- ‘’Yengeç’’ isimli ilk albümünüz geçtiğimiz günlerde yayınlandı ama biliyoruz ki sizin dünden bugüne müzikle keyifli bir yolculuğunuz var; hayatınızı büyük ölçüde etkileyen değerli bir isim; Yıldız İbrahimova’dan dersler almaya başlıyorsunuz. İbrahimova ile geçen bu çalışma süreci hayatınıza neler katıyor size o süreç içinde, nasıl bir heyecan sarıyor dünyanızı?
- Derslerimiz ODTÜ`deydi. Orada öğrenciydim. Zaten enfes bir şeydir ODTÜ`de öğrenci olmak hele hele orada, kampüs içinde ikamet ederek üniversite yıllarını geçirmek. Cennet gibi bir arazi üzerinde, dünyanın en hoşgörülü ve duyarlı kalabalığı içinde kendinizle ilişkiniz iyice rafine hale gelir. İhtiyaçlarınızı dinlersiniz ve sizi ne mutlu edecekse o şeyden kampüsten yapan, onu iyi bilen birileri vardır ve memnuniyetle seni içlerine alırlar.
Yıldız Hoca`yla tanışmam da aynen böyle oluverdi. İlk orada derslere başladığı dönemde beni o ilk oluşturduğu 13 kişilik sınıfına aldı ve 4 - 5 sene boyunca her Perşembe yanına yapıştım doğrusu :) Ben ve birkaçımız daha gölgesi gibiydik. Sayesinde hem cazla tanıştık hem sesimizle olan bağımız güçlendi. Her dönemde bizi muhakkak bir konsere hazırladı ve git gide zorlaştırdı bizden beklediklerini. Sanırım onun dersine kafa ve beden yorduğum kadar bölüm derslerimi yormadım :) Ama sevdiğiniz kolay gelir ya, iste öyle de kolayca gelip yerleşiyordu içime her öğrendiğim kendisinden.
- Daha sonra Avusturya’ya gidiyorsunuz ve bir süre orada yaşıyorsunuz. Doğup büyüdüğünüz de yer orası, yıllar sonra sizi nasıl karşılıyor peki, ilk bestenizi orada yaptığınızı öğreniyoruz mesela; bugün baktığınızda geriye başka neler oluyor orada hayatınızı etkilediğini düşündüğünüz?
- Avustralya insana sonsuz düşünme ve kendiyle baş başa kalma alanı sağlayan dünyanın o diğer ucundaki en büyük sessiz arazi. Oraya her döndüğümde nelerin beni mutlu ettiğine dair daha net çizgiler oluşur içimde. Tahammülüm aslında nelere az olduğu kadar beni nelerin heyecanlandırdığını daha iyi hatırlarım. O nedenle kendime gelmek için kaçmam gereken doğum yerim o güzel ülke. Bu açıdan hayatımı sanırım her daim etkileyebilecek bir yer.
İlk şarkımı orada yazdığım gibi, 20 ay önce oraya son gidişimde "albüm yapmasan da olur, sen güzel şarkılar yazan ve onları güzel söyleyen yaratıcı bir müzisyensin, bunu hiç kimseye ispatlamaya artık senin ihtiyacın yok; bunu bil ve sadece mutlu olmaya bak, şarkılarını söyle, her anın keyfini çıkar, coşkuyla yaşa" psikolojisi ile Türkiye’ye dönmemi sağlayan kendimle baş başa kaldığım 5 hafta geçirdim orada. Kardeşlerimin yanında gayet şımarık bir tembel hayat sürdürdüğüm 5 hafta boyunca günlerce müzik dinleyip, bisiklet sürüp içimi saçma bir sevinçle doldurup döndüm Türkiye`ye. Ve artık konsere hazırlanırken eğlenmekten başka bir derdim kalmamıştı. İşte gariptir ki o ilk konserimde albüm teklifini aldım :)
- Sizin şarkılarınızda edebiyattan başta olmak üzere sanatın diğer renklerinden de beslendiğiniz kulağımıza yansıyor ki bu birbirini tamamlayan hallerden bahsedelim istiyorum biraz; şarkılarınız nasıl bir ruh hali içinde yazılıyor, besteleniyor, söyleniyor? Sahnede olsun ya da müziğin kalbinin attığı her yerde kazandığınız birikimlerle ne kadar iç içesiniz, nasıl bir dostsunuz?
