Şiirin 7 Kuşağı

Hazırlayan: Zeki Çelik

EKİM 2011

 

 

Altay Öktem

Şiir, uçurumdan düşerken tutunabildiğin, seni hayata bağlayan bir dal mıdır, yoksa, zaten tutunabileceğin birçok dal varken, hiçbirini tercih etmeyip de hızla aşağı doğru düşmeni öneren bir şey mi? Yalnız, bu soruyu cevaplarken şunu da açıklamanı istiyorum: Sözünü ettiğin / edeceğin uçurum bir metafor mu? Yoksa basbayağı, bildiğimiz uçurum mu?

Behruz Kia

Türkiye şiiri gelişirken, siz hangi çağdaş dünya şairlerini takip ediyorsunuz? Beğeni içinde keyiflik bulunur mu, belli kurallara göre mi beğenirsiniz?

Cezmi Ersöz

Daha nitelikli, daha yaygın ama edebiyatın piyasa kurallarına boyun eğmeyen ne gibi imkanlara sahip olmak isterdiniz. Önünüzde ne gibi engeller var, bunları aşmak için neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Haydar Ergülen  

Ustalığa eriştikten sonra şiirlerini daha başka bir kalıba oturtan ve o doğrultuda ilerleyen birçok şairimiz var. Son zamanlarda etkilenirim düşüncesiyle şiir okumayan ama şiir yazan genç arkadaşlarımızı duyuyorum. Hem kendi kuşak şairlerinizi hem de sizden önceki şairlerimizin şiirlerini takip ediyor musunuz? Şiirde etkilenmeye nasıl bakıyorsunuz? 

Lale Müldür

Tam her şeyi daha önce varolmuş simülasyon şeklinde alırken, birden kuvvetli sarsıntıyla Sirius yıldızının ışığının eşiğinde kendini bulanlardan mısın?

Yelda Karataş

Şiirle kendini ifade etmek mi, yoksa şiirle var olmak mı, neden?

Zeki Çelik

Şairin hayal gücüyle oluşturduğu yapıtlar, gerçeği olduğu gibi yazanlardan daha mı inandırıcıdır? Anlamı var eden ilk koşul bilinmek midir?

 

 

Alperen Yeşil

 

 

27 Temmuz 1984 yılında İzmir’de doğdu. TED Aliağa Koleji’ni bitirdi (2002). Aynı yıl Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Sanatları Bölümü, Dramatik Yazarlık / Dramaturgi Ana Sanat Dalı’nda yazarlık eğitimine başladı.

Varlık dergisinde yayımlanan ilk şiiri Hurma Ağacı, küçük İskender’in “Rimbaudlarla Baş Başa” adlı köşesinde kendine yer buldu. Sonrasında Hece, Yasak Meyve, Rüzgâr gibi çeşitli dergilerde şiirleriyle görünen Alperen Yeşil, Erdişi adlı dosyasıyla 2004 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü şiir dalında kazandı. İlk kitabı olan Erdişi, Varlık Yayınları tarafından aynı yıl yayımlandı.

2005 Suat Taşer Kısa Oyun Yarışması’nı Zifir ile Şevder adlı oyunuyla kazandı. Aynı başarıyı 2006’da Ben, Şahsen, Biraz Kadın, 2007’de Babamın Gölgesi ya da Hazar’ın Dibi adlı oyunlarıyla sürdürdü. Dramatik Yazarlık eğitimini, “Hayatı, Sanatı ve Sanatçı Kişiliğiyle Cahide Sonku ve Bir Örnek Oyun: Yıldızın Kaydığı” başlıklı lisans teziyle tamamlayan Yeşil’in bu üç oyunu, 27 Mart 2006-2007-2008 Dünya Tiyatrolar Haftası kapsamında Özdemir Nutku Sahnesi’nde sahnelendi.

11. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali (2008) kapsamında gerçekleştirilen “Beden” konulu Kısa Film Öyküsü Yarışması’nda, Balon Kız adlı öyküsü ile Işıl Özgentürk yönetiminde gerçekleştirilen atölye çalışmasına katılmaya hak kazandı; senaryosu “Dikkate Değer” bulundu.

Mitos Boyut Yayınevi'nin 2008 yılı Oyun Yazma Yarışması'nda Yıldızın Kaydığı adlı oyunuyla başarı ödülü kazanan Yeşil'in oyunu aynı yıl basıldı.

2011 yılında, Şiirden Yayınları tarafından yayımlanan Delgeç, şairin ikinci şiir kitabıdır.

 

Altay Öktem: Şiir, metaforik anlamda bir uçurum bence. Bu bağlamda da kendimizi o uçurumdan nasıl ve niçin bıraktığımız önemli. Şiir, o düşüş esnasında ortaya çıkıyor ve şairin ölümüyle de bu düşüş son buluyor.

Behruz Kia: Bahtiyar Vahabzade, Füruğ Ferruhzad, Nizar Kabbani, Octavio Paz, Fernando Pessoa bunlardan sadece birkaçı.

Roman ya da öyküde belli bir kurguyla okuyucuyu kandırabilirsiniz belki ama şiirde bu hemen kendini belli eder. O nedenle ben samimiyetten yanayım. Okuduğum şiirin arkasını görmeyi isterim. Eğer bir kural olarak kabul edersek bunu, beğenim de bu kural çerçevesinde can buluyor.

Cezmi Ersöz: Devlet tarafından sosyal haklarının güvence altına alındığı, özgür kalemlerin olduğu, siyasi otoriteye göre kılık değiştirmeyen, hatır gönül ilişkisiyle edebiyatını ve edebiyatçılarını harcamayan bir Türkiye görmek istiyorum.

Saydığım bu engeller, nasıl aşılır ya da aşılır mı bilmiyorum ama edebiyatçılar olarak yazmaktan başka çaremiz yok.  

