Türk şair, eleştirmen. 1964 yılında İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıfında okulu bıraktı. Ardından İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümüne girdi, 3 yıl sonra bıraktı. 1980'li yıllardan başlayarak günümüze kadar çeşitli dergilerde şiirler, eleştiriler, denemeler yazdı. İlk şiiri Milliyet Genç Sanat Dergisi'nde, İskender Över ismiyle çıktı. Profesyonel olarak 1985'te Adam Sanat Dergisinde şiirleri yayımlanmaya başladı. Küçük iskender, Mustafa Altıoklar'ın yönettiği iki filmde de oynamıştır: 1997 yılı yapımlı Ağır Roman ve 2003 yılı yapımlı O Şimdi Asker.
Şiir
Gözlerim Sığmıyor Yüzüme ( 1988 / Adam Yayınları )
Erotika ( 1991 / Adam Yayınları )
Yirmi5April ( 1994 / YKY )
Periler Ölürken Özür Diler ( 1994 / Gendaş )
Suzidilara ( 1996 / Adam Yayınları )
Güzel Annemin Hayal Gücü ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1996 / Hera Şiir Kitaplığı )
Ciddiye Alındığım Kara Parçaları ( 1997 / YKY )
Papağana Silah Çekme! ( 1998 / Om Yayınları )
Alp Krizi ( Tek Baskılık Kitap ) ( 1999 / Çalıntı Yayınları )
Gözyaşlarım Nal Sesleri ( 1999 / Adam Yayınları )
Bir Çift Siyah Deri Eldiven ( 2000 / Adam Yayınları )
İpucu Bırakma Sanatı ( 2000 / Om Yayınları )
Bahname ( 2000 / Om Yayınları )
Teklifsiz Serseri ( 2001 / Om Yayınları )
Kahramanlar Ölü Doğar ( 2001 / Om Yayınları )
Çürük Et Deposu ( 2001 / Adam Yayınları )
Eski Kral Deposu ( 2002 / Adam Yayınları )
Siyah Beyaz Denizatları ( Toplu Şiirler I ) ( 2003 / Gendaş )
Barudî ( Kürtçe Çeviri ) ( 2003 / Piya )
Dicle ile Fırat ( 2004 / Gendaş )
Bir Daha Bana Benzeme Angel! ( 2004 / Varlık )
Sarı Şey ( 2010 / Sel Yayınları )
Serbest Metinler
Dedem Beni Korkuttu Hikâyeleri ( 1992 / Parantez )
İkizler Burcu Hikâyeleri ( 1993 / Parantez )
666 (1994 / Gendaş )
Galileo'nun Pergeli ( 2009 / Sel )
The Kırmızı Başlıklı İstasyon Şefi ( 1996 / Parantez )
Belden Aşağı Aşk Hikâyeleri ( 1996 / Parantez )
Pop H'art ( 1997 / İnkılâp )
Balık Burcu Hikâyeleri ( 2000 / Parantez )
Made In Hell ( 2001 / İnkılâp )
Insectisid ( 2002 / Stüdyo İmge )
Necronomicon / Ölüm Kitabı ( 2004 / Turuncu Medya )
Günce
Cangüncem (1996 / Gendaş )
Bu defa çok fena ( 2011/ SEL)
- Küçük yaşlarda yazmaya başladın, henüz 11 yaşındayken şiirlerin dergilerde yayınlanmaya başladı. Edip Cansever hayranlığın arttıkça şiire daha çok yöneldin. Sonra şiirlerin büyüdü ama sen hep küçük kaldın. Büyümek istememeyişinin nedenleri nelerdir? Neden k.İskender hep küçük kalmak istiyor?