- Şarkı yazmak için değil hayatın kendisi bir yığın şeyle dolu olduğu için ve her anı beni sürekli duygudan duyguya sürüklediği için - ki genellikle sevinçli duygular bunlar - şaşkınlıkla etrafımı izliyorum, bu kitap okumamla olsun, sanatı takip etmek veya insanlar ve hayvanlar olan ilişkilerimle olsun kesintiye uğramayan bir şey… Sonra yalnız kaldığım zamanlarda ve tam da alakasız bir şeyin ortasında bir bilmediğim şarkıyı söylemeye başlıyorum. Bu sadece 8 ölçülük bir melodi ve daha fazlası olmayabilir veya uzun uzun bütün bölümleri tamamlanmış bir kompozisyon da olabilir. Sözlerin bir miktarı o an oturabiliyor ama sözlere çok kafa yormuyorum, daha çok melodiyi kovalıyorum ve hemen kaydediyorum, beklerken - ki bu sure iki gün sonra da olabilir veya iki sene sonra da, o başkaca bölümler sonra sonra gelip gerisini tamamlayabiliyor. Açıkçası insan hayatla dolmasa taşamaz :)
- Müziği yakından takip edenler biliyor ki ‘’Yengeç’’ bir ilk albüm ama öncesi size sosyal paylaşım platformlarından sahnelere, şarkılarınızdan az çok yukarıda bahsettiğimiz serüvene aşina kendileri. Bir gün bu şarkılar bizimle buluşacaktı biliyorduk, doğru bir zaman durumu var mı sizin için, aksi halde bir gecikme söz konusu olmadı mı acaba?
- Gecikmesi gözüyle bakan çok insan var ve olacaktır da dinlendikçe. Çünkü albümü sevmeye başladıkları an "bu kız neredeydi şimdiye kadar" diye sorular oluşuyor insanlarda gözlemlediğim kadarıyla. Bence her şey yolunda. Benim bu psikolojiye varmam gerekiyormuş bu albümün çıkması için. Çok minnettarım, kendimi evrende güvende ve huzurlu hissettiğim bu dönemde bu teklifin gelmiş olmasına. Böyle korkusuz hissederken de yaratıcılık ve çalışkanlık açısından elimden geleni ardıma koymadım, olan hiçbir şeyi kötüye yormadım ve başıma gelen her şeyi bir fırsat olarak gördüm albümü hazırlarken.
- Albümde Türkçe ve İngilizce şarkılar okuyorsunuz, bir anonim türkü dışında tüm çalışmalar sizin imzalı; nasıl bir hazırlık süreci yaşandı peki? Kimler bu yolculuğunuzda size eşlik etti?
- Çok prova yapmamız gerekmedi albüm kayıtlarında, herkes partisyonunu iyi biliyordu zaten. Ek olarak babamı ve iki müzisyeni dahil ettik katkıda bulunmaları adına. Yapımcılarımdan biri olan Barış Bahçeci ‘’Çalın Davulları’’nda bendir çaldı mesela. Yine yapımcılarım müzikle ilgili son derece serbest bıraktılar beni, kararları hep kendim verdim. Kayıtlar tamamlandıktan sonra da uzun bir edit ve mix dönemimiz oldu; ses mühendisimizi pek rahat bırakmadım mix sürecinde, sağ olsun o da sonsuz bir sabır gösterdi. Özellikle şarkılarımın farklı bir kimliği olduğunu bildiği için kendi önerileri dışında benim direttiğim her şeyi beğenmese bile uyguladı. Bu süreçte sound ile ilgili Emre Nişancı’dan çok şey öğrendim, kendisine tekrar tekrar teşekkür ederim.