Haydar Ergülen: Bunu geçmiş ile gelecek arasındaki bağa benzetiyorum ben. Kimse hiçbir şeye mecbur değil elbette ama ben elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. “Etkilenirim düşüncesiyle şiir okumayan arkadaşlar”a gelince… Bahane gibi geliyor bana ya da kendilerini kandırıyorlar. Sonuç itibariyle iyi bir okur sizi okuduğunda kimden, ne ölçüde etkilendiğinizi net bir şekilde görebiliyor. Önemli olan bu noktada da samimi olabilmek. Öyle ya da böyle şiirde etkilenmek kaçınılmaz bir durum. Cemal Süreya, Sait Faik’ten etkilenirken bizimkilerin bu tavrını anlayabilmek mümkün değil…

Lale Müldür: Uzak Fırtına’dan sağ çıktığımda ben o sarsıntıyı hissetmiştim. O zamanlar yıldızların gıcırtılarını duyamıyordum. Şimdiyse Sirius’un gölgesinde yazdıkça kendimi buluyorum ve seni seviyorum…

Yelda Karataş: Öncelikle kendimi ifade etmek… İfade ederek içimi akıtmak, sağaltmak, arındırmak… Bu sürecin sonunda varoluşa gidiyorsunuz zaten içinizden akanların ışığında…

Zeki Çelik: Bazen gerçek o kadar gerçek dışıdır ki buna ne yazar ne de okuyucu inanır. Bazen de hayal gücüyle oluşturulan bir eser üzerinde çalışırken olayın içine öylesine girersiniz ki başlı başına gerçek sanırsınız kurguyu. O nedenle bu değişken bir durum aslında. Bana göre makbul olan, gerçeğin, dozunda hayal gücüyle süslenerek aktarılması.

Anlama gelince… Anlamı var eden olgu, onun sizin hayatınızda neye karşılık geldiğiyle ilgili bir durum.   

yumruk

derler ya yumruğu kadardır herkesin kalbi
işte senin de kalbin yumruğun kadar
o yüzden seviyorum ellerini

o eller ki
geceleri kırbaç
tokat aşk eder gündüzleri

sevdadanmış bedenimde biten güller
aydım dikenine katlandıkça
yaram çok derin
sevda sözleri sanki bastığın küfürler

                                                                              16 Eylül 2009; Ankara

 

Aydın Uysal

 

 

1984 yılında İzmir'in Kiraz ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kiraz'da tamamladı. Halen yüksek öğrenimine devam eden Uysal, Ödemiş Küçük Menderes Gazetesi'nin ve Ödemiş Yerel Güç Gazetesi'nin bölge temsilciliğini yaptı. Demokratik kitle örgütlerinde görev aldı. Edebiyatçılar Derneği üyesi.

Şiirle 1999 yılında tanıştı. Şiirleri; Kum Edebiyat Dergisi, Kar Edebiyat Dergisi, Berfin Bahar Edebiyat Dergisi, Özne Edebiyat Dergisi, İmgelem Edebiyat Dergisi, BH Edebiyat Dergisi, Patikalar Edebiyat Dergisi, Yansıma Dergisi, Hamak Dergisi, Simge Edebiyat Dergisi, Gri Edebiyat, Ussuz Edebiyat, Mevsimsiz Edebiyat, Miiliyet  Ege Sanat Kültür, Tay Edebiyat Dergisi adlı dergilerde yayımlandı.

Mevsimsiz Kültür Sanat Edebiyat Platformu ve Şiir Akademisi internet sitelerinin yazarlarındandır. 2003 yılında ''Şiir Yüklü Gemi'' adlı şiir kitabı yayımlandı. 2005 yılında Simge dergisinin yayınlamış olduğu Yeni Şiirler ve Öyküler antolojisinde şiirleri yer aldı. 2008 yılı Ocak ayında 2. şiir kitabı olan '' İki Damla Gözyaşı Teselli Tutanakları'' kitapatelyesi yayınlarından çıktı., 2011 yılında Kurgu Kültür Merkezi Yayınlarından  son kitabı ‘’İzinli Pazartesi  şiir kitabı çıkmıştır. Şiirin  yanı sıra öykü ve oyun yazıları da yazıyor.

Yapıtları:
Şiir Yüklü Gemi (2003) ,
İki Damla Gözyaşı Teselli Tutanakları (2008)
İzinli Pazartesi (kurgu kültür merkezi yayınları) (2011)


Basıma Hazır Dosyaları :

İç Gözü(m) (şiir dosyası)


Yazdığı Oyunlar:

Senden Bir Var/ 2 Perdelik
Gökyüzü Mavi / 2 Perdelik

 

Altay Öktem: Şiir yolculuktur kendi benliğine… Her şeyden önce kendini tanıtır insana. Sınırlarını, sevdasını, özlemini, yüreğini, sabrını… Şiir eylemdir, edimdir, oluştur… Şiir varoluştur… Şiir bir dal olsaydı kökü her insanda olurdu… Demek ki şiir bir dal değil... Uçurum kenarında olup da düşmemek olur mu? Hele ki hızlı bir düşüş. Uçurumun özüne baktığımızda kendini bütünleyen ‘uç’ kelimesini görürüz. Şiir basbayağı bildiğimiz uçurumdur. Şiir uçurum kenarına geldiyse ne bir dal onu tutabilir ne de birçok dal… Kökünden kopmuş bir ‘uçtur artık o’  elbette ki uçacaktır… Şiir uçup yere çakılmadıktan sonra veya uçup gökyüzüne değmedikten sonra aynı noktada kalmak,  şiiri ‘ şiir yapmaz’ Şiir uçurum ağızlı sevgilimdir… Sevgilimi her öptüğümde şiir kadar uçarım…

Behruz Kia: Türkiye şiiri gelişirken demişsiniz, ben buna katılmıyorum. Türkiye’de şiir tıkanma sürecine girmiştir. Özellikle son dönemde şiirin bir evrim geçirdiğini görüyoruz. Hem de bildiğimiz şiirin o toplumsal ve insanı insanlarla buluşturan damarların  koparak nasıl egosal bir sürecin içinde  insanı kendinden kopardığını görmemek mümkün mü? Şiirde  mutlaka keyif olmalıdır, sürüklemelidir  şiir.  Çağdaş dünya şairlerini takip ediyorum, örnek vermek gerekirse Federico García Lorca, Paul Elbuard, Louis Aragon, Victor Hugo, Vladımır Mayakowski… Şiirin nasıl ki kendine özgü kuralları varsa bence beğeninin de belli kuralları vardır. Her insanın özellikle yazan birinin kendi dünya görüşüne, hayata bakış açısına, kurallarına göre şekillenir bu keyiflik. Ben de şiir okurken öncelikle göz önünde bunu bulunurum.

