçe çalıyorum. Dakka bir gol bir. Hemen öğretmen tipli iki törkiş mi törkiş hanfendi geliyor kabine ve hayal kırıklıkları yüzlerinden belli bir şekilde ‘ama bu akşam Turkish Night değil mi?’ diye akıllarınca dolaylı yoldan bana bi tanecik Kürtçe parça çaldım diye sitem ediyorlar. Doğrudan söyleyemezler, çünkü ırkçı olduklarını itiraf etmiş olacaklar. Edemezler, çünkü kariyerleri açısından zararlı. Ayrıca yeri değil. Organizasyonu gerçekleştiren oluşum ırkçılığa karşı çalışmalarıyla tanınmış bi dernek. Mekanın her yerinde, buna tuvaletler de dahil, duvarlarda, kapılarda ‘ırkçı hiç bir davranışı tolere etmiyoruz’ ve benzeri yazılar asılı. Usulüne göre aşağılamak ya da rahatsızlıklarını belli etmek, bu durumda daha akıllıca. ‘Şimdiye kadar Türkçe dışında onca başka dilde parça çaldım, yanıma gelmediniz, sürekli grup halinde pistteydiniz. Niye şimdi geliyorsunuz?’ Tabii kem küm haller. ‘Ne bileyim biz öyle sanmıştık da vs. vs.’ Türklerin ırkçılığından, Kürtlerin de halay sevdasından gına geldi bana buralarda ama insan zamanla ikisiyle de baş etmeyi öğreniyor. Ha bu arada sonradan öğrendim, bu iki hanfendi gerçekten öğretmenmiş:) Partiye de kalabalık bi öğretmen grubuyla gelmişler. Gerçi giderken çoğu uzun süredir böylesine güzel eğlenmediklerini belirtip teşekkür etti ama bu kafayla nasıl bi eğitim veriyolar bilmek istemiyorum doğrusu.

Buralarda böyle şeyler yaşıyosun. TR’de de aynı şey olduğunda mekan sahibi Kürt olmasına rağmen ‘Kürtçe çalmasan iyi olur bu akşam. Ortalık şu sıra biraz gergin de...’ duyabiliyorsun. Güler misin? Ağlar mısın? ‘Memlekette’ ortalığın gergin olmadığı bir dönem mi var? İşin trajikomik yanı: zaten çaldığım bir ya da iki parça. O bile o veya bu nedenle batıyor birilerine. Almanya’da Türk, Türkiye’de Kürt olmak zor iş vesselam. Hele insan olmak daha da meşakkatlı. Bu anlamda herkese kolay gelsin:)

Şimdilik bana müsade. Mart'ta görüşmek üzere

KÜLTÜR sorununuz

G. K

 

 

ŞUBAT 2012

 

Diğer Yazılar

 

Daha Fazlası İçin