Bir
Şair ... Bir Dünya ... / Jale Demirdöğen
- Sevgili Jale; biz şiirlerimiz ile tanıdık önce birbirimizi ve sonra bunu nice güzel buluşma, ortak paylaşımlar izledi sonra. Ve ne güzel ki şimdi bunlardan birinde, yeni kitabının heyecanındayız. Öncelikle bu yeni kitabın ile igili sorularımdan önce seni kısaca tanıyabilir miyiz?
- Öncelikle konuğun olmaktan mutluluk duyduğumu ifade etmek istiyorum. Ben 1968 doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimin bir bölümünü Ankara'da tamamladıktan sonra Ege'ye geçtim ve liseyi Aydın'da bitirdim. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne girdim fakat bir süre sonra ailevi bazı sebeplerden dolayı okulumdan ayrıldım. 1987 yılında evlendim ve İzmir'e yerleştim. İki kızım var. Edebiyata olan merakım, ilgim azalmadan devam etti ve 2002 yılında “Narçiçek” adında yayınlanan ilk kitabımda da şiirlerimi toparladım.
- Peki ya yazma aşkı? Nasıl başladı ve nasıl kaleme kağıda döküldü duygular öncesinde? Sonra o günden bugüne de nasıl bir aşkla yol aldı? Bir iletinde bana ‘'Yazmaya devam edeceğim. Sonu her ne olursa olsun. Çünkü yazarken yaşadığımı hissediyorum'' demiştin. Yazmanın bu nefes aldıran yanını dinleyelim istiyorum şimdi senden yani o sonsuza uzanacak olan duygularını.
- Yazmaktan zevk aldığımı ortaokul sıralarında fark ettim. Sürekli şiirler yazar ve edebiyat öğretmenime götürür okumasını isterdim. Heyecanla beklerdim söyleyeceklerini. Bir seferinde öğretmenim bana hiçbir zaman unutmayacağım şu cümleyi söyledi: “Yahya Kemal Beyatlı,”Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin…” dizesindeki dalgın kelimesini bulabilmek için tam yedi yıl beklemişti. Senden umutluyum ama lütfen acele etme.” İşte bu cümle bana yazmanın hiç de kolay bir iş olmadığını, çok emek vermek gerektiğini anlattı. Beyatlı'nın o kelimeyi yedi yıl sonra bulduğunda duyduğu hazzı hissetmeye çalıştım ve yoluma hep o hazzı yakalamak amacıyla devam ettim. Önce şiirle ilgilendim. Sonra kompozisyon yarışmalarında gelen birinciliklerimle okulda dikkat çektim. Düz yazı için endişeliydim; yani uzun soluklu bir çalışma için kendimi hazır hissetmem yıllarımı aldı. Sonunda başarabileceğimi hissettim ve başladım. “Kusursuz Veda” adlı ilk romanım, üzerinde yaklaşık üç yıl çalıştıktan sonra ortaya çıktı. Şimdilerde onu yayınlatmaya çalışıyorum ve ikinci romanımın çalışmalarına başladım. Amacım size o iletimde sözünü ettiğim şey işte. Nefes almak, yaşamak. Anne olmak, insan olmak, yararlı şeyler yapmak güzel ama yeterli değil benim için. Bu dünyaya eserler bırakmak istiyorum. Alıcısı olsun, ya da olmasın yazarken duyduğum o heyecanı ve mutluluğu bir gün birileri tek bir cümlemi okurken hissetse bile yeter bana.
Önce buruşturdum,
Sonra katladım ;
Kağıt paralarımdan
Üç adet kuş yaptım...
Birini umuda uçurdum,
Birini mutluluğa...
Birini de sana NARÇİÇEK !
- Annene adadığın bir şiir ve aynı zamanda ilk şiir kitabının adı ‘'Narçiçek''. Kendisini erken yaşta kaybetmiş olduğunu biliyorum ve ona olan bağlılığının, sevginin şiirlerine yansıdığını ve böyle de devam ettiğini düşünüyorum, yanılıyor muyum. Zira dizelerinizde hep bu şefkat, sıcaklık ve belki de en önemlisi hasret, özlem var.
- Doğru. İlk kitabımda anne temalı şiirler ağırlıktaydı. Annemi sekiz yaşımda kaybettiğim için sanırım, ona olan özlemim, edebi alanda çok beslendiğim bir duygu oldu. Birbirinden çok farklı konularda şiirler yazmaya devam etsem de iki üç şiirde bir annem çıkıp gelir; “Beni unuttun mu hadi yaz!” diye. İnsan kendisi de anne olduktan sonra o özlemin ne demek olduğunu daha iyi anlıyor ve belki de anlatmak istiyor. Sanırım ben en iyi bu yolla yapabileceğimi hissettim.
