Ünye - Ordu doğumlu. Yazıya şiirle başladı. Şiirleri birçok edebiyat dergisinde yayınlandı. Orhun Murat Arıburnu uzun metrajlı film öyküsü ödülünü aldı. Üç yıl boyunca Kötü Kedi Şerafettin imzası ile (Leman) ''Öküz'' dergisinde yazdı. Esmer dergisinde editörlük görevine devam etti. Sahneler için çeşitli oyunlar ve TV için çeşitli programlar hazırladı.
Kitapları
Kendimleyim (Şiir)
Ben'siz Tanrı (Şiir)
Katilim, Yalnızlığımı Öldürdüm (Şiir)
Yetişin Komşular Terk Edildim (Öykü)
İtibarsız Adam (Roman)
- Düşünceyle kavranan, birliği ve tekliği olan, değişmeyen bir dünyanın varlığının kabulü tezinden bir yola koyuldun. Karadeniz'in bir köyünden başlamıştı öykün. Gidiyordun! Dünya o kadar küçük ki her gün evine yürüyerek gidip geliyordun. Bütün adımlarında imgeler daha yükseğe tırmanıyordu. İmgelem (Hayal gücü) bir insanın ikinci dünyası mıdır?
- Soru içinde ne kadar güzel bir yerde kullanmışsın o satırları: ‘’Dünya o kadar küçük ki her gün evime yürüyerek gidip geliyorum’’. Bunu o zaman yazmıyorsun işte, yıllar sonra öyle bir yerde yaşadığını fark ediyorsun. İnsan bazen geçmişte yaşadığı hayatın cümlesini çok geniş zamanda kurabiliyor, bu biraz da böyle yani. Orada bir hayat geçmiş ve dünya orasıymış; senin yaşadığın kadar yada fark ettiğin kadar bir dünyada yaşadığını değişerek büyüdüğün zamanın içinde anlıyorsun. Çok karışık gibi durdu cümle ama yapacak bir şey yok, soru zor Zeki kardeşim :)
Dünyanın büyük olduğuna hiç inanmadım zaten. Ne kadar görebildiğimi baktım dünyayı. Bir de şöyle bir sorum olmuştur hep: Bir yerden delersem dünyayı ve diğer tarafından çıkabilir miyim? :) Benim hayatımı parsellemem ufuklara dayanır, ufuklardan ufuklara bakmama. O dönem köyde yaşamamın ve çocukluğumun vermiş olduğu bir şeydi bu. Oturuyorsun ve karşında tepeler ardında da ufuklar var. Çıkıyorum o ufka ardında bir başka ufuk, adeta sonsuzluk. Dolayısı ile hayal kurmak iyi bir şey, insanı besler ama o ufkun ardını görebilme ihtimalini, umudunu da hep yaşayacaksın. Bitmeyen bir şey bu; hayal gücü ve beraberinde umut; çünkü hayalleri umutlar besliyor.
- Herkes kendisine en yakındır; yani insana en yakın biri varsa o da yine kendisidir. İyi ya da kötü, doğru ya da yanlış, insan nasıl görür ve kabul ederse öyledir. Bir yoksulun çatı katında kaleme aldığın "Katilim, Yalnızlığımı Öldürdüm" böyle bir kitap. Asiliği seviyorsun biraz, yalnızlığı da. Şairler kendine ve özlemine benzeyen bir yalnızlığın peşinden mi gider?
- Aslında yalnızlığın peşinden gitmezler, tam tersidir, iletişim kurmaya çalışırlar. Kendi içlerindeki iletişim ile genel hayatın içindeki o dengeyi oturtamazlar. Duyarlılığını kendi içinde bireysel bir ahlakla oturtur, haksızlıklara vb. birçok şeye sanki bin kişiymiş gibi bakar. Her şeyi görür ve bir kavgaya tutuşur, aklın ve duygunun buluşmasıdır bu sanki ve her şeyle topyekün birlikte de dizelere dökülür bütün algılarına ruhuna sinen neyse o şeyi anlatmaya koyulur. Geleneksel kitle sorar: Sen kimsin? Evet bazen öldürülür, bazen dışlanır ve yalnızlığı burada başlar. Durup dururken bir kimse neden yalnızlığı seçsin? Yalnızlığa itilirler çünkü iletişimleri kesilir, belki yüz yıl sonra o insanla iletişim kurabilirler. Buna çok şairi örnek verebiliriz, birçok şair kendi zamanlarında çok yalnız kalmıştır ama bunu tercih etmemiştir, hep iletişim kurmanın peşine düşmüştür. İletişim kuramadıklarında işte yalnızlık onları mutsuz etmiştir.
