Şarkıyı Arayan Şiir

 

Kadri Karahan, belki de Edip Cansever'in ardından imkansız aşkın dile geliş biçimlerinin en farklı hali. Çünkü neredeyse her şiirinde sorular mutlaka var.

 

Postmodern çağın kucağına doğan soyut şiirler. Bu yüzden kavramsal anlamıyla dikkat çeken bir imge olarak yer alıyor “isyan” şiirlerin içinde. Ama kuramsallaştırılmamış bir kavram. Bilinçaltına hakim bir durum.

Bu Filmde Ben Kadri Karahan'ı oynuyorum Liman Yayınları'ndan çıkan bir kitap. Kadri Karahan'ın ilk şiir kitabı. Kadri Karahan 1975 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Yeni dönemde şiirimize katılan ve şiirlerinde şarkıyı arayan biri. Malarme'nin dediğini yapıyor belki de, şiir sözcüklerle yazılır diyor ve bir adım öteye geçiyor. Neden ritmin ötesine geçilmesin? Ama peki ya anlam… Zamanının manzarasını nasıl anlamlandırıyor ve bunun neresinde duruyor? Bir çok sözcüğün arasından kendi olanları seçmiş ve kurmuş dilini. Kendinden yola çıkıp yine kendine akan bir şiir. Kendiyle ilgili olanı soruların arasına gizleyen bir üslup. Bu yüzden bu filimde kendini oynamış yazar. Acaba başkaları da var mı bu filmde?

Kitapta ilk göze çarpan şey şiirin biçimi ve sesi. Bir ömür söze ilişen müziğin ardında nasıl geçer? Kadri Karahan için müzik hayatının vazgeçilmez bir parçası. Bugüne kadar yaptığı söyleşilerin ve çalışmaların temelinde hep müzik vardı. Bu yüzden yazdığı şiirlerde müziği oluşturmak, ritmi zorlamak onun için bir amaç. Sesli okunması için yazılan şiirler bunlar. Kitabın bir köşesine mutlaka bu not düşülmeliydi: Lütfen sesli okuyunuz…

“bütün bir gece içimde sence sancı kaçıncı şarkı”

“İs tan bul” adlı şiirin giriş dizesi. Sözcüklerin ses uyumları ve sağlanan akış pürüzsüz bir zemin gibi. Fakat yine de okuyan açısından uzun dizeler arasında ritmi ve anlamı yakalamak için noktalama işaretleri geliyor akla ilk. Ama kitap içerisinde kullanılan sadece bir noktalama işareti var: Üç nokta! Üç noktanın kullanımı da genel itibariyle okuma anında kolaylık sağlaması için.

Biçimsel olarak aliterasyon ilk ve en belirgin özellik. Diğer özellikleri ise uzun dizeler. Uzun dizeler bazı yerlerde şiirlerin neredeyse denemenin sınırlarına kadar uzanmasını sağlıyor. Bu da belki şiirde en son istenecek durum olan dizeden ayrılıp cümleye doğru bir gidiş ortaya çıkarıyor. Peki bu kötü bir durum mu? Bence değil. Anlam çoğalması sağlandıktan sonra şiire bir çok katkısı bile olabilir. Ama yine de şiir için bir risk olduğunun altını çizmek gerekiyor.

Bütün bir kitap boyunca şiirleriyle seslenmektedir Kadri Karahan, belki de Edip Cansever'in ardından imkansız aşkın dile geliş biçimlerinin en farklı hali. Çünkü neredeyse her şiirde sorular mutlaka var. Birkaç tane soru çeşidi vardır. Cevabı bilinen sorular, cevabı bilinemeyecek olan sorular ve bir şeylerin farkına varın diye sorulan sorular. Yazar, cevabını bilmediği ve öğrenmek istediği soruları soruyor karşısındaki sevgiliye. Fakat değmediği, dokunmadığı, sıcaklığını hissetmediği bir sevgiliye. Belki öyle bir sevgili yok. Ama mevsimler, kent, müzik, şarap ve yine kendisi arasında kurduğu imgelerin aracılığıyla aslında karşısındakinden öte kendine bir akış söz konusudur. Bu da sözcüklerin gücüyle ortaya çıkan bir labirent. Çünkü bu filmde Kadri Karahan kendini oynuyor. Soyutlaştırdığı kendine somut varlığından sesleniyor ve sanırım soyut olan daha ağır basıyor. Çünkü tüm çözümleme soyut olanların üzerinden hareket ediyor.

“evet şarap içebilirim utanmadan

yanında lütfen ızdırap ve biraz fazla hayatla”

Anlattığı bir dünün çocukluğu. Hepimizin çocukluğundan bir parçanın yer aldığı bir kurgu. Kendi deyimiyle bir düş ülkesinden bahsediyor bu şiirler. Bir düş ülkesinde geçenleri anlatıyor. Ki bu ülkenin yöneteni elbette kendisi. Kim bilir yaşadığımız çağın gerçeklerini uyum sağlamakta zorlanan ve yabancılaşan bir şiirin ilk doğum sancıları. Postmodern çağın kucağına doğan soyut şiirler. Çünkü dünün çocukluğu artık çok uzakta ve biz ona ancak şimdiden bakan bir çift yabancı gözüz. Bu yüzden kavramsal anlamıyla dikkat çeken bir imge olarak yer alıyor “isyan” şiirlerin içinde. Ama kuramsallaştırılmamış bir kavram. Alacakaranlık bir hali var. Bilinçaltına hakim bir durum. Yaşam alanının savunulmasını içeren bir imge. Yaşam alanı olarak da İstanbullu bir şair için vazgeçilmez olan bir kent olgusu…

“bir biz çalıp söylemeliydik o isyanları

gece şiir uyanıp şehir batmalıydık ay

şarkıları…”

Soyut bir şiir anlayışı kitap boyunca içine çekiyor okuyanı. Ama içinde barındırdığı aşk ve hareket etme isteğinin sonucunda diğer kavramlar bu soyut durum nedeniyle belirsiz kalıyor. Geriye kalan ise sadece imgeler. Farklı bir sesten dinlenilen güzel şarkılar. Evet, Kadri Karahan'ın farklı bir sesi var. Ama yine de bu sesin arkasında kalan bir de anlam var. Anlam zorluyor şairini bu ilk kitapta. Belki de gidilecek daha bir çok yol var. Şairin deyimiyle, “yürü yürü bitmeyen sahiller, yüz yüz aşılmayan denizler”

Bu sözlerle tanımlanabilir bir yazma serüveninin ilk adımı bu kitapla. Şarkıyı arayan bir şiirle karşı karşıyayız; şarkıyı arayan bir şairle karşı karşıya… Farklı bir duyuş ve ses var bu kitapta. Bu yazma serüveninin Kadri Karahan'ı götüreceği bir sonraki durak neresi olacak?

 

 

Engin Berk

BirGün Kitap / 28 Haziran 2008