Cezmi Ersöz: Ülkemizde öncelikle bir şiir bolluğu olduğu gerçek. Ticari kaygılara düşmüş bir şiirin içinde yüzüyoruz. Özellikle son zamanlarda internet ortamının etkin olması ile birlikte, okumayan ama çok yazan veya bir takım çevrelerin yalaka kadrolarıyla beslenen bir edebiyatın içinde kendini pazarlayan ucuz kahramanlar bulmak mümkün. Edebiyatın, piyasa kurallarına uymaması için öncelikle belli bir takım çalışmasının yapılması gerekir. Bunlar atölye çalışmaları asla olmamalıdır. Şiiri ve şairi halktan ve insandan koparan değil, onları bütünleştirici şeyler yapılmalı. Edebiyatın 1950 ile 1980 dönemleri arasında düşündüğümüz zaman  ‘az şair çok şiir’ vardı. Günümüzde ise çok şair az şiir var. Köylerde nasıl köy ağaları varsa, şiirde de maalesef ki şiir ağaları var. Bir çok genç arkadaşım ve kendimin de yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri de edebiyatın içine yuvalanmış, belli bir yaşa gelmiş olmasına rağmen doyumsuz ego tatminiyle hep ben diyen bir çevrenin olması. Şiiri ancak yazan kişi besler, kendini ancak kendisi örgütler ama bu yeterli mi? Tabi ki değil. Yazan kişi tanınmak, şiirlerinin yazdıklarının benimsenmesini, okunmasını ister. Bir kişiyi yazmaya iten sebeplerden çok, yazmadan vazgeçiren sebeplerin araştırması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye şartlarında elbette ki yazan birisi olmak demek, yazdıklarının bir duruşu olması demektir. Dünya’dan, halktan kopmuş bir şiir ancak kendi ekseni etrafında döner. O yüzden şiir halkın arasında olmalıdır ve kelimeleri halkın arasında seviştirmeyi bilmek gerekir. Zaten edebiyatın içinde olup gelecek kaygısı taşımayan bir şiir ne kadar yaşayabilir? Şiir büyütmeye devam, sisteme ve şiir ağalarına karşı şair tek başına örgüttür!

Nitelikli bir edebiyatın yolu, en başta nitelikli edebiyat dergilerin var olmasından ve yazan kalemleri kucaklamasından geçer. Ülkemizdeki en temel sorunun nitelikli Edebiyat tartışmaların yapılmamasından da kaynaklanıyor. Yapılıyor mutlaka ama yapılan yerde kendi sesimizi duymaktan başka veya birbirimizi dinlemekten başka bir yol gidilmiyor. Bence Edebiyatın bir manifestosu olması gerekir. Bunu da yapmak hele ki çok şair az şiirin ,çok yazar az yazının olduğu günümüz Türkiye’sinde çok zor gibi görünüyor ama yine de ben bu ülkede gelecek yüzyılın şiirini okuyacağıma inanıyorum..

Haydar Ergülen: Ben kendi kuşağımın şairlerini ve kuşak öncesi şairlerimizi mutlaka takip ederim. Şiir, şiirin tarihini gelişim sürecini, o dönemin ve şimdiki dönemin şiirdeki çıkış noktalarını bilmesi, incelemesi,  şiire gönül vermiş her kalemin öncelikli görevi olması gerektiğini düşünüyorum. Geçmişini bilmeyenin geleceği de olmaz. Şiirde ki özgünlük kendiliğinden kazanılmaz, mutlaka etkilenmeler olacaktır ama bu etkilenmeler zamanla yok olarak şairin kendi sesini bulacağına inanıyorum. Şiirin okundukça geliştiğini düşünüyorum. Şiir teknikleri bilmek sadece kelimeleri oynatır ama şairi bilmek bütünlüğü var eden şiirin kendisini oynatır. Etkilenmeyeyim diye okumamak bir şairi körelten en kör noktadır. Yazan birisi kendi iç sesini, özgünlüğünü yine okuyarak kendi kuşağını ve kendinden önceki kuşağının eserlerine, değerlerine sahip çıkarak kazanacaktır diye düşünüyorum.

Lale Müldür: İnsan beyni ,ruhu sürekli devinim halindeyken, olağan giden  bir olayın, birden olağanüstüleşmesi, o olayın veya olgunun  beyni, ruhu yeniden  hareketi  geçirmesi bir insan için bana göre yeniden doğmasıdır. Çünkü hazır bulduğumuz her şeyi tüketebiliriz ama yoktan var edebildiğimiz bir şey daha çok haz verir. Hayata yeni anlamlar yüklemiş, kendini ve kelimeleri örgütlemiş birisinin işgale uğramasıdır sirius yıldızı ışığının eşiğinde kendisini bulması…

Ben  yoktan var edebilmeyi  benimsedim, var olan  bir şey ancak varlığını sabitler durağandır ama yok için mücadele eden bir kimliktir benim sirius yıldızının eşiğinde ruhumu, özümü bulmam. Sarsıntılar arasında doğumdur orada bulunmam. Sarsıntıyı öyle bir hissetmeliyim ki sirius yıldızı kendini yeniden keşfetmeli… O kendini keşfederken ben kendimi bulmalıyım…

