müzik - hâl / Javier Ruibal

 

 

 

Bir yılın son günlerinde dünyaca ünlü bir müzisyeni konuk etti ülkemiz. Flamenko müziğinin dünyaca ünlü önemli temsilcilerinden Endülüslü müzisyen Javier Ruibal sorularımızı tüm içtenliği ile yanıtladı.

1955 yılında Güney İspanya'da doğan müzisyen ilk albümünü 1983 yılında yayınladı. Kısa zamanda büyük başarı yakalayan Ruibal ardı ardına yayınladığı albümleri ile sadece İspanya'da değil dünyanın birçok ülkesinde de kısa zamanda tanınmaya başladı. Bugüne kadar birçok ülkede konser veren sanatçı bu yıl içinde sevenlerine bir de özel albüm yayınladı.

 

 

 

Albümleri:

1983 - Duna
1986 - Cuerpo Celeste
1989 - La Piel De Sara
1984 - Pension Triana
1987 - Contrabando
2001 - Las Paras Primero
2003 - Sahara
2005 - Lo Que Me Dice Tu Boca
2010 - Pension Triana - Edicion Especial

 

- Müzik sizin için soluksuz bir yolculuk, bambaşka bir coşku ve uzun bir koşu öyle değil mi? Peki her şey nasıl başladı; yüreğinizdeki müziğin sesini ilk ne zaman duydunuz?

- Hayatımda çocuk yaşlarda tanıştım müzikle. Bütün çocuklar futbol oynarken ben sürekli odamda gitarımı çalardım. O zaman anladım ki müzik benim içimde bir yerde ve asla vazgeçemeyeceğim bir şey.

Yine o yıllarda radyo dinlerken farklı farklı müzikler keşfettim. Endülüs bölgesinde yaşadığım için Cezayir’in ve Morocco’nun radyolarını da dinliyebiliyordum ve oradan yayılan müziklerin etkisi altında kalmaya başlıyordum. Ben 1955 doğumluyum ve dolayısı ile 60’lı yılların müzikleri ile büyüyordum. Beatles gibi, Rolling Stones gibi, İtalyan müzisyen Adriano Celentano gibi müzisyenleri dinleyerek besleniyordum. Müzik ruhum bu isimleri dinleyerek gelişti. O yıllarda her çocuğun büyüdüğünde olmak istediği bir isim vardı: Jimi Hendrix. Ben de ona büyük bir hayranlık besliyordum elbette.  Bir yandan da Flamenko müziği ve Paco de Lucia, Cameron gibi müzisyenleri de keşfetmekten de geri kalmıyordum. Ve bu renklilik içinde kendimi bulmaya çalışıyordum. Derken bir anda bir ışık patladı ve kendi kendime dedim ki: Benim müziğim de öyle bir müzik olmalı ki tüm bu yolculuğumdaki müziklerin bir sentezi olmalı, hepsini içinde kendine göre barındırmalı. Sanırım öyle de oldu.

- İlk albümünüz 1983 yılında yayınlandı ve daha sonra devamı da geldi. Bu yıl dinleyicilerinize bir sürpriz yaptınız ve dünden bugüne önemli çalışmalarınızı ‘’Pension Triana’’ isimli bir albümde topladınız. Bu çalışmanın sizin için anlamı ve elbette heyecanı ne oldu?

- Yayınlanan bütün albümlerim tükenmişti ve kimse bulamıyordu. Ben de bir şekilde bu şarkılarımın içinden bir seçki yapmak ve en iyilerini bir albümde yan yana getirmek istedim. Daha önce de benzeri bir çalışmam olmuştu ama artık o da piyasa da yoktu. Bu sefer biraz farklı oldu ve bu albümde kendilerine yeni şarkılarımı da sunmak istedim. Yer alan 17 şarkı içinde altı tanesi yeni çalışmam. Diğer yer alan şarkılar ise o en çok sevilen şarkılarımın kayıtları. Ayrıca bu albüm için İspanya’nın en önemli müzisyenleri ile çalıştım. Onlar da aynı benim gibi müziğin içinde kendi yollarını çizen insanlardı. Aramızda zaten güzel bir bağ vardı ve bu albümle bu durum bütünlendi.