Sonra yapımcılarımıza sıra geldi ve nihayet dinlediler, şarkı süreleri normalden uzun olmasına rağmen ‘’güzel olmuş’’ dediler :) Bu noktadan sonra işin görsel yanı ile uğraşmaya başladım. Kapakla, fotoğraflarla ilgili her kafadan bir ses çıkıyordu ve hepsi haklıydı ama ressam olan Nuri Kuzucan ‘’şarkı söylerken ellerin çok güzel hareket ediyor, bunu herkes görmeli’’ dedi ve bunun fotoğrafçılığının nasıl yapılabileceği üzerine bildiği uluslararası ressamların işlerini bana gösterdi. David Hackney`in çalışmalarındaki gibi bir şey yaratabileceğimizi gidip fotoğrafçım olan Frederik Lezmi ile paylaştım ve kapak çalışmamız meydana geldi. Elif Müftüoğlu`nun grafik çalışması ve tatlı çizimleri derken işin görsel yanı da tamamlanmış oldu. ‘’Yengeç`’in türlü çeşit ayakları işte :)
- Albümde hüzün de var neşe de; birbirini harmanlayan ve tamamlayan çeşitli öğelerle iç içe, zengin ve dolu bir albüm ile karşı karşıya dinleyici? İlk tepkiler nasıl, çok yeni ama mutlaka kulağınıza yorumlar çalındı; sevenleriniz, dinleyenleriniz nasıl karşıladı bu çalışmayı?
- Çok sevinçle karşılandı albüm. İlginçtir alan herkes bir fotoğrafını çekip Twitter, Facebook sayfalarında paylaştı. Şarkılar hakkında tek tek yorum yapanlar, paylaşanlar, uzun uzun mesaj atanlar, bulundukları şehre bekleyenler… Tabii şarkıların albümden önceki haline aşina hatta aşık dinleyiciler var. Bazıları o ilk hallerini, som altından da olsa son hallerine değişmek istemediklerinden bir müddet tepki duyuyorlar yeni kayıtlarına, sonra sonra alışıp tekrar haber ediyorlar: "Yok ya bu albüm olmuş Hedi" diye. İyi iyi, sevindirici :)
- Kuşkusuz sizi sahnede izlemenin de ayrı bir keyfi, heyecanı var ki ben adıma tanık olmuştum, albümle birlikte devamını getireceğimi biliyorum. Öncelikle konserler devam edecek elbette ve merak ediyorum, sahnede olmak sizin için nasıl bir yerde? Orada nasıl bir atmosfer içindesiniz, nasıl bir güzelliktir size göre dinleyiciniz ile aynı çatı altında olmak?
- Geçen bir soru soruldu: 10 yıl sonra hangi sahnede görüyorsunuz kendinizi diye? Ve inanın buna böyle çok mühim bir sahnenin adını vererek cevap vermek gerekiyordu galiba ama ben tutuldum kaldım; zorlayıp Wembley dedim yanlış hatırlamıyorsam :) Çünkü asıl cevabım müziği heyecanla bekleyen tıklım tıklım insanlarla dolu herhangi bir sahne. Benimle birlikte çalmaktan son derece memnun arkadaşlarımla o sahneye çıkıp sevdiğimiz sesleri çıkartmak ve buna sevgiyle kulak vererek eşlik eden bir kalabalık karşısında olmak kadar bana kendimi unutturan çok az şey var. Zaman ve mekanın kaybolduğu, müziğin her şeyi ve herkesi içine aldığı anlar performans anları. Paha biçilmez bir bütünlük duygusu evrenle benim için. O nedenle albüm yapmamış olsam da sonsuz mutluydum her zaman sahnede. Şu an ‘’Yengeç’`i yapmış olmam bana sadece ikinci, üçüncü, dördüncü albümü ve ve hakkında sorumluluk duygusu veriyor. Yapılacak iş var duygusu veriyor :) Ve tabii ki daha başka sahnelerde şarkı söyleme şansı getiriyor :)
- Alternatif müziğin yeri hep ayrıydı ama değeri son yıllarda yeniden ve ayrı bir anlam kazandı. Siz de öyle düşünüyor musunuz? Artık daha bir seçici olmaya başladı dinleyici, daha kalıcı olan seslerin, müziğin peşinden gitmeye başladı; böyle bir hareketli hal mevcut ki bu da dinleyici olarak beni bir hayli mutlu ediyor, siz ne düşünüyorsunuz? Siz son yıllarda kimleri özellikle dinlemekten keyif alıyorsunuz?