Yelda Karataş: Şiir ne ifade, ne var olmaktır, şiir sürekli olarak yok olmaktır. Çünkü kaybolduğumuz andan itibaren şiir anlamlaşıyor. Bir kişi yazarken var olmayı seçerse zaten ifade edeceği şeyler bellidir ama plansız yola çıkıp pusulasız yolda olmak demek işte oradan başlıyor ifade… O yüzden şiiri kendimde ifade edebilmeyi, vardan önce yok saymamla başlıyor. Zaten kaybolduktan sonra süreç içinde izimi bulacaklardır. Şiirde var olmak yolda olmaktır ve hiçbir zaman varacağın yeri bilmemektir. Zamandan kopuş, zamanı koparıştır. Yolda olduğum kadar var, var olduğum kadar şiirle ifade edeceğim yok oluşumu… Varım, öyleyse yoldayım, yoldayım öyleyse ifade ediyorum…

Zeki Çelik: Yapıtların  sınırı zamanı, belli bir olay örgüsü olduğunda ve yapıtları böyle oluşturduğumuzda inandırıcılık var olsa da, zaten olay örgüsü belli olduğu için  şair  kendi derinliğini kaybeder diye düşünüyorum. Anlamı var eden ilk koşul bilinmek değildir, aksine bilinmemektir. Anlam bilinemezlikten başlar ve sarar insanın düşüncelerini.

Gerçeklik, hayal gücünün örtüsü gibidir, gerçeği görür algılarız, yaşar yaşatırız. Ama hayali gerçeğe dönüştürmek dünyayı tersine çevirip ters adımlar atmaktır ve bu adımları herkesin takip etmesi bence olanaksızdır. İşte dünyayı ters çevirip ters adımlar atarak çıkacak yapıtlar inandırıcılığı yüksek olacaktır.

İzinli Pazartesi

    Lara 
kim dedi sana

sökülmüş yüreğimi dik diye
iğne deliğinden geçirmek gerek aşkı
ya batarsa etime
paramparça elinde gökyüzü 
ayyy
ay parçası gözlerin

Lara
kaç şiire 
kaç şişe şarap sığdırdık
say ki sarhoşluğumun ertesi günü 
günlerden pazartesi
ben hâlâ senin izinli kollarında

gidişlerin

kaç dizenin sürgün akşamı
bir kere daha git (me)
ardından şiir yetiştiremiyorum

hazırlanmışsın
kimliğinin seri yalnızlığını

bırakarak cüzdanımda

sen kapıdan çıkar çıkmaz
yaralarıma şiir basıyorum...

Lara
bir bilsen
bir kere dilime sürül(sen)
bahar serilecek toprağa

düğmelerini koparabilirsin gömleğimin 
bir başka kadının rujunda kimliğim

ah Lara  ah
uyanır uyanmaz 
denize uzanır güvercinler 
yak
tığın yandığım son sigara
kirletilmiş şehir
ikimiz…

hiç kimse ölmedi 
güvercinler dışında

 

Aylin Başdemir

 

 

’’Ramazandan olma
makbuleden doğma,
Adım Aylin ya da Asya
İsmimiz önemli mi nikahımız toprağa kıyıldıktan sonra?’’

Aylin çalışkan başdemir, 1980 yılında Almanya doğumlu. ilk ve orta öğrenimini şuan yaşadığı şehir Aydın'da tamamladı. Üniversite eğitimi için Mersin'de bulundu. Evli ve bir kız çocuk annesi.Hala özel sektörde hayatını idame ettirebilmek için çalışmakta.

Çeşitli edebiyat sitelerinde deneme ve şiirlerini yayımladı. "Usta bilir misin" isimli şiiri 9. Bekilli kültür sanat ve şarap festivalinde"21. yüzyıl Hayyamları aranıyor" şiir yarışmasında mansiyon ödülü aldı.

Nisan 2010 yılında ve kadın bırakır çocukluğunu" isimli ilk şiir kitabını yayımladı. Şiirlerinde genel olarak kadın sorunlarını ve aşkın kadınsal yorumunu işlediği dile getirilir. Kitabında şiirlerin insanı çarpıcı etkisiyle bir kadının çocukluk yetişkinlik ve annelik sürecini işlemiştir.

 

Altay Öktem: Gerek reel gerekse metafor olarak algılanabilecek uçurumun sınırında dolaşırken, bu girift sorunun içinde kaybolmamak mümkün değil. Yazarken gerçek ve hayal dünyasının eşiğinde, arafta kalıyorken genel bir sıfatlandırmanın aciziyetinde kalmamalı diyorum şiir. En öfkeli anınızda tepestaklak olmuş bir dünyanın içinde bulduğumuzda kendimizi, tutunacak bir daldan ziyade nefes alabildiğimiz küçük bir pencere olmuyor mu şiir aslında.

Diğer tarafa geçip okuyucu gözüyle bakıldığında çoğumuz yazan şairin vücuda getirdiği uçurumla paralel bir yaklaşımda bulunuyoruz. Hal böyleyken kimi zaman hayata en sıkı bağı ortaya çıkaran, kimi zamansa adam sende dediğimiz hayatın gerçeklerini göstermek için en dibe çeken, acımasızca arkamızdan iten bir kuvvete dönüşüyor şiir.

Behruz Kia: Zihne hitap, beyne hükmeden dizeler kural tanımıyor hayatımda. Belki de bu yüzden dönemlerine görede sınıflandıramıyorum okuduğum şairleri. Zira kelimeleri canlandıranlar zaman kavramının üstüne çıkıyor fikriyatımda.

Cezmi Ersöz: Sağlam ve dik duruşun, nitelikli yazıların çarptığı belkide en yüksek ve sert duvar değil mi piyasa kuralları. Maddi ve manevi birbirinden ayrılmadan daha da acımasızca artan bu kurallar silsilesi elbetteki yazarken nefes alan herkesi soluksuz bırakıyor. Kaldı ki inandığınız dosyanızla yüzünüze kapanan kapılar, Şiir mi? Basmam arkadaşım diye lakayıtça küçümseyen yayınevleri ve emeğinizi bedel karşılığı içeriğine gözatmaksızın Nasreddin Hoca'ya rahmet okuturcasına basmayı teklif eden simsarlar …  Bu düzeni tersine işletmek ütopik gibi görünse de, bireyselliğin gözardı edilebilmesi durumunda aşılamayacak gibi de görünmüyor.