- Yayınladığın bu ilk kitabın bazı basılı yayın organlarında ve çeşitli internet sitelerinde tanıtıldı ve okuduğumuzda bunları haklı da övgüler aldığı karşımıza çıktı. Sen bu ilk şiir kitabın ile ilgili nasıl gözlemlerde bulundun örneğin nasıl karşılandı okuyucuda ve neler kattı size göre onlara?
- Kitabım ülkenin belirli noktalarına dağıtıldı ama büyük müzik ve kitap marketlerde yer almadı. Bu yüzden çok büyük bir kitleye ulaşamadım. Şiirlerime internet üzerinden ulaşabilen, kitabımı alıp da okuyabilen okuyucuların ve katıldığım tv ve radyo programlarında beni izleyen, dinleyenlerin pek çoğunun ortak söylemi, şiirlerimin daha çok hüznü yansıttığı, anlaşılır ve akılda kalıcı olduğu ve kendi hayatlarından pek çok şey buldukları yolundaydı. Bu tabii ki benim için büyük mutluluk. Siz de bilirsiniz ki, biz şairler hayatı farklı bir gözle görür, farklı bir hisle algılar ve öyle yakalarız duyguları, olayları, yaşananları… Okuyucularıma hitap edebilmiş olmak müthiş bir keyif, aynı zamanda da sorumluluk getiriyor. Hep daha iyiyi yapma, hep daha iyiyi sunma çabasına sürüklüyor. Ama aşkla yapılan bir eylem insanı asla yormuyor. Şu anda bu çalışmama ulaşmak isteyenler için ikinci bir baskıya kadar herhangi bir şey söylemem imkansız çünkü kitabımı yayınlayan yayınevimle sorunlar yaşadım ve dağıtımı durdurdum. Şimdilik romanlarımla ilgileniyorum ama “Narçiçek” bir gün mutlaka farklı bir yayınevi tarafından basılıp çok daha geniş kitlelere ulaşacak.
|
- Sevgili Jale, bu güzel şiirlerin bir yana ama bir roman kitabı çaldı kapımızı şu anda. Emre Kalcı’nın editörlüğünde ve Liman Yayıncılık etiketi ile okuyucusu ile buluşmaya hazırlanan bu kitabınla ilgili biraz konuşalım mı? Öncelikle senden bir şiir kitabı beklerken bir romanla karşılaştık, nasıl bir dönemde yazıldı ve yayımlama sürecine nasıl karar verildi?
- Sevgili Kadri, şiirlerimi tanımlarken seçtiğin sözcük için teşekkür ederim. Evet, öncelikle yeni şiirlerimden oluşan ikinci bir derlemeyle şiirseverlere yeniden merhaba demeyi ben de düşündüm fakat sizler şiirlerimi, 2003-2005 yılları arasında yazdığım romanımın, demlenmesini istediğim ve dolayısıyla romanımın okuyucuyla buluşması için ona ve kendime biçtiğim süreçte tanıdınız. Şiirlerimin internet üzerinden yeterince okuyucusu olduğuna ve sayfalara dökülmesi için biraz daha bekleyebileceğine, asıl hedefimin başından beri romanımı okuyucuyla buluşturmak olduğuna ve onun artık yeterince demlendiğine karar verdiğim an, zamanıdır dedim. İletişimsizlik, önyargılar, birlikte yaşadığımız ve sevdiğimizi söylediğimiz insanlara göstermekten kaçındığımız özen, bunların birleşerek yarattığı bir dram ve sonuçlarına katlanmak zorunda olan insanlar... Romanı yazdığım yıllardan günümüze gözlemlediğim bu tabloda iyiye doğru herhangi bir değişiklik olmadığı, aksine katlanıp da büyüyerek, bizi bir uçurumun eşiğine getirdiğine inandığım bir çöküş. Bu roman artık okunmalıydı.
- Kitabının ismi "Kusursuz Veda" ve bir hayli de iddialı bir roman adı. Romanın okuyucuları için en büyük iddiası nedir peki yazarından öğrenmek istersek?