- Pek küçük kaldığımı iddia edemem; yaşadığımız coğrafya küçük kalmaya, küçük olmanın lezzetine karşı. Bir an önce büyümeni ve yok olmanı arzuluyor. Amaç, sisteme uymuyorsan sistem için mücadele edip ölmen. Kendinden söz ederek bir yere varanlardan olmak, her zaman tehlikelidir ama galiba en doğru ipuçları kişisel hayata gizleniyor. Bir hedef peşine düşmeden, ideolojilere mahkum olmadan “saf” diye nitelendirdiğin ana krokinin korunması için mücadele: Belki “küçük” kalmak bu. Hırsız nedir diye düşünürken hırssız olmak.
- Her çocuk annesinin hayal gücüdür biraz'' dedin ve 96 yılının Mart ayında ''Güzel Annemin Hayal Gücü'' isimli bir kitap yayınladın. Tek baskı yapılan ve gelirini Hayvanları Koruma Derneği'ne bağışladığın bu kitapla ailenin yazılı olarak da yaşamasını istedin. Bir şairin evi neresidir?
- Bir şairin evi, yarattığı gövdesidir. O gövde yeryüzüyle ölçülüyorsa saçmalıyordur. Sözünü ettiğim gövde, tasvirden çok, sahiplendiği değerler, o değerlerle birey olmaktır. Şair, farklı bir canlı değil çünkü. Sıradan. Olağan. Ne yukarda, ne uzakta. Şair, duygunun itidir. Nedensizce canı yanar, bundan da gereksiz bir haz alır. Bakın, bu doğru. Ev, güvence demekse şairin Allah'ı da, devleti de, kabarık hesap cüzdanı da, kendini iyi hissedebileceği hiçbir yer, hiçbir şey yoktur. Boşluktadır. Gezegen gibi.
- İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi son sınıfında okulu bıraktın. Ardından İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölümüne girdin, 3 yıl sonra orayı da bıraktın. İki üniversite okuyup son sınıflarda ayrılan tek örneğimizsiniz. İnsan gereksinimlerini içgüdüleriyle mi yoksa bilinçli ve istençli eylemleriyle mi daha iyi giderir? Daha sonra gelen daha iyi midir?
- Ben eğitimimi meslek edinmek için değil yetişmek için aldım; yettiği zaman da ayrıldım o okullardan. Keşke hukuk ve sinema da okuyabilseydim biraz. Şimdiki aklım olsa onlara da girerdim. Çünkü yazdıklarım için gerekli donanıma oranın da alt bilgileri lazım. Dışarıdan gidermeye çalışıyorum şimdi. Beni farklı görmenizin nedeni dürüstçe kendimi yetiştirmem, sürüye katılmayı reddetmemdir. Burada ego değil, normal bir canlının içgüdüsü var. hangi ağaç ben büyüyünce ormana katılacağım diye boy atar ki.. Saçma. Meyvene bak sen. Mesele orada.
- Lirik şiir geleneğinin en iyi şairlerindensin. Sevgili Ataol Behramoğlu'na da aynı soruyu sormuştum. "Lirik" şiirin çekirdeği midir?
- Lirik antredir. Şiirden insanı yok edebilirsen o salt şiir olur da sen artık şair misindir? Bu sarsıcı soruyla yaşamalı yazanlar. İntiharların çoğu bu antrede olur zaten.
- Tarihi etkileyen asla sanat değildir. Şiir hiç değildir. Politika, hukuk, ahlak, bilim, din ve felsefe tarihe yön verirler. İnsanları etkisi altına alan bu oluşumlardır, bu yüzden insanların belli bir kesimin korkmasına yol açar. Divan ve halk şiir geleneğine baktığımızda hoşgörünün hakim olduğu dönemler olarak görüyoruz. En ahlaksız dediğimiz şiirler divan şiirlerin içinde olduğu halde, neden şimdi bir heykelden, sinemadan, tiyatrodan, şiirden korkar hale geldik. Bir insan k.İskender şiiri okuyunca neden utanır?