Ben herkesle iletişim kurmayı istiyorum ama kuramadığım da oluyor. Bazı arkadaşlarım ayda iki saat vakit ayırabilirken bazıları yorulmaz mesela bu durumdan ve her akşam görüşmeyi ister. Genelde bir tedirginlik yaşar şairler. Şu anda ‘’İtaatsiz’’ isimli bir roman yazıyorum. Normalleşmeye çalışan bir karakterin düştüğü durumları anlatmaya çalışıyorum, kendini her şeye evet demeye dönüştüren bir karakter. Saçmalıyor, başaramıyor belki ama deniyor. Hepimiz de bu durum yok mudur? Ben gittikçe yalnızlıktan kurtulmak için normalleşme yoluna gidiyorum çünkü herkesle uyumlu olmaya çalışıyorum. Kumaş pantolon giymeye çalışıyorum mesela, saçlarımı kestiriyorum, ayakkabılarımı boyatıyorum. Bazen kendimizi fark ettirmek için marjinalleştirme yoluna gideriz kendimizi, gençken çok yaptık mesela; küpe taktık, saçlarımızı uzattık, dövme yaptırdık falan ama daha sonra yavaş yavaş kendimizi sanatın herhangi bir dalı ile ifade etmeye başlayınca bunların etkisi azalmaya başladı. Böyle bir dengesi de vardır.
Mesela bir bakkalım vardır. Direk girince içeri ya önüme Sarıkız sodası koyar ya da maalesef kalmadı, bitti der. Oradan sadece onu alırım ve bu onunla kurduğum iletişimdir. Mustafa Amca vardır mesela mahallemizde; yalnız yaşar ve çay ocağı işletir. Çaydan çaya piknik tüpünü açar ve emeklidir, borçları vardır, onları ödemek için orada bu işi yapar; gidip orada onun çayını içmek onunla kurduğum bir iletişimdir. Hepsi hayatın başka başka gerçekleridir ve ben hiçbirinden uzak kalmamaya çalışırım.
Kafayı dinlemek başka bir şey, yalnızlık demek değildir. Yalnızlık kişisel, ruhsal bir şey, iletişimsizliktir yalnızlık. Benim bir kitap yazmam bir insanla araç olacaktır başta iletişim olmak üzere birçok şeye. Kendimi size en iyi anlatabilecek cümlelerin de peşindeyim, o yüzden kendimle de bir iletişim içindeyim. Ben şiirlerim olmasa sizinle iletişim kuramayacaktım. Örneğin ortak dostumuz Vedat Sakman’ı her zaman için çok severdim. Bir gün onun mekanında onun da eşlik etmesi ile bir şiir okudum. İşte o şiirdi ki bizi buluşturdu, bizim iletişimimiz oldu, tüm bunları neden yapıyoruz? Yalnızlıktan kaçmak için.
- İnsanda tanrısal bir kaynak olan "Bir" den çıkma ve Tanrı' ya ulaşma ancak coşu (ekstaz) yoluyla mümkündür. Hayata dair hiç bir zaman coşkunluk halin, içsel huzur, içsel dinginliğe bir degajman olamadığın için mi "Bensiz Tanrı" kitabını kaleme aldın?
Bütün sorun bu üçü arasında akıyor: Kendim, kendimin de dahil olarak oluşturduğu kalabalıklar ve onların hepsinin buluştuğu Tanrı kavramı. Burada çok anlamlar vardır mesela. Benim dışımda bir Tanrı var; bu birincisi. İkincisi ise ben varım, siz varsınız ve bir de Tanrı var. Ben kendimim, ben de Tanrı’yım gibi. Bu kitabımda ben Tanrı’yı yeniden icat ediyorum. O Tanrı ki çıplak, o Tanrı ki yasaksız kılıyor yaşamı, o Tanrı ki dini ve tabuları tuvaletinde unutmuş, o Tanrı ki içki içmeyi de çok seviyor ve o Tanrı, sarımsak kokulu dudaklarda gezdiriyor dudaklarını iğrenmeden. Bu ‘’Bensiz Tanrı’’nın Tanrı kısmındandır mesela. Ben kısmından da örnek vereyim: Mutluluğumun içinde yemyeşil çimenlere uzanır yatarım, kelebekler kovalarım, yağmurda sırılsıklam ıslanır, kaldırımlarda yürürüm, mutluluğumun içinde sakız çiğner yutkunurum, mutluluğumun içinde küserim, hiç kimseyle konuşmam. Arasında işte bir de siz varsınız. Bütün mesela Tanrı ile kendi arasına sıkıştırdığım sizler, bu sizler var ya, biz burası ile kavga ediyoruz işte. Ben’den çıkmayan hiçbir şey bir yere varamaz. Sürekli kendinden bakman lazım bir olaya, bir coşku olması lazım. Ama o siz’ler seni öyle bir coşturur ki basit bir örnek verelim. Bir okul çıkışında çocuklar mesela; sen kendinsin ama oradan o coşkuyu da alan da sensin.
