Yeni bir yıla girdik, öncelikle bir aylık aradan sonra merhaba, herkese hayallerinden de öte bir yıl dilerim. 2012’de ilk konuğumuz güzel sesi ve eşsiz yorumu dünyanın dört bir yanında ruhlara dokunan bir caz ‘müz’ü, Sibel Köse. Sibel ile öğretilmişliklere takılmadan, yüreğinin ardından gidebilme cesaretinin sonuçları ile yüzleşiyor insan. Ben kendi payıma bu sohbetten çok şey öğrendim, umudun taze kokusu ile yüzleştim. Sibel’in paylaşımları ve hayatlarımıza kattıkları melodilere, sözlere verdiği ruh ile kalmıyor, yılların emeğini, birikimini bütün alçakgönüllülüğü ile arzu edenler ile paylaşıyor. Lafı daha fazla uzatmayıp, sizleri Sibel Köse ile baş başa bırakıyorum…
Sibel Köse
- Klasik, bir yandan da zor bir soru ile başlayalım; Sibel Köse’yi kendisine sorsak nasıl anlatırdı acaba? Zor bir ihtimal olsa da sizi tanımayan okurlarımız var ise sizin sözcüklerinizle sizi tanısın, tanıyan okurlarımız da yine sizin sözcüklerinizle zihinlerini tazelesin isterim.
- Ankara doğumluyum, Ankara kolejinde okudum, arkasından Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni bitirdim. Beş yıl kadar Ankara’da, Türkiye’de Görsel Sanatları Destekleme Derneği’nde çalıştım üniversiteyi bitirdikten sonra. Üniversite yıllarında müzikle uğraşmaya daha doğrusu söylemeye başlamıştım ve çalıştığım süre zarfında da devam ettim, bir süre sonra da sadece müzikle uğraşarak bugüne kadar geldim. Esas olarak yorumculuk yapıyorum diyebiliriz, caz yorumcusu olarak tanıyor insanlar beni. Bunun yanında atölyelerimiz var, orada caz söylemek isteyen arkadaşlara yönlendirici olmak gibi bir rolüm de oluyor hayatta. Bunlar dışında, sanatla ilgilenmeyi, okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, seyahat etmeyi severim, bu yüzden yaptığım işi de çok seviyorum.
- Sibel Köse ve müzik ilişkisinden söz ederek başlamak güzel olur sanıyorum sizi daha yakından tanımaya, nasıl oldu müzik ile buluşmanız, şarkı söylemeye başlamanız?
- İlkokuldan itibaren korolarda söylemeye başlamıştım, kolejde de Amerikan Folk Grubu’nda söylüyordum ancak orkestra solistliği tecrübem yoktu. Üniversite yıllarında mühendislik ve mimarlık bölümlerinde okuyan arkadaşlarımla bir grubumuz oldu ve onlarla performanslar gerçekleştirmeye başladık. Sonra da bence ülkemizin yetiştirdiği en büyük müzisyenlerden biri olan Tuna Ötenel ile çalışma fırsatım oldu. O dönemde buraya eğitmen olarak gelen Janusz Szprot aracılığıyla Polonya’ya gidip, orada yaz okullarında eğitim aldım. Polonya’da bir de yarışmaya katıldım ve birincilik ödülü aldım. Bu süreç içerisinde Polonya’da konserler olmaya başladı. Yine o dönemlerde Kuşadası’nda Üç Boğa Caz Kulüp’ün sahibi Füsun Levent’in hamiliğinde Fransız müzisyenler ile tanıştım ve Fransa’da da konserler vermeye başladım. Yurt dışında pek çok farklı müzisyen ile festivallerde konserler verdim. Türkiye’deki bütün değerli caz müzisyenleri ile hemen hemen bir araya geldim. Yirmi yılı geçiyor zannediyorum söylemeye başladığımdan bu yana, halen de devam ediyorum.
- Üniversitede neden konservatuar değil de mimarlık okumayı tercih etinizi merak ediyorum açıkçası?
- Ben tiyatro okumak istiyordum enteresan bir şekilde, konservatuar okumak gibi bir seçenek de oldu ancak matematik ve fen bilimlerinde de başarılı bir öğrenciydim ve seçimimi mimarlıktan yana kullandım. Kafamda çok belirli bir şey yoktu aslında, zaten ben o yaşların bu konuda çok sağlıklı karar verilebilecek yaşlar olduğunu düşünmüyorum.