Haydar Ergülen: Şiir de etkilenmek… Bu korkuyla yaşamak ve sırf bu yüzden dış dünyaya kapanmak insanın at gözlüğü takmasından başka ne olabilir ki?

İnsan vücudu bile tek taraflı beslenmeyle bir süre sonra iflas ediyorken doymak bilmeyen zihinlerimizi sadece kendi fikrimizle beslemeye çalışırsak ne kadar bararılı olabiliriz? Yetkin hiçbir kalemin böylesi bir korkuya kapılabileceğini kabul edemiyorum maalesef.

Şair yazmaya başladığı ilk andan son ana kadar zaten bir farklılık göstermemişse başarısız addedilmez mi?

Katettiğimiz yolu ardımıza dönüp baktığımızda nasıl değerlendirebiliriz? Şair için ulaşabildiği ya da ulaşamadığı, gözünün değdiği her noktadaki şiir kilometre taşıdır. Sadece iç dünyasıyla ve kendi eksenindeki yaşamla beslenen şair körelecektir inancındayım.

Lale Müldür: Şair şiirinde imgeyi ve şiiri gerçek hayattan kopartmamalıdır. Şiirin bir ayağı her zaman bir gerçekliğe yaslanmak zorundadır. Ve bir ayağınız bu gerçeklikteyken diğer ayağınızı kaldırabileceğiniz en yükseğe kaldırıp işte o aradakileri toplayarak bir şeyler yapmaktır. O nedenle her iki tarafta da bulunanlardanım.

Yelda Karataş: Düşünebilen ve konuşabilen bir varlık değil midir insan?  Hal böyleyken şairin varlığı, yaşam alanı, gözlemleri, fikriyatı ve etkileşime geçtiği tüm olgular şiiri vücuda getirir. Bir başka deyişle şairin varlığının yadsınamaz kanıtıdır şiir ve varlığını en iyi biçimde ifade edebilme şeklidir.

Zeki Çelik: Gördüklerimiz ve görmek istediklerimiz… Her ikisinin arasındaki ince çizgi. Hangi şair şimdiye kadar tam anlamıyla anlaşılmayı istemiş ki? Ya da hangi okuyan, yazanın ruh haline bürünüp noktası virgülüne okuduğunu anlayabilmiş ki? Bakmak ve görmek, duymak ve anlamak nasıl birbirine katışmayan kavramlarsa hayalgücüyle ya da yalın gerçek olarak yazılanlar da birbirine katışmayacaklar. Okuyucunun zihninde bırakılan haz beklentilerle alakalıdır birazda.  

 

Ölü Sevici Kent Hikayeleri Dirilişi

//Yırtın göğün rahmini;
Ölü doğuracak yoksa fikrim...//

Bir çırpıda sevmek istiyorum geçmişini.
Silmek hafızana doluşan ecinni düşlerini…

Sövmek ağız dolusu,
Ve bitirmek içimi kemiren endişeyi…

Şehrin ipe sapa gelmez ışıklarını çekiştirmek istiyorum;
Bilenen aydınlığına inat karartmak gökkuşağının renklerini…
Rakı masalarına meze yapmak muhabbetleri
Gömülürken mezara konacak gözyaşı şişelerini doldurmak,
Özlemek bilinen tüm hüzünleri
Mutluluğu en yakın posta kutusuna atmak için zarflamak…

İklimsiz bakışların arasında,
Yağmur ha yağdı ha yağacak derken düşeceğim fikrine.
Biriktirdiğin seni seviyorumlarını
Cımbızlayıp kırılacak kıvamdaki narin kelimelerinin arasından,

Müşterisi kalmamış bir orospunun yaralı kalbine yamayacağım…

Sokakların sağır ve dilsiz anlarında kavuşturdum
Tenimi jiletin şehvetli parlaklığına…

Başımda izansız bir duman,
Zihnimde aymaz bir intihar
Dilimde ağulu bir kelam…

Paramparça edilmiş bir yatağın ortasında
Dilime pelesenk olmuş bir dua,
Bilinmez ve görünmez tanrıya yakarışta
Hala seni arıyorum.

Öpseydin ölürdüm.
Öpseydin tersine dönerdi yüzünü çoktan dağıtmış dünya.
Eskici bağırtısına gizlenen hüzün düşerdi şehrin en metruk sokağına.
Taşları yerinden oynardı bu ölü sevici kentin…
Belki de dirilirdi kemikleri un ufak olmuş sevda.

Yüzü tanınmaz hale gelmiş bir hikâyeyi toparlama çabasındayım.
Ellerim yazmaya bu kadar yabancılamışken
Zihnimdeki bakire fikre tecavüze yeltenen kara bir güruh var.

Kelimeler arıyorum…
Bulduğum her kelimenin katline bir ferman yazıp yeni bir ölüm muştuluyorum.
Biliyorsun,

Bir Pazar;
Kanlı bir Pazar çürüdü etim.

Leş kargası kıvamında
Başımda dönen fikrimden kurtulmaya çalışırken,
Solumaya çalışırken yüzünü
Yaşama sinsi sinsi gülerken

Bir Pazar
Kahrolası bir Pazar fikrime düştün…

Parmak uçlarımda dalkagalan dumanın efkarıyla silkelerim zihnimi,
Kıyıda köşede sinmiş tüm bakışların zihnimde açtığı yarayla yaslandım arkama
Kahretsin,
Seni yine unutamayı beceremedim.

Şimdi yalnızlığın ufkumda açtığı yolda
Yaslanıp arkamda kalmış tüm sevdalara
Kışa siktir çekmeyi beceremeyecek kadar aciz yağan bahar yağmurlarını izliyorum.