- Hayatımız boyunca vedalarla iç içe yaşarız. İsteyerek ya da istemeyerek veda ederiz, ediliriz. Veda sözcüğü, zaten tek başına yeterince hüzün, keşkeli cümleler, yalnızlık ve gözyaşı taşırken, önüne gelen "kusursuz" sıfatıyla durum etkili, çarpıcı ve farklı bir hal alıyor, evet. Bir vedanın kusursuz olması durumu nedir? Nasıl olur, ne olur da bir veda, kusursuz olarak nitelendirilip öyle anılır? İşte romanımda bu soruların karşılığını bulacak okuyucu. İçinde asla bir dönüş ve kavuşma umudu barındırmayan, gidenin, kalanı kusuruyla ve pişmanlıklarıyla yüzleştirebildiği bir vedayı anlatıyor. Romanın okuyucuları için en büyük iddiası işte bunu fark edebilecekleri bir kurgu oluşu. Okuyan herkesin, kendine illaki soracağı; "Ben olsaydım ne yapardım?" sorusu. Bana en büyük keyfi verecek olan da bütün cevapların birbirinden farklı olacağından emin oluşum. "Kusursuz Veda", bir bakıma, okuyucunun kendi içine yapacağı dönüş bileti olmayan bir yolculuk.
- Bu romanı okuyunca en çok kimler sevecek? Romanın okuyucu üzerinde yaratmasını istediğin en büyük etki nedir?
- Bunu merak etmekle beraber, bu konuda bir sınıflandırma yapmayı doğru bulmuyorum. Romanda anlatılanların birbirinden ayırabileceğimiz bir grup insana hitabı söz konusu değil. Hepimizin her an, farklı şekillerde ve farklı karakterlerle yaşayabileceği bir hikaye. Bu sebeple, kadın, erkek, genç, yetişkin ayrımı gözetmeksizin romanı okuyan herkesin kendine, dünyasına ve kurduğu ilişkilere ait bir çıkarımı olacağını düşünüyorum. Okuyucu üzerindeki etkiye gelince... Bu, okuyucunun bir romandan beklentisinin ne olduğuyla ilgili biraz da. Ben yazar olarak değil, okuyucu olarak bir romandan ne beklediğimi göz önünde bulundurarak cevaplamak istiyorum sorunu. Bir okuyucu olarak, bir romanı bitirdiğimde, kendi hayatıma, felsefeme, duygu dünyama hitap etmiş, bana farklı bakış açıları kazandırmış, bir başka pencere daha edinmemi sağlamışsa o roman benim için iyi bir romandır. Okuyucularımın dünyasına farklı bir pencere de ben açmak isterim. Bu da elbette ki bir yazar olarak benim hedefim. O pencereden baktıklarında sarsılmalılar. Bunu başarabilmişsem, hedefim yerini bulmuş demektir.
- Ya ‘’Kusursuz Veda'’dan senin beklentin nedir?
- Altyapısı, kültür birikimi, yaşayış biçimi, yaşı, konumu, ve hayata bakışı birbirinden olabildiğince farklı pek çok insana ulaşmak. Öyle delice ve büyük beklentilerim yok. Büyük cümlelerim yok çünkü. Ben, hayatlarımızı yaşarken, egomuzun o baş döndürücü iriliğine, iletişimsizliğe, önyargıya ve kalbimizi sağır eden bilûmum etkiye karşı, aslında sürekli konuşarak bizi uyarmak isteyen bir iç sesten söz ettim sadece. "Sev." diyen bir sesten haberdar ettim. Hepsi bu.
- Her iki türü de başarıyla denemiş biri olarak roman mı şiir mi dersem?
- Şiir tatile çıkıp, sıcak kumlara uzanmak ve denizin sesini dinleyerek gözlerini yummak gibi bir şey benim için. Romansa müthiş heyecan veren bir serüven. Roman yazarken kendimi ve dehlizlerimi keşfetmek, o sancıyı bütün ruhumda hissetmek ve karakterlerimle birlikte çıktığım gizemli yolculuklarda, nerede konaklayacağımı, kimlerle ve hangi durumlarla karşılaşacağımı bilmeden alabildiğinde gitmek öyle güzel ki...
- Türk Dili ve Edebiyatı eğitimi almış biri olarak olarak Türkçe'mizin dünü ve bugünü hakkında konuşalım istiyorum. Sence Türkçe'miz düne göre bugün nerede ve dilimizi ne kadar doğru kullanabiliyoruz? Sana göre dilimizi korumak adına neler düşüyor üstümüze?