Bir yandan caz dinlemeyi ve söylemeyi hep seven bir insandım ve o dönemde öyle bir bölüm yoktu açıkçası, sonraları Bilgi Üniversitesi’nde bu tip bölümler olmaya başladı, Bilkent’te bir ara bölüm açıldı ama o sırada ben zaten öğrenciydim üniversitede. Aslına bakarsanız çok memnunum mimarlık okumuş olmaktan, ODTÜ’yü de, mimarlık eğitimini de çok sevdim ve aldığım eğitimin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Ve mimarlık eğitiminde gördüğüm temel tasarım, sanat tarihi gibi derslerin müzikteki yaklaşımlarımda etkisini yadsımam mümkün değil.
Dolayısıyla şarkıcı olmaya karar vermem işin başında olmadı. Süreç içerisinde bir yerden sonra sadece ona yöneldim. Bir sürü farklı şey yapmayı seven bir gençliğim oldu, o yüzden de şuanda yaptığım işten farklı bir alanda eğitim almış olmamın çok faydası olduğunu düşünüyorum.
- Tiyatroda aktif olduğunuz bir dönem de var bildiğim kadarıyla, biraz o süreçten bahsetmek ister misiniz?
- Üniversitede iki oyunda oynadım Shakespeare’in Kış Masalı ile Jean Tardieu’nün 4 Oyun’u, bir de lisedeyken Member Of The Wedding diye Carson McCullers’in bir oyununda siyahi dadıyı oynamıştım, o oyunda şarkı da söylüyordum ve seneler sonra cazla ilgilenmeye başlayınca öğrendim ki o oyun ilk defa siyah bir karakterin başrollerden bir tanesinde yer aldığı oyun olmasıyla, siyah hareketinde önemli bir oyunmuş.
Seviyorum tiyatroyu hakikaten fakat şimdi tiyatrodan da mimarlıktan da çok koptum.Profesyonel ve bu kadar yoğun başka bir işle uğraşınca diğer alanlarla ilgilenecek vakit ayıramadım açıkçası.İnsan daha iyi organize olabilir elbette, bu biraz da benim hatam oldu ama işte o arada gençsiniz, hayat da insanı bir sürü teferruatla uğraştırıyor, sadece iyi şarkıcı değil, iyi insan olmaya uğraşıyorsunuz bir kere, iyi yaşamaya gayret ediyorsunuz, kendime daha iyi bakayım diye düşünüyor insan yaş ilerleyince vs. o liste hiç bitmiyor. Onun için de biraz rahatlamayı öğrenmek gerekiyor sanırım. Kim bilir belki bir gün kendim için bir ev tasarlarım, çünkü o da bende var ve uğraşmaktan keyif aldığım bir alan, tek boyutlu bir şey yaşamaktansa belki o öğrendiğim şeyleri yavaş yavaş birbiri içine katabilirim diye umut ediyorum. Hayalleriniz ile hayatın gerçekleri arasındaki dengeyi kurabilmek için bir terazi olarak benim göbeğim çatlıyor açıkçası :)
- İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
- Konserler için gelip gidiyordum, 1997 kışında buradaki işlerimin yoğunluğu arttı, önceleri çok sık gidip geliyordum, biraz Ankara’da biraz burada geçiyordu vaktim, böyle bir süre devam ettikten sonra yavaş yavaş İstanbul’da yaşamaya başladım. Yaklaşık 12 yıldır da İstanbul’dayım. Tabii Ankara’ya gidip geliyorum, ailem ve belli bir zamana kadarki çevrem orada.
- Bir kabare projeniz olduğunu biliyorum. Ondan biraz bahsetmek ister misiniz?
- Dönem dönem projeler geliyor aklıma, bunların kimisi gerçekleşiyor kimisi hayal olarak kalıyor, kabare de onlardan biri. Şu sıralar yeniden düşünüyorum çünkü atölyemizde büyük bir potansiyel var. Kabareyi ilk düşündüğüm esnada yoğun bir dönem olduğu için eyleme geçememiştim, ancak belki atölyedeki arkadaşlarla beraber, tamamen kurgusal bir ürün yaratabiliriz diye ümit ediyorum önümüzdeki dönemlerde. İstanbul’da nereden bakarsanız beş sene oldu atölye devam edeli ve çok çeşitli alanlarda varlık gösteren arkadaşlar var. Bu renkliliği bir şekilde değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum.
- Atölyenizi bize biraz anlatabilir misiniz?