Azar azar işliyor içime yokluğun
Azar azar eksiliyorum şehrinden
Azar azar ölüyorum …

Hiçbir şarkının nakaratına hapsedecek hayallerimin olmadığının farkındayım.
Kırık dökük peri masallarının ucundan çekiştire çekiştire yazıyorum bu öksüz hikayeyi.
Yamalı
Pejmürde ve küflü şimdi her bir cümlesi.

Bir Pazar
Kahrolası bir Pazar yargıla beni

Fukara gülüşlerim ve askıda kalmış sevişmelerim için
Hayta gülüşmelerin yakasına iliştirilmiş utangaç tebessümlere as beni.

Kıvrılan yol boyunca yavuklusunu gözleyen tazenin yüzüne yayılan aydınlıkta bul körelmiş kalemimi
Tut yakamdan ve alaşağı et yaşanmış tüm tecrübelerimi.

Ki;
Yorgun sokak köpeklerinin feri gitmiş gözlerindeki kadar bir yaşama sevinci düştü payıma,
Yıkılmış caminin ayakta kalan mihrabına hayran bakışların arasında
Çürüyen etimden daha ötesini gör artık…
Beni bir pazar;
Kahrolası bir pazar ertelediğim tüm sevdalarım için yargıla…


Barış Çelimli

 

 

1976 yılında Ankara Mamak'ta dünyaya geldi. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde El Sanatları bölümünü okudu. Uzunca bir süre müzikle uğraştıktan sonra şiir ve öykülerini çeşitli edebiyat forumlarında paylaştı. Beyaz Gemi dergisinde şiir ve öyküleriyle yer aldı.

Yayınlanmış Kitapları: Asfer (2010, Liman yayınları)
Hem Yusufum Hem Kuyu ( 2011, Kanguru yayınları)

 

Altay Öktem: Şiir bana hayatı önerir. Görmemi, sormamı, karşı durmamı, rahatsız etmemi, aşkı, kavgayı, insanı kısacası hayata bağlı önerir. Çağımdan sorumlu hissediyorum kendimi. Doğanın katliamı, savaşta ölen çocuklar, açlık, yoksulluk, adaletsizlik ve benzeri birçok şeye karşı hayatın içinde, hayata bağlı kalmalı ve bir şeyler yapmalıyım diyorum. Bu bağlamda evet bir uçuruma düşerken şiirin dalına tutunurum. Şiirin zaman zaman bana önerdiği olur tutunma hiçbir dala hızla düş diye. Dinlememeyi ,hayata bağlı kalmayı öncelikle şiirin dalına tutunmayı tercih ederim. Söz söylemem gerek. Tarihe küçük de olsa not düşmem gerek. Burada sözünü ettiğim uçurum bir metafor. Düştüğüm her uçurumdan geri tırmandım. Şiir hep yanımdaydı.

Behruz Kia: Çağdaş dünya şair ve şiirlerini yeterince takip ettiğimi söyleyemem. Şiirin yazıldığı dile hakim olmak isterim ama Türkçe dışında dil bilmiyorum. Çeviri şiir okuduğumda, kendi dilimde yazılmış bir şiirden aldığım keyfi alamıyorum açıkçası. Şiirin içeriği, anlamı, anlatmak istediği, işlediği konu ve vermek istediği mesaj konusunda aldığım şeyler oluyor ama şiirden bütünüyle keyif almak için o şiirin estetiği, sözcük melodisi, ritmi, söz oyunları ve benzeri teknik yapılarıyla da beni sarsın istiyorum. Burdan da anlaşıldığı üzere henüz aşamadığım bazı beğeni kurallarım var ve beğeni içinde keyiflik de arıyorum biraz.

Cezmi Ersöz: Öncelikle okumak ve yazmak temel işim, asıl uğraşım olsun isterdim. Başka kaynaklardan gelir sağlayıp okumaya yazmaya ve yayınlamaya bütçe denkleştirme kaygısından uzak olmak, zamanımın büyük bölümünü kütüphanemde ve çalışma masamın başında geçirmek isterdim. Velev ki bu imkanlara sahibim, niteliğine, inandığım, çizgisini kendime yakın bulduğum, yayınevi, dergi ya da herhangi bir kurumla, edebiyatın piyasa kurallarına boyun eğmeyecek insanlarla veya gerekirse tek başıma hareket ederdim. Zor ulaşılan, kapılar ardında değil sokakta, okulda, fabrikada, insanlar arasında olurdum. Önümde engel olarak gördüğüm şu an için öncelikle başta da söylediğim ekonomik koşullar var. Toplumu edebiyattan uzak tutan, eğitim sistemi, medya, kültür politikaları, gibi büyük sorunlarla topyekün, örgütlü çalışmalar yapılması gerektiğine inanıyorum.

Haydar Ergülen: Elimden geldiğince takip ediyorum. Hem kendi kuşağımdaki hem de önceki kuşağın şairlerini ve şiirlerini takip etmeyi gerekli görüyorum. Etkilenmek kaygısı yerine öğrenmek heyecanı daha ağır basıyor. Kendime özgü bir şiir dili yaratma çabam var ve bunu başarabilmem için benden önce insanlar neler yapmış, ustalar neler söylemiş, kendi kuşağım neler yapıyor bilmek, öğretiyor, fikir veriyor bana. Şiirde etkilenmek olabilir bu kopyalamak, söylenmişi söylemek olmadıkça başkasının imgesini fikrini şiir dilini kendine uyarlamak yoluna girmedikçe, alınan etkiyle yeni bir fikir, söz, imge yaratılabilir.

Lale Müldür: O eşiğe gelip tekrar o simülasyona düşerim sık sık. Zaman zaman o yıldığın ışığının eşiğinde buluyorum kendimi fakat adım atacakken omzumdan tutup çeken birçok şey var hayatımda.

Yelda Karataş: Şiirle varolmak... Söylenişi hoş geliyor ama bunu söyleyemiyorum şu anda. Şiirle kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Şiir olmadığında da varım. Şiir hayatımın en önemli öğelerinden birisi fakat şiirle varım diyebilecek güce, donanıma ve yaşam biçimine ulaşmış yeterlilikte bulmuyorum kendimi.