- Müziğin evrensel olduğuna her zaman inanıyoruz ama siz bu atmosferi ayrıca yaşıyorsunuz. Sesiniz, müziğiniz bugüne kadar birçok ülkeye, birçok insana ulaştı. Gittiğiniz her yerde nasıl bir aşkla dinlendiniz, nasıl bir kalabalığa karıştınız?

- Benim kalabalıklığım daha çok seçilmiş insanlar üzerine kurulu aslında. Bu İspanya’da da böyle tüm dünyada da. Ben de bu durumdan çok memnunum.

Şarkılarımın sadece bir dili var ve gittiğim her yerde sadece bu dilde şarkılar söyleyebiliyorum. Ama gittiğim her yerde konserim bittikten sonra duyduğum alkışlardan da anlıyorum ki bunun pek önemi, herhangi bir sakıncası yok. Birbirimizi notalar ile yakalıyoruz en başta. Müziğimi dinleyen, seven her insanla dünyanın neresinde olursa olsun buluşmak benim için ayrı bir mutluluk, o alkışları duymak ayrı bir keyif. Müziğimle kendilerine özel bir gece yaşatabiliyorsam güzel olanın bu olduğunu düşünüyorum.

- Ve şimdi Türkiye’desiniz. Yeni bir yılı Türkiye’de karşılayacaksınız. Nasıl bir heyecan içerisindesiniz? Türkiye müzikal anlamda da çok renkli bir ülke; yakaladığınız notalarımız oldu mu, sizin müziğiniz ile nasıl bir yakınlık içinde olduğunu düşünüyorsunuz?

- Daha önce şu an isimlerini hatırlayamasam da birçok müzisyeni keyifle dinleme şansım oldu. Özellikle bazı gitaristleri anımsıyorum ki bizim çalışlarımız ile aralarında bir yakınlık olduğunu da görebiliyorum burada. Bizim Akdeniz gibi bir ortak noktamız var ki birbirimizden uzak olduğumuzu asla düşünmüyorum. Ülkenizde olmaktan çok memnunum.

- Rafael Alberti, Lorca başta olmak üzere birçok şairden etkilendiğinizi öğreniyoruz. Yine dünden bugüne çok önemli klasik bestecilerin üzerinizdeki etkisinden de. Şiir ve müzik birbirine nasıl arkadaş size göre; birbirini bu denli güzel tamamlamalarının altındaki sihir ne?

- Alberti ile aynı kasabada doğdum ben zaten ve bu saydığınız şairleri hep ayrı tuttum kendimde. Bizim Endülüs bölgesi için şiir çok önemlidir. Biz orada şiiri hayatın vazgeçilmez bir rengi, bir kokusu olarak tanımladık hep. Flamenko müzik ise hep şiirden beslendi dolayısı ile ve bu ikili yan yana geldiğinde ortaya böylesi bir tat çıkmış oldu kendi içinde.

- Görebildiğim kadarı ile siz dinleyiciniz ile çok sıkı bir ilişki içindesiniz? Gerek ülkemizdeki dinleyicilerinize gerek dünyadaki diğer dostlarınıza bir yeni yıl mesajı almak istesek sizden ve biz iletsek buradan?

- Sağlık varsa her şey vardır zaten; sağlıklı bir yıl olmasını diliyorum hepimiz için ve bir de dünyadaki yoksullukların bitmesini.

 


Javier Ruibal - La Bella İmpaciente


Javier Ruibal - La Flor De Estambul

Javier Ruibal - Lo Que Me Dice Tu Boca

Sevecen Tunç'a, Nar-ı Mekan dostlarına ve Zeki Çelik'e teşekkürler ...

 

 

Javier Ruibal Web Sitesi

Söyleşi : Kadri Karahan / Aralık 2010