- Yüzleşme kurdu diyorum buna. Zavallılığımızı kendi yüzümüze vurabiliyorum. İroni dışlanmamalı. İroniyi ötelersek çözümsüz kalırız. Benim en duygusal şiirim bile alay içerir aslında. Dikkatli okumak lazım. Meselemiz hayvanla. Hayvanın güdüleri, refleksiyle. Basit olduğumuzu kabullenebilirsek korkularımız fobi kılıfından çıkacak. Etiz. Hareket edebilen etiz topu topu. Buna mana yüklemek, yasaklar koymak, disiplinler yaratmak çok acemice ve komik; aynı zamanda içler acısı. Karşılıksız aşk da aynı, faşist liderin telaffuzu da. Neden? Kendini üstün görmekle ilgili sıkıntı. Ben kendimi üstün görmüyorum. Benden üstün de yok. Ne bu gezegende, ne evrende. Tozum, kıymığım, bokum. Şiire ve hayata böyle bakarsak zaten akışa katılabiliriz. İnsan kendinden utanıyorsa sanatın her dalından utanır; yargılar onu. Kitap yasaklar, heykel yıkar, resim parçalar, tiyatroları kaderine bırakır.
- Eserin bir kağıda yazılması, bastırılması, sonunda bir kitap halini alması, sanat yönü tamamlandıktan sonra başka amaçlara girişilmiş bir iştir. Duvarda asılı resim, elle tuttuğumuz kitap, şiir, sanat eseri değildir. Sanat eseri bunları yapanın kafasındadır. Ve bir de bunları gören, duyguları kendi dilinde çeviren, anlamlaştıranın kafasındadır. Her şiir yapıtının dünyası, ahlaki yargılarla hesaplaşmak zorunda mıdır?
- Ahlaki yargının adının, hükmünün geçtiği yerde zaten sanatın resmi ideolojiden kopması şarttır. Fakat, halk da resmi ideolojiyi içselleştirmişse o zaman felakettir. O coğrafya tamamen kamplaşmıştır. Siz eğer oranın kuralları dışına çıkmaya çalışıyorsanız, sizi aforoz etmezler. Yok ederler. Töreyle yüz yüzesinizdir. Benden olan benim gibi değilse ortadan kaldırın. Gerçek acı budur. Kurtuluşunuz ölümdür. Biz ölümle değil potansiyel katillerle mücadele etmekten dolayı yorgunuz. Bu da bir taktik elbette. Yorgun düşürmek.
- Gerçek ahlak, doğada mı gizlidir; ahlakın temeli, özü doğada mı saklıdır? Hem tıp, hem sosyoloji okuduğun için özellikle soruyorum.
- Ahlak yoktur ki; doğanın vahşeti hangi ahlaka uyar. Ahlaksızlık'ı öğütlemiyorum; ahlak'ın dayatılmadığı bireylerin olgunluğuna sığınıyorum sadece. Onlar doğruyu zaten bulurlar. Ezberletilen hiçbir şey bireyin kişilik kazanmasına neden olmaz. pratiktir önemli olan. Ben Tanrı'ya inanmayı seçtiysem, hayatımı böyle şekillendireceksem örneğin, beş vakit namaz kılar, Pazar günleri de kiliseye giderdim. Ahlak, algıdır. Ahlak, yorumlamaktır. Trafik kuralları gibi ahlak kuralları olmaz. Her şey neden orada olduğunu, orada durduğunu biliyorsa öğreneceği kalmamıştır. İşlevini yerine getirir.
- "yorgun ve huysuzum-sevgilim öldü. sevgilim perşembe günü öldü. günlerden salı, ben martım. kimliğimi polise, ellerimi cerraha, kalbimi toprağa bıraktım." Bu Defa Çok Fena. Hayata ağırlaşan bir senaryoyu yaşıyoruz bu kitapta. Evet, salonda yerimizi alıyoruz. Işıklar sönüyor. Bilmeden neyi izliyoruz? Acılar bir insanın buluşu mudur?