Zeki Çelik: İnandırıcılıktan öte daha etkilidir derim. Örneğin Filistin'de tanka sapan çeken bir çocuk için yazılmış güçlü bir şiir o çocuğun ve o halkın davasına inanmamı onun yanında olmamı sağlar etki gücünden ötürü. Bilinenin özünü söylemek gerekiyor ve bu işi en iyi şiir yapıyor.

 

Söz Dirilenir

Açılır sözün sandığı
Söylenir nice zaman
Söylenmeyen ne varsa
Gizin üstündeki toz silkelenir
Özün içindeki köze yel olur

Sözün damarına yürür
Kan misali bu sevda
Direncime can gelir
Yollara düşer dilim
Soluğum türkülenip
Sesime yuvalanır
Şiirimin dağlarında
Heceler ceylan olur

Açılır sözün kilidi
Nefesi tutsak eden
Kafesi kırar sevda
Buzun altındaki köz dirilenir

Gözün içindeki tuza gel olur

 

İnan Ulaş Arslanboğan

 

 

1977 yılında İstanbul Üsküdar’da doğdu. Öğrenimini İstanbul’un çeşitli okullarında tamamladı. Bazı gazetelerde köşe yazarlığı yaptı. Levent Kırca’yla çalıştı. İnsanları güldüremeyeceğini anlayınca bıraktı.  Yunus Emre Şiir ödülü verildi almaya gitmedi. Şimdi dergilerde şiir yazıyor.

 

Altay Öktem: Nilgün Marmara ve Özge Dirik gibi düşünüyorum. Ve hatta Mişima’nın kafasıyla düşündüğümü söyleyebilirim. 

Behruz Kia: Şiirin geçmişten geleceğe uzanan bir yol olduğunu düşünüyorum. İlk yazıtlardan bugüne ve bu yüzyıldan da bilmediğimiz geleceğe doğru gidecektir. Beğeni keyfiliği içinde barındıran bir kelime olduğundan doğrudur. Haz ve okuduğumda beni yaralayan insanları okumayı severim. Kimleri takip ediyorum sorusu ise şu dönemde oldukça karışık.  

Cezmi Ersöz: Edebiyatın kapitalizmin dışında bir olgu olduğunu düşünmemekle beraber, gittikçe kirlenen insan ilişkilerinin de edebiyatın dışında kalmadığını görüyorum. Edebiyatımız iki ironi içinde ilerliyor. Ülke demokrasisinden daha ileri düzeyde edebi gelişkinliğe/”demokrasiye” sahibiz. Bu bir, ikincisi; edebiyatın gelişkinliği elbette insanların kafa yapısının değiştiği anlamına gelmiyor. Feodal ilişkilerin edebiyatımıza yerleşmiş halde olması, kafa kol ilişkileri çok fazla insanı küstürdü, küstürecek. Bunları aşmak için ne düşünüyorum? Bence şimdiye kadar yapılanı yapmasak daha rahat nefes alabiliriz.

Haydar Ergülen: Öncelikle kendi kuşak şair arkadaşlarla -en azından İstanbul’dakilerle- sık sık bir araya geliyorum. Birbirimizi daha çok yazdığımız kitap, dergi ve fanzinlerden takip ediyoruz. Eski kuşak şairleri ise kitaplardan ve yazdıkları dergilerden takip etmeye çalışıyorum. Şiirde etkilenme feyzalmak mutlaka hepimizin tarihi etkilenme ve feyzalmakla başlayıp yazılarımızı-şiirlerimizi olgunluk seviyesine eriştirdikten sonra kendi fay hattımızı bulup oradan ilerliyoruz. Şunu da eklemek isterim. Okumayıp yazmak kendi ayağına sıkıp sonra depara kalkmak gibi bir şey.

Lale Müldür: Uyuşturucu kullandığımda evet.

Yelda Karataş: Şiir kendimle baş başa kalabildiğim tek alan bu yüzden hem kendime ayna tutuyor hem de aynadakinin kendim olduğunu görüyorum. İstediğim tek şey bazen kendim olmamak.

Zeki Çelik: Şiir yazın türlerinin en saf dili, az kelimeyle çok şey anlatmaya çalışan başka bir dal, sıklet yok. Bu yüzden hayal gücü bile yetersiz kalabilir. Başlangıç olarak 29 harfin yetmediği düşüyorum yani Ermeni alfabesine baktığımızda bizden daha şanslılar. Ve “biz” çok az Ermeni şair yazar tanıyoruz/biliyoruz.

Anlam; var olanın, olmuş üzerine düşünülmüş halidir. Kanımca bilinmek çok görece bir olgu. Hayatlarımız çok kısa ve hızla geçerken öldükten yani “elveda dünya, merhaba kainat” dedikten sonra bizim yazdıklarımız, bizim genlerimizden olanların –tabii telif vs işlerse-  banka hesaplarında küçük hareketlenmeler olarak var olacak. Şiirin çok zevkli bir uğraş olduğunu düşünmüyorum. Sürekli içinde acıyı barındıran ve yaramızı kanatıp en büyük yara benim der gibi yazıyoruz. O yaradan hoşlanıyorum. Hepsi bu.