- İstanbul’a taşındığım zaman burada çok sevgili arkadaşım Ajlan ile uzun süre aynı evde kaldık. Sağ olsun o bana hem ev sahipliği, hem kollayıcılık, hem yol göstericilik yaptı. Ben caz söylemeye başladığım zamanlar çok az kişi vardı bu işle uğraşan hatta Ankara’da hemen hemen hiç kimse yoktu. Sonraları Yıldız İbrahimova geldi Bulgaristan’dan ama uzunca bir dönem pek kimse olduğunu söyleyemeyiz. Dolayısıyla ben İstanbul’a geldiğim zaman Ayşe Gencer’i, Nükhet Ruacan’ı, Ayşegül Yeşilnil’i, Ajlan’ı, Mine’yi, Melis’i dinlemeye giderdim ve beraber şarkılar söylerdik. Şimdikinden çok daha fazla performans sırasında bir şeylerin paylaşıldığı bir dönemdi. Sonra Ajlan vefat etti ve atölye fikri belki çok idealist bir düşünceyle değil ama “ben bu kadar zamandır bu işle uğraşıyorum, mutlaka bu işle uğraşacak yeni başlayan arkadaşların faydalanabileceği malzeme vardır elimde” düşüncesiyle, birikimimi paylaşmak amacıyla ortaya çıktı. İyi de olmuş çünkü şimdi bakıyorum, aynı şeyi seven insanlar birbirlerini de seviyorlar, sonra bir farkındalık oluşuyor, onlar kendi arkadaş gruplarını, sevenlerini ekliyor ve zamanla büyüyüp çoğalıyoruz diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye’de basında, radyoda, televizyonda çok fazla ve sık yer bulan bir müzik değil caz müziği. Konserler nispeten az, organizasyonlar vs. var ama maddi boyutlarına baktığınız zaman öğrencilerin veya belli bir gelir düzeyinin altında insanların ulaşılması zor diyebiliriz. Bir de yeni başlayan bir insanın ne yapacağını kestirmesi çok zor, onlara bu anlamda da destek olmaya çabalıyorum. Tabii en büyük faydayı aslında ben görüyorum, hem pırıl pırıl bir sürü dünya tatlısı insanla tanışıyorum her yaştan, her meslekten, hem neyi bilip neyi bilmediğimi her seferinde görüyorum, hem de herkesle tekrar tekrar üstünden geçtiğim için aslında işin üstünde en çok ben durmuş oluyorum :)
- Siz çok mütevazı bir şekilde bahsediyor olsanız da atölyeniz ve sizinle yolları kesişmiş pek çok severek dinlediğimiz isim olduğunu belirtmeden geçmek istemiyorum açıkçası.
- Bugün profesyonel olarak şarkı söyleyen ve atölyeye katılmış olan Jehan Barbur, Özge Pınar, Sezgi Olgaç, Yaşam Hancılar, Ülkü Aybala Sunat, Başak Yavuz, Çağlar Süalp ve şu anda sayamadığım başka değerli arkadaşlarım var. Ben onları tanımaktan çok mutluyum hani birazcık çorbalarında tuzum olduysa ne mutlu bana diyorum.
- Şakıma bayramından biraz söz edelim mi? Hem kulağa çok keyifli geliyor, hem de atölyenin bir uzantısı.