- Bu konuda üzgünüm. Çünkü ne yazık ki gün geçtikçe dilimiz daha da yozlaşıyor ve özenti yepyeni bir dil oluşuyor. Özellikle gençliğin bu konuda daha duyarlı olması için acilen bir şeyler yapılması gerektiğini düşünüyorum. İki tane genç kızım var. Evimizde sürekli kitap okunduğu ve kitapların arasında büyüdükleri için onlar da sürekli okuyor. Buna rağmen kendi aralarında geliştirdikleri ve anlam veremediğim, anlamakta da güçlük çektiğim farklı bir dille konuştukları oluyor ve tepki gösterdiğimde aldığım cevap hep: “Anne, herkes böyle konuşuyor.” şeklinde. Onlara herkesin böyle konuşmadığını anlatıyorum ama bireysel çabalar yeterli değil. İnternet üzerinde chat yaparken oluşan sanal dil dedikleri kısaltmalardan oluşan konuşmalar cep telefonlarının mesaj bölümlerinde de kendini gösteriyor. Açılan her yeni mağaza nedense hep İngilizce bir ad alıyor. Bunlar değişmedikçe, özümüze dönmek için bir çaba harcamadıkça dilimizin geleceği konusunda umutlarım iyiden iyiye zayıflayacak. En kolayı şu ki daha çok daha çok daha çok okumak. Okuduğumuz her kitap kelime dağarcığımıza yepyeni kelimeler katacak, kendimizi ifade edebilen, yanlış anlaşıldığımız için hayıflanmayan insanlar olmamıza yardımcı olacak.
- Yine şiire dönmek gerekirse şair olmanın ya da ben şairim diyebilmenin mutlaka çeşitli kriterleri var, sana göre en belli başlı esasları nedir mesela? Hayata şair duruşunuz ve bu anlayıştan yola çıkarak bu konu hakkında görüşlerin nelerdir yine? Sana göre hangi yollardan geçmeli, hangi özellikleri taşımalı şair ve kendisine ne zaman ben oldum diyebilmeli ya da buna okur nasıl verebilmeli?
- Bu güzel soru için teşekkür ederim. Bu kendimce ifade etmek istediğim bir konu olmuştur hep. Hisseden herkes bir şeyler yazmakta elbette özgür. Herkes şiir yazabilir ama herkes şair olamaz diye düşünüyorum. Ben, şiirin kendi içerisinde gizli kuralları olduğuna inanıyorum. Beni bu konuda ilgilendiren en önemli şey melodi. Şiirin kendine ait bir melodisi olması gerek. Nasıl güzel bir şarkı dinlediğimizde ruhumuza kadar işleyip orada kendine bir yer ediniyor; bu şiirde de böyle olmalı diyorum. Şiir okunup bittiğinde kulakta kalan o tatlı tını, kelimelerin birleşmesinden oluşan anlamla bütünleşip yüreğimize kadar inebiliyorsa o şiir benim için güzeldir. Bunun dışında şiir neyi, ne şekilde ifade ediyorsa etsin bunu eleştirmek zor ve gereksiz diye düşünüyorum. Okunup bittiğinde yalnızca kulakta değil, akılda ve yürekte de yer etmeli. Şair ise sanatın her alanında olduğu gibi hayata diğer insanlardan biraz daha farklı bakan, olayları ve yaşananları farklı hissedip algılayan ve bunu kağıda döktüğünde kendini alkışlatabilen, okuyanı yazdıklarından yola çıkarak bambaşka bir dünyaya sürükleyebilen bir insandır. “Ben şairim” diyebilmekse bana göre çok zor. “Sen şairsin” dedirttiğiniz zaman şair olduğunuzu anlayabilmek daha doğru gibi geliyor bana. Birkaç yıl önce İzmir'de dar bir sokakta açılan bir kafeye oturmuştuk bir arkadaşımla. Kalkmak üzereyken hesabı istedik ve hesap benim şiir kitabımın arasında geldi masamıza. Hayatımda bu kadar şaşkınlık ve mutluluk yaşadığım bir an olmadı o ana kadar. Meğer bu cafenin sahipleri gençleri okumaya özendirmek için böyle bir yöntem uyguluyorlarmış ve adisyon olarak hep şiir kitapları kullanıyorlarmış. O kitabın sahibi olduğumu anladıklarında yüzlerinde beliren ifade “Galiba şairim ben.” dedirtmişti bana. Cümlenin başındaki o “Galiba” kelimesi benim için halen kalkmadı. Daha çok uzun bir yol kat etmek gerektiğine inanıyorum.
- Birçok internet sitesinde sana ve şiirlerine rastlamak ve buradan da şu sonuca varmak mümkün, şiirlerin ulaşmak istediğimiz her anımızda bizimle. Neler katıyor sana ve bize internet, ne kadar sağlıklı burada edebi bir yolculuk yapmak ve neresinde durmalı neresinde koşmalıyız?