‘’Kendimleyim’’ isimli şiirim mesela ben ile diğerleri arasında kendini kandırmayı anlatan bir şiirdir.
Öyle yapyalnız gibi durduğuma bakmayın, ben sizi kandırıyorum, oysa anlayamadınız, ben kendimleyim, kendime küstüğüm zaman sizleri kandırıp sizlerle oluyorum, kendimle barıştığım zaman siz umurumda bile değilsiniz.
Bugüne kadar bu şiirim hiç alkışlanmadı mesela. Bir de anım var hatta: Bir gün bir masaya oturdum ve birilerine bu şiiri okudum, çıt çıkmadı. İletişim kurmaya çalışıyorum ya başaramadım ve kızdım, gittim birine yakındım durumu ama öğrendim ki o masadakiler İngilizmiş :) Böyle bir şey olabilir mi, bunlar gerçek yani :)
- "ulan gökyüzü / seni bir mermide alırdım aşağıya / lakin yapamam /komşularım uykuda..." Sert şiirlere taze soluklar katan betimlemelerin var, şiir ağında hep isyan, bir baş kaldırı... Hayata karşı neden öfkelisin?
- Kolaymış gibi geliyor ama zorluyor sorular :) Şimdi bunun enteresan bir cevabı var. Öyle sert bir üslubum var doğru ama sertlikle bireysel özgürlüğün sınırları arasında gidip geliyorum ben. Ben bu gökyüzünü alacağım, dağıtacağım ama bir şey incinir ya ondan çekiniyorsun. İçimizde ne kadar büyük şiddetler olsa dahi, düşünsek dahi bir iyimser yanımız var. Biraz başka taraftan baktıran bir şiirdir bu. Bu yüzden biz barış içinde bağırıyoruz, bütün şiirleri bunun için yazıyoruz, sınırları bilerek yazıyoruz. Bazı şeylerin arkasına da bakalım diye yazıyoruz.
Eğer Tanrı dileniyorsa açlığın ağzına, yoksulun karnından önce geliyorsa yaralıyım. Bu şiirin dizeleri burada yasalara yanan kırmızı bir ışık gibi durur, kavgalı iki boşluğun arasında uyuyan öfke kalkıp dirilir. Yani işaret ediyoruz, sınıfsal boşluklar bu çok önemli Eğer adaletsizlik çok büyürse çatışma çıkar aslında şiir işaret eder , uyarır. Bu haksızlıklar bana hep yapılmış ya da yapılmamışsa da öyle görmüşüm yani. Kendi özgürlüğümü kendimi ifade etme noktalarında sıkıntı yaşamışım. Hayata karşı beni öfkelendiren şeyler var evet, bazen çok basit bazen gerçekten önemli meseleler.
‘’Öfkenin Üretimi’’ diye hatta bir hikaye yazdım ve onu da tiyatrolaştırdım ben. Öfkeyi ehlileştirirsek onu ham madde olarak kullanırsak bütün dünyayı ayağa kaldırabiliriz diye bir düşüncem var. Mesela elektrik faturasını ödeyemeyen on milyon kişinin bir araya geldiğini düşünsenize, ezer de geçmez mi? Üretime dönüştürme modeli olarak bunu dünyaya öneriyorum kesinlikle.
- Öküz, Esmer, Hayvan gibi dergilerde yayınlattığın hikayelerini de çok sevdik senin. Bu hikayeleri sonra tiyatro oyununa dönüştürdün. Bir gün herkes panik atak olabilir temasıyla oluşturduğun, metropol kente sıkışmış hayatların rahatsızlığı ve panik atak sendromlarını traji - komik öykülerle Attila İlhan Kültür Merkezi’nde sahnelendirdin. Yönetmenliğini de yaptın. Hikayenin içinde kahramanları olmadığı gibi, cinsiyeti de yoktu. Sonra durdu bu proje, neden?