- Şakıma bayramı atölyeden arkadaşlarımızdan Şehnaz Önel’in yakıştırdığı bir isim, bence de çok güzel oldu, çocukların okuma bayramının bizim atölyeye uyarlanmış hali diyebiliriz :) Atölyede şöyle bir şey yapıyoruz aslında, olabildiğince caz müziği ile ilgili bir takım bilgileri paylaşmakla beraber esas olan şey herkesin orada gelip şarkı söylüyor olması. Bunu yaparken de benim yaptığım şey,katılımcılarla bir repertuar üzerinde çalışmak, herkese şarkı söyletmek, söyletirken de performans sırasında neler olduğu hakkında insanları bilgilendirmeye, deneyim sahibi yapmaya çalışmak ve neticede o atölyeye katılan herkesin sene sonunda çıkıp bir veya iki parçayı canlı olarak performans sırasında söyleyerek, dinleyenleri ile paylaşması. Dolayısıyla şakıma bayramı, belki hayatında hiç mikrofonu eline almamış veya hiçbir zaman çıkıp performans yapmamış ya da yapmış ama işi biraz daha ileriye götürmek isteyen insanların çıkıp o sevinci paylaşması gecesi oluyor. Gerçektende bazen okuma bayramı naifliğinde, saçım kötü oldu diye ağlayan, elbisemin fermuarı bozuldu diye krize giren arkadaşlar oluyor :) Bir araştırma yapılmış insanların en büyük korkusu nedir diye, ölüm ikinci sırada geliyor enteresan bir şekilde, en büyük korku çıkıp topluluk önünde konuşma yapmak veya bir şey sergilemek imiş. Bir karış yüksekliğinde bile olsa sahneye çıktığınız an, ben burada bir şey yapıyorum deme hissi hem zor bir şey hem de bir ihtiyaç. Sevilme, beğenilme vs. ile ilgili bir durum, öte yandan yapmayı sevdiğiniz şeyin peşinde olmak insanı his olarak çok yükselten bir deneyim, bütün bunlar bir araya gelince tabii ki heyecanlı oluyor. Ben de şakıma bayramlarına yavaş yavaş alıştım, ilk başlarda çok zorlanıyordum çünkü kendim de hep heyecan taşıyan birisiyim, kişi sayısı çoğalınca resmen herkesin karın ağrısı benim de karın ağrım oluyordu, şimdi alıştım yavaş yavaş. Keyifli hale gelmeye başladı :)
- Sibel Köse ismi aslında onlarca albümde geçiyor yurtiçinden ve de yurtdışından, bir sürü farklı sanatçıyla ve hatta kimi biraz daha farklı tarzlarda da müzik yapan insanlarla, çok merak ediyorum açıkçası Sibel Köse’nin kendi albümünü yapmak gibi bir planı var mıdır diye?
- Bu biraz uzun bir konu. Benim kafamdaki albüm, proje olarak baktığım, yaratıcı bir ifadeyi, orada kullanmak istediğiniz dille beraber, istediğiniz insanlarla oluşturduğunuz bir çalışma. Epeyce de zaman oldu müzikle uğraşmaya başlayalı dolayısıyla bir şey yapıp, bu bir şekilde insanların önüne sunulduğu zaman da onun arkasında her türlü durulabilecek, çeşitliliği, organizasyonu orada arıyorum, gönlümden bu geçiyor açıkçası. Fakat 2011’i bitirdik, 2012’ye girdik, internette olaylar çığırından çıktı, albüm dediğiniz o cd, plastik kapaklı şeyin satışları kime ne şekilde geri döneceği belli olmayan ve giderek düşüşe geçmiş ticari bir çarkın içinde. Satılıyor, satılmıyor, korsan çok fazla var vs. Bunların yanında Türkiye’de caz albümü yapan şirket çok az. Ben mesela şu sıkıntıyı çektim ilk başta açık konuşmak gerekirse, yurtdışında basılmış, albümün tamamında yer aldığım üç tane ürün var bugüne kadar, iki tanesi Fransa’da, bir tanesi Polonya’da. Onları Türkiye’ye getiremedik. Onun dışında benim burada Önder Focan’ın, Sarp Maden’in, Alp Ersönmez’in, Oğuz Büyükberber’in, Tuna Ötenel’in albümlerinde söylediğim parçalar var. İstiyorum ki artık buradaki bir şirket ile Polonya, Fransa, Almanya ya da öbür taraflarda çıkan ürünleri birleştirip, ortaklaşa çalışabileceğimiz bir ortam yaratabilelim. Bir de uzun zamandır albüm yapmamış olmakla ilgili beklenti büyük, çünkü insanlar hiçbir şey yapmıyorum zannediyorlar, hâlbuki bir sürü şey yapıyorum sadece arkasını toplayıp bunu organize edemedim.
Önümüzdeki dönemde iki şeyi yapmayı çok istiyorum; bir tanesi kendi karar verdiğim, bugüne kadar en çok söylediğim şey olan caz standartlarından bir albüm, ikincisi de daha önce başka arkadaşlarımın albümlerinde de yaptığım gibi belki Türkçe belki başka dillerde ama tamamı orijinallerden oluşan bir albüm. Bu ikisi üzerinde düşünüyorum.
- Çok teşekkür ederiz değerli paylaşımlarınız için.
* Müz; Yunanca Mousai sözcüğünden gelmektedir. Etimolojik olarak, akıl, düşünce, yaratıcılık yeteneği gibi anlamlara gelen "men" kökündendir. Yunan mitolojisinde, ilham tanrıçaları, ilham perileridir.