- Bir kere iyi ya da kötü umarım canı müzik yapmak isteyen herkesin bunu yapacak platformu bulmalarını dilerim. Çünkü bu "hiçbir ise yaramayan" şeyi yapmak ve dinlemek sonsuz sağlık belirtisi. Eğer bazı şarkılar diğerlerine göre daha fazla dinleyici topluyorsa onlar biraz daha olmuş şarkılar (olmuş meyve gibi) tabi bu benim ya da sizin her olgun meyveyi iştahla yediğimiz anlamına gelmiyor. Hele müzikle ilgili çalışıyorsanız, mesleki deformasyon gereği, daha ilk saniyelerinde bir şeyi dinlerken sonraki şarkıya, albüme geçebiliyorsunuz.
- Ben son zamanlarda Türkiye`de yapılan müziklerden Jülide Özçelik`i dinlemeyi seviyorum, Birsen Tezer süper, Erdem Yener`i, Jehan Barbur`u beğeniyorum ama çok açık söylemem gerekirse yabancı müzikle ilişkim daha iyi. İsim vermeye baslarsam kafalar karışır çünkü her telden çalıyorum bu alanda.
- Müziğin içindeki sizi dinledik ve bu tanışıklıktan bir hayli memnunuz ama istiyorum ki son soruda müziğin sesini kısalım ve ötesini konuşalım, hayatın başka hangi renklerinde mutlu bir portre var karşımızda, dünyanızın diğer lezzetleri, olmazsa olmazları nelerdir? O yanındaki sizi tanıyalım mı biraz da?
- Mesela yüzmesem olmaz. Haftada 3 gün böyle kilometrelerce yüzenlerdenim. Yemek yapmayı seviyorum. İyi kitap okuyan birinden son zamanlarda iyi kitap dinleyen birine dondum, artık audiobook (sesli kitap) indirip sokaklarda yürürken kitapları zihnime yutturuyorum, aynı işi radyo podcastlarıyla da yapıyorum. Beğendiğim bilim adamlarının, felsefecilerin bulundukları radyo şovlarını bulup telefonuma yığıp, işlere güçlere koşuştururken kendilerinden yeni kuantum fizik anlayışını, izafiyeti, varoluşa dair soruların cevaplarını dinliyorum ve üstelik bir bilim adamıymış gibi heyecanlanıp onların bahsettikleri başka bilim adamlarının isimlerini not edip onların peşine düşüyorum. Manyak bir durum biliyorum ama çok heyecan verici ve içinde kaybolası şeyler bunlar. Ailemle birlikte veya arkadaşlarımla buluşup sonsuz gülmek, hikayeler anlatmak/dinlemek hayatın en sevdiğim zamanları içinde ve bir de nihayet yalnız bırakılmak ve kendimi dinlemek. Saymaya devam edeyim mi? :)
- Bu keyifli söyleşi için, bize vakit ayırdığınız için çok teşekkürler, nice albümde daha görüşmek üzere, çok sevgiler.