- Bu proje durmadı aslında, tiyatro her an yine olabilir ama o ufka çıktım ve baktım ya, iyi ya da kötü orada oldu bir şey. Artık o tepeyi biliyorum. Öbür tarafta bir şey dikkatimi çekti der gibi bu oyunları alıp Oradaki Panik Atak - Mahir Atak kahramanı üzerinden TV için sit-com haline getirdim. Burada önemli olan bir şey var. Panik Atak hastalığının ya da benzer takıntılara sahip olan insanların hayatımızı nasıl mahvettiğini anlatan ince ayarlar bunlar. Örnek veriyorum; sevgilisi olmayan bir insanı düşünün mutsuz mutsuz yürürken karşısına bir arkadaşı çıkıyor ve sevgilisi ile buluşmaya gideceğinden bahsediyor. Önce iyi falan diyorum ama sonra ben bu durumdan muzdaripim elbette içerliyorum, sayıyorum arkasından ve nispet yaptığını düşünüp kendi için gerekçesi neyse onula ilgili bir öfke bir isyan yaşamaya başlıyor. Bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Bunların isimleri yok, benim hiçbir kitabımda bir kahramanın adı olmaz. İlk başlarken sonradan bir kahraman yaratmışım böyle, sonradan bir ad koyarım demişim ama öyle kalmış, baskıya bile girmiş; bir kimse dahi sormadı, bu kahramanın adı ne diye. Adları olmadığı için cinsiyetleri de yok. Hikayelerin içinde kişi kendini bulsun ya da buluyor gibi bir durum var. Bu kitapta şöyle de bir istisna var ki doktorlar bu kitabı hastalarına reçetelerinde yazıyorlar. Çünkü kitap hastaların yaşadıkları içsel fırtınanın bir röntgeni gibi ve onların yani hastaların kendi gerçeğini kabullenmesine katkı sağladığını söylediler.
Mum dibine ihanet eder, oysa mum değildir ihanet, ışıktır mumu mum yapan ve ışık kendi yaratanına bir kalem karanlık çizer’’. Bunu bir anda yazdım mesela ben, acaba düşünerek böyle bir şey yazma olasılığını bulmak için iki gün uğraştım üstüne. insan farkında olmadan kendi cümlesini kuruyor ve birden böyle bir şeyi bir anda olağan üstü bir şekilde dışarıya bırakıyor. Bu nasıl böyle bir şey olabilir. Ben mutlaka beni acıtan bir şeyin cümlesini kurarım. Ben kendi şiirimi ritmini ve müziğini bildiğim için aklımda da çok rahat tutarım.
- Her bir projeyi hayata geçirirken sonradan oluşan hikayelerle daha da anlamlaşıyor yaptıkların. Bu yüzden sanat camiasında çok seviliyorsun. Birçok ulusal televizyon kanallarında bir program yapıyordun "Lokal Konuşmalar" formatında. Sanatçı dostlarını konuk ediyordun orada, program öncesi sohbetlerinizi az çok tahmin edebiliyorum. En çok hangisiydi hikayeleşen? Neydi çok güldükleriniz?
- Smart TV’de çok enteresan bir anı yaşadık. Sevgili Cezmi (Ersöz) ve rahmetli Nihat Nikerel konuğum olacak. Ben de böyle Don Kişot gibi beş parasız, ilk programlarım öyle gelmişim oraya. Şerafettin bir şeye çırpınırsa sağ olsunlar destek olmak ister dostlarım bilirim, Cezmi de bunu bilerek gelenlerdendi o gün mesela. Nikerel bir taksiye biniyor ve taksiciye parasını bizlerden almasını söylüyor. Ben canlı yayındayım adam bekliyor bekliyor ben de bilmiyorum neden beklediğini en sonunda dayanamıyor ve abi ben paramı istiyorum, verin gideyim artık diyor :) Orada hayatımın en büyük şoklarından birini yaşadım. Bir de adam korsan taksiciydi o da ayrı bir olaydı :) Televizyonda daha sonra kendimi geliştirdim, gerçekten iyi, profesyonel işler yaptım. Şimdilerde yine aynı formatı daha da geliştirerek yeniden yapmaya karar verdim.
- "Ay Tanrıçam (şiir), Yarım Ağızlı Kurbağa Sesli Kertenkeleler (öykü), İtaatsiz (roman)" Bu üç dosyanın hazır olduğunu biliyorum senin, daha neyi bekliyorsun yayınlamak için, neden dosyalar bekletiliyor? Okuyucuya haksızlık değil midir bu?