- Doğru kullanıldığında internet müthiş bir teknoloji. Yeni insanlar tanımanın, dünyada neler olup bittiğinden haberdar olmanın keyifli ve kolay bir yolu. Ama dediğim gibi doğru kullanmak kaydıyla. Şu an dostum diyebildiğim, mesleki alanda bana çok şey katan pek çok insanı internet sayesinde tanıdım. Edebiyat alanında pek çok ismin piyasada bulamayacağım eserlerine ulaştım. Romanlarımda işleyeceğim konuların ön hazırlığını yaparken çok yararlandım internetten. Kendini bilen ve iyi eğitim almış birinin internet üzerinde canının sıkılacağını sanmıyorum. Fakat mesleki olarak bakarsak eğer, noterden tasdik ettirmediğim eserlerimi paylaşmak istemiyorum. Çünkü o bilinç biraz eksik bizde. Pek çok şair arkadaşımın şiirlerinin, emeklerinin çalındığına şahit oldum. Bu çok üzücü bir şey ve insanın bütün iyi niyetlerini sarsan bir olay. Bu noktada dikkatli olmamız gerektiğini düşünüyorum. Burada yapılan edebi yolculuklar ise bana hep ışık tutmuştur. Memnunun yani.
- Her şiirinin yeri kuşkusuz ayrıdır ama bizim için en özelini seçmeni istesek ve bu şiirini sayfalarımızda okurlarımızla paylaşsak hangisi olurdu bu?
- Memnuniyetle Kadri. Sizin de söylediğiniz gibi bütün şiirlerimin yeri ayrı ve hepsi çocuklarım gibi ama benim için mesleki anlamda çok özel olan şiirimi paylaşayım sizinle.
Bekleyiş
Ağlamaya hazır bebeklerin göz pınarlarında
Düşmek için sabırsız bir gözyaşı damlasıyım
Öylesine yere yakın,
Öylesine bir gitmek sevdasındayım
Fırtınadan önceyim,
Adım sükûnet;
Artık sustuğum bir isyanın çığlığındayım...
Sonbahara gönül vermiş ağaçların kuruyan dallarında
Rüzgara gönül vermiş titreyen bir yaprağım
Öylesine göğe yakın,
Öylesine bir uçmak sevdasındayım
Hürriyetten önceyim,
Adım esaret;
Artık umduğum bir meltemin rüyasındayım...
Yârine hasret sevdalıların çatlamış dudaklarında
Yaradana fısıldanan son bir duayım
Öylesine aşka yakın,
Öylesine bir göçmek sevdasındayım
Ecelden az önceyim
Adım nihayet;
Artık o malum meleğin kollarındayım!
- Söyleşimizin sonunda edebiyatı bir yana bırakalım istiyorum ve gündelik hayat ile seni baş başa bırakıyorum. Peki ya orada nasıl bir portre var. Hayatla ne kadar alışverişte, bir müzik ile bir sinema ile nasıl bir aşkta örneğin Jale. Nefes alırken, çayını yudumlarken, kendi ile yalnızlığında, kalabalıklığında nasıl bir hayat eşlik ediyor ona?
- Sahaflarda dolaşan, belediye otobüslerinde insanları gözlemleyen, sabah biraz geç kalkıp gece boyunca oturarak geceyi yaşayan, yazan, çizen, okuyan, fırsat buldukça sinemaya giden, klasik müzik dinleyen, özellikle Mozart'ın dahi kişiliğine ve eserlerine aşık, deniz tutkusu olan ve denizin her haline gönül vermiş bir Jale var günlük yaşantısında. Alışverişe bayılan, özellikle çanta ve ayakkabı satın almak için bütün gününü dolaşarak geçirebilen, otantik takılar, eski eşyalar satan çarşılarda ve kitapçılarda saatlerini tüketebilecek kadar zamanla barışmış biri var. Bir de anne kişiliği var ki, hem arkadaş hem otoriter; kızlarıyla vakit geçirmekten çok hoşlanan bir anne. Sıradan bir şekilde yaşarken en sıra dışı düşüncelerle bezenmek için çabalayan biri. Çevresindeki herkese gülücükler dağıtırken hüznü sarı kağıtlara saklayan biri. Ben böyleyim işte… Ve ekliyorum; insanın kendini anlatması, bir kahraman yaratıp onu bin çeşit duyguyla giydirmesinden çok daha zormuş.
- Çok teşekkür ediyorum öncelikle sohbetimiz adına. Yeni kitabın adına başarılar diliyorum yeniden.
- Asıl ben teşekkür ederim bana böyle bir imkan verdiğin için. Hayat hepimize kolaylıklar sağlasın.
Söyleşi : Kadri Karahan / Haziran 2009