- Acı, geçicidir. Efkara yani fikirlere nüfuz etmiş hüzündür aslolan. Hüzün kanserojendir. Bunun tedavisi için herkesin çaba harcaması gerekir. Kurallara gömüldükçe hüzünleniyoruz. Özgürleşme, bağımsızlık hüznün bertaraf edilmesine bağlı. ''Bu Defa Çok Fena'' dediğim de o zaten. Hasta masada kalmak üzere. Elektrik verilmeli.
- Birçok şair dostlarınla biriken anılarını biliyorum senin. Ama en çok İlhan Berk ile anın müthiş. Sabaha karşı neydi seni uyandıran şey?
- “Bu ülkede şairler müezzinden önce kalkmalı” demişti sabahın köründe arayıp. Sanırım, atasözü olabilecek denli kuvvetlidir bu laf. Çok uyumaktan korkmamım sebebi oldu. Oğuz Atay'ın “biz aydınlar devrimi çok sonra duyarız; çünkü sabaha kadar içip memleket meselelerini konuştuğumuzdan uyuyup kalmışızdır” anekdotunun başka bir versiyonu belki de.
- Ağır Roman filminde rol aldın, çok başarılı performansını izledik orada. Geçtiğimiz günlerde de Tüm zamanların en iyi 100 Türk filmi soruşturmasında 7.seçildi. Ekip arkadaşlarınızla birlikte müthiş bir eser bıraktınız geleceğe.
- Sinemayı her zaman çok sevdim. Ölene kadar da seveceğim. Son nefesimde sormalarını isterdim: Sinema mı, şiir mi diye. Herhalde o zaman karar vereceğim. Ağır Roman, müthiş bir romandır. Yıllarca çalışıldı o filme; ben son anda dahil oldum. Şiirin dışında yaptığım en önemli iştir belki de. Bana Atıf Yılmaz'ı kazandırdı. Atıf Hoca'nın gülümseyerek bakıp “çok iyiydin” demesi yetmez mi birine?
- Sakman'da düzenlediğimiz bir şiir etkinliğinde, aynı ekiple birlikte canlı bir performansını izledik tekrar. Bu sefer karşında şair ve sanatçı dostların vardı. Hangisiydi k.İskender'i daha çok heyecanlandıran, daha çok neydi birbirinden ayıran özellikler?
- Sinema oyuncusu değilim; ancak çocukluğumda, lise-üniversite yıllarında bir çok kez sahneye çıktım. Harbiye Şehir Tiyatrosu'nda kısa süre eğitim aldım. Sanırım ukde deniyor buna. Ben, sanatçı dostlarımla, inandığım insanlarla aynı sahnede, aynı projede, aynı mekanda olmaktan haz alıyorum. Mesele budur. Her şeyi mükemmel yapmak değil, hepsinde katkım olduğunu düşünen bir nefer hazzı.
- ''Kaknüs'' isimli şiirin ''Yara'' ismi ile bestelendi ve Sertab Erener'in en özel şarkılarından biri oldu. Yine Rashit'in bir albümünde bir şarkıyı grupla birlikte yorumladın. Rint'in albümünde de ''Bir Martıyı Ağlattın Sen''i dinledik. Müziğin ritmi şiirlerinle bir başka buluşuyor her seferinde ve o notalar kalbimizi bir başka sarıyor. Bunu düzenlediğin gecelerde de yakalıyoruz. Bu buluşmalar sana neler katıyor, nasıl bir birliktelik oluyor dünyanda?
- Şiirden önce müzik vardı. Herkes şiir yazdığını iddia edebilir, ama kim bir enstrüman çalabiliyor? Gerçek sanat, belki de sadece müzik. Biz onun kopyalarını yapıyoruz kağıtta, tuvalde, seramikte, vesairede. Nâzım da demedi mi: Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum diye. Üstelik Sol Anahtarı varken bana neye inanıyorsun diye soranlara da yanıtı hayat kendi veriyor.
Sertab Erener - Yara
Ve sanatçılarımıza ve dostlarına sorduk: En sevdikleri k.İskender şiiri hangisi? ...