- Tabiki ama ben bu konuda biraz sanki zamanını bekleyen mevsimler gibiyimdir. Elele yazıyorum. Bazen romana ya da hikayeme sondan başladığım bile olur. Kurgusu ile çok uğraşırım. Elle yazdığım için sürekli notlar dağınıktır. Örneğin ‘’Yarım Ağızlı Kurbağa Sesli Kertenkeleler’’. Sıradan bir insanın bilgeliğe gidiş öyküsünü anlatıyor burada. Son noktası konuldu, bekliyor. ‘’Ay Tanrıçam’’ı değiştirebilirim yalnız, başka bir Tanrıça yapabilirim, ay biraz eskidi gibi sanki.
- Geçenlerde bir etkinlikte sanatçı dostlarla birlikteydik, seninle söyleşi yapacağımı söylemeden önce sana dair biriken soruların olduğunu da biliyordum. Sıra sanatçı dostlarının sorularında :)
Ahmet Ümit
- Şiir mi yoksa öykü mü seni daha çok delirtiyor :)
- Güzel bir soru :) Evet yıllardır şiirle uğraştım ve şiir beni darmadağın etti, panik atak oldum ve dağıldım, yani şiir beni delirtti; öykü kendime getirdi roman ise normalleştirdi diyelim. Şiir bu durumda beni daha çok delirten oluyor :)
Altay Öktem
- Yolumuz Ankara'ya ve İzmir'e düşmüştü beraber ve sen beni orada zor durumda bırakmıştın, neden :)
- Altay ile söyleşiye gidiyoruz ODTÜ’ye. ODTÜ denince böyle sol bir üniversite ve bir taksiye binmişiz, içerde beni de böyle bir devrimci durumlar almasın mı, Mahir Çayan’dan Deniz Gezmiş’e isimlerini bağırıyorum böyle. Derken taksici çekti sağa ve bize inin, ben solcuları götürmem demesin mi? Neye uğradığımızı şaşırdık tabi. Sonradan Altay anlattı, ben bayağı bir kaptırmışım meğer kendimi :)
İzmir Fuarında ise ÖKÜZ’ün paneli var. İnmişiz şehre ve ben çok hassasım böyle, illa ki traşımı olacağım, tertemiz olacağım öncesi. Panik atağım da olduğu için Altay’dan rica ettim beni yalnız bırakmamasını ve bir kuaföre girdik birlikte. Adam saçımı yıkarken bir yanda da çırağa pantolonumu falan ütületirken buldum kendimi, ortam karmakarışık olmasın mı bir anda, diğer bir kişi gömleğimi ütülemeye başladı falan, Altay’da orada olanı biteni seyrediyor. Neyse böylesi bir koşturma sonrası para ödeyeceğim, ne kadar diye sormuşum adam 20 lira deyince bir de olur mu böyle şey deyip itiraz etmişim ve 10 liradan fazla vermem demişim :) Adam haklı olarak ütülerin de parasını da istiyor. Kafamı döndüm bir baktım Altay yok, gitmiş :)
Cezmi Ersöz:
- Bir gün kız arkadaşı evinin damına neden çıktı, derdi neydi, beni niye çağırdı, anlatsın bakalım o hikayeyi :)
- Bir şeyden bir problem oldu, bir tartışma oldu ve çatıya çıktı doğru, yalvarıyorum inmiyor. Sonra bana Cezmi’yi çağırırsan ineceğim dedi, bir anda telefona sarıldım, Kırmadı beni, işini gücünü bıraktı geldi. Neyse biz çatıya çıktık yine, Cezmi sesleniyor, bu kez de kulaklığını takmış duymuyor :) Sonra ikimizi de oradan kovmasın mı :) Neyse biz de gittik iki duble rakı içtik onu orada bırakıp, inmedi napalım garip bir gençlik işte :) Sonra hiçbir şey olmadı, bir tür kendini tatmin etti kim bilir sonra indi kendi kendine zaten :)
Günseli İnal
- Kedilere neden özeniyor :)
- Kedi ile ilgili bir soruya hazırlıklı değilim, dersime iyi çalışamadım bu konuda :) Ne güzeldir kediler, özenmemek mümkün mü? Ben beceremedim, hep sırt üstü düştüm, onlar ayaklarının üzerine düşmeyi başarabiliyorlar :) Bir de gözlerini kıskandım kedilerin.
k.iskender
- Bugün doğum günüm. Bugün aynı zamanda da Bülent Ecevit’in doğum günü. Ve Edip Cansever’in ölüm yıldönümü. Bu üçünü birleştirerek neler söylemek ister.