her şeyin başkası

erdemi uzağa taşıyan gizliler
kulelerinde bazı manzaralar görünüyor, dünya kötüleşti ve çocukların ellerini bıraktık 
yadigar. 
bize şefkatle yaklaşan devletler, bizi doğurup sokağa bırakan anneler 
içip dağıtmamız kendimizi kırk ayrı parçada bulmamız 
ağzımızdaki sabah tadını bozan papatya çayı ve biz 
hangi vakit kendimizde kalıyoruz, meçhul
karanlığa bakan kulenin binlerce gözü var
ellerinde ter bile değiliz, zoraki yaşama arzusunun verdiği çek 
hep karşılıksız çıkıyor. yarım bırakıp bir şeyleri 
bu hayatta olabilir. olmaz deme işte ordan
kalkasım var.
viyagra ve doğum kontrol hapları satan kule 
ordularda bir ara çocuktular 
kadınların kerhane önünde inanılmaz baldırları
kimsenin vakti yok yatmaktan başka
kimsenin vakti yok savaşmaktan başka
kimsenin kalkası yok hayattan
kalmaların en renklisindeyiz 
kara!
borsalarda tarihin akıllı vizyon çalışmaları 
çocuk mamaları ve likit fonlardan geçiyor 
ince gelincikli bir çağ, yoka yazan esnaf defterleri arasında
seni sevmem çok zor görünüyor. aldatmam hep hazırol’da 
kimseye ince değilim sevgilim hayat kürtajlı hergelenin teki. 
ve aklımı yitirdiğim saatlere yalvarıyorum biraz doğuya doğru götürsünler çocukluğumu! 
uçdoğular ileribatılardan daha yeşil ve yayla 
üstelik ağaçları da, dağları da eksik değil
“asfaltlı geçmişimden, iki çocuk kalacak ileriye 
biri doğmuş olan, birini doğuracaksın daha 
benim oğlum doğduğunda İsa arkadaşım olmuştu, sonra onu da öldürdüler.“
kalmayacak geriye şu beton dünyadan başka bir şey, 
tut elimden aklımı uzaklara götür, gözlerim sende kalsın 
baktığın yerler uzak olsun, 
gidip dönemeyelim. 
hayata oturanlar, kalkmasını bilmedikçe cesaretlerini yine onunla sınarlar 
ölüm! o gizli gardiyanı beynimizin, karanlık. bilmeme ihtimalimiz yok 
yokun tarihinde garip mezarlıklara karanfil götürdüğüm eskimemiş yoldaşlarım
şimdi kemikler.
ziyanı yok, heba edilenin 
kimseye uygun kıyafetler ve moda tacirleri su samuru piyasasında en sevilenlerden 
at yarışlarında dinlediğimiz klasik, yüksek tavan ağrılarımız 
damarlarımızı delen doktorlar, hayatta kal hayatta kal hayatta kal diye baypaslar 
kendimi kestiğim jiletlerden gemi yaptım 
yüzmediler asla kanımdan başka yarımadalarda
sırtımdan kalbime doğru kayan hançer yarası dünyadan kalma 
sokma, çıkarma öyle güzel. yerli yerinde hayat, ciğerlerimde büyüttüğüm sigaralar
bar çıkışı kavgalılarıma ilk yardımı reva görüşüm 
hayat sevgilim; hayat kimseyle yürümek değil 
yoksa önünde cesur bir pankart 
ve kule sarsılmayacak bayrak edasında betonarme bir yapıysa 
en kudretlisini yıkmak için hazırlayalım nike’larımızı 
memleketin sigortalısıyız 
hemşire hemşire hemşire 
kanımdaki ağrının nedenini söyle 
benden çıkartılan yarım ümitler 
nerede, kime nakil? 
ya da şanlı değiliz doğduğumuzdan bu yana
ah güzel kardeşlerim foto finish’te hepimiz
bir nevi Halis Karataş’ız!

 

Elif Yaren

 

 

Malatya’da doğdu. Küçük yaşlarda İstanbul’a gelerek yaşamını burada devam ettirdi. 2010 yılında Trakya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünü kazandı. Bugün öğretimine ikinci sınıf öğrencisi olarak devam etmekte... Edebiyat ile küçük yaşlarda okur olarak ilgili iken ilk edebi yazı denemelerine on dört yaşında başladı. Daha önce düz yazı türleri üzerine yoğunlaşmışken şiirle 2008 yılında arasını düzeltti. Denemeleri Melantis Edebiyat Dergisinde, şiirleri Sunak Dergisinde yayımlandı. Bugün şiir ile ciddi ve daha yakından ilgilenmekte…

 

Altay Öktem: Şiir uçurumdan düşerken tutunabildiğim bir dal değil uçurumun ucundayken kendimi itebilmek için uygun bulduğum tek anlamlı sebep. Sözünü ettiğim uçurum bir metafor değil, bu ruhumdaki parçaları bin bir çaba ve yıkımla bir araya getirdikten sonra içimdeki sonsuz merdivenin tırabzanlarından atmak. Atmak… Ve tekrar atmak her yeni şiirde... Bu sona ermeyen, bitişi olmayan ve her seferinde daha şiddetli nükseden bir dirilme şekli. Hem tüketen hem de besleyendir. Buna o yön verir. Aşk gibi.

Behruz Kia: Louis Aragon, Konstantin Siminov, Octavio Paz … Beğenilerim içinde mutlaka ki bir keyiflik bulunur. Şiir her ne kadar zekanın birer ürünü olsa da, aslında büsbütün duygu işidir benim için. Gözlerim kelimelerde ilerledikçe -hissettiklerim her ne olursa olsun kategorilendirmeden- o hazzı mümkün olduğunca gerçek yaşarım. Hissetmek keyif verir.

Beğeniyi ise içsel olarak bir takım kurallarla sınırlandırmak benim için mümkün değil. Elbette anlatımda izlenen yol, dil, kullanılan ve yan yana gelen tüm o kelimelerden ve seçimlerden oluşan her detay bir bütünü oluşturuyor. O bütünü beğenmek demek benim açımdan tüm o detayları beğenmekten geçiyor. Bu, şairin yazarken içine girdiği durum ve kendi dünyasının birer yansıması…

Cezmi Ersöz: Günümüz yayınlarına baktığımızda yazar özellikle de şair yığılması ile karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Yazılan çok yazı ve basılan çok fazla kitap var. Ve açıkçası bunlar için ‘’herkes’’in kolaylıkla kendisine uygun olduğunu düşündüğü seçenekleri bulabildiklerine inanıyorum. Fakat burada önemli olan imkanlar ne olursa olsun kişinin kendisinin