- Çok kutsal bir soru bu. Öncelikle İskender çok önemli bir şair - yazar ve doğum gününü candan kutlarım. Diğer ikisi günümüzde yaşamıyor ama İskender ne güzel ki onları hala yaşıyor ve yaşatıyor, şu sorusu ile bile ortaya koyuyor bu gerçeği ne güzel. Ben doğum günümü tam olarak bilmiyorum köyde doğduğum için, keşke ben de bugün doğsaydım. Bilirim ki İskender bugünü kutlarken Ecevit’i ve Cansever’i de anmayı asla unutmayacak. Mahşerin Üç Atlısı diyelim mi onlara.
Kadri Karahan:
- Hani şimdi taksilere biniyoruz ya, bir noktadan sonra paramız yetmeyebiliri olabilir; o noktada ne önerilebilir mesela :)
- Evet öyle bir rivayet var :) Bir dönem hakikaten böyle şeyler yaşadım. Diyelim ki yol 10 lira tutmuş ben de 5 lira var, 5 liralık şiir okuyordum taksiciye :) Taksiciye gidiyorum mesela, sarhoşum, para az kalmış falan, başlıyorum okumaya sonra, hatta şiiri peşin alanlar oluyor :)
Lale Müldür
- Nasıl anarşist oldun :)
- Bu tarz soruyu sorarsa bir tek Lale Müldür sorardı zaten. Evet normal gibi bir adam pozisyonundaydım ben ama Lale bana anımsattı aslında pek normal olmadığımı, ama Lale bunun altını çizdi, aslında bir anarşist olduğumu o bana fark ettirdi. Hala bile normal yaşamaya çalışan biri gibi hissediyorum kendimi, günlük akışım öyle çünkü farklı bir durumum yok. Böyle köylü olmaktan şehirli olmaya gelen bu değişimim sanırım ona farklı geldi, o bana sen anarşistsin dedikten sonra her şeyim dikkat etmeye başladım ben :) Kendisi Türkiye’de en büyük şairlerdendir, şiirin divasıdır.
Levent İnanır
Bugüne kadar bizim oralar ile topraklarımız ile ilgili bir şiir yazdı mı? Yazmadıysa neden yazmadı?
- Yazdım yazdım evet. Oralı olduğum için çocukluğumu anlatan bir şiir yazmıştım. ‘’Katilim Yalnızlığımı Öldürdüm’’ isimli kitabımda yer verdim. Hayvan dergisinde de bir yazı yazmıştım, bizim oralarda ait bir yer olan ait Mehtekale’ye dair.
Vedat Sakman:
O kadar şiir yazdın, roman yazdın, tiyatro yazdın, parayı bulabildin mi Şerafettin :)
Çok zor bir soru bu Vedat abi :) Ben sana ne yaptım abi de en başarısız olduğum şeyi bana hatırlattın :) Çok başarısızım o konuda evet şimdi ciddi ciddi kazanmayı düşündüm tabi bu işleri yaparken. Ama ya aksatıyorum ya da iyi organize olamıyorum para kazanma konusunda. Parayı bulmuş olsaydım zaten sormazdın biliyorum Vedat abi ama şunu demek istiyorum martı değil de bir karga başıma pislerse olabilir gibi, ben o kargayı bekliyorum hala :)
yüzüne bakmaktan kendimi bir türlü alamadığım
güzellik de sana ne kadar çok yakışıyordan...
dudakların ilk buluşmasından
damarlarımızda kanımızı
ingiliz tayları gibi koşturup
durduğumuz yatağımızdan
şimdi senden söz etmeli
gökyüzünün aşağıya giderek düştüğünden...
ah ne güzel seninle susmak
bir sürü hâyâl
bir sürü boş laf etmek
birbirine tüneyen bir aşk hikayesi olalım demek
hani aşk doğsaydı
bulutlar çekilip gitseydi
sen hep yanımda kalsan
aramıza yarışmalar girmese
hep giden sevgililere yıktık acılarımızı
sen öyle olmasan...
aytanrıçam işte dillendim dalında
attım üstümden ölü yorgunlukları
çıkacaksın karanlığın içinden
ışığını bırakmak için yeryüzüne
işte yine sen dindirdin öfkemin böğürtüsünü
hâlâ dinmiyor yağmurum
işte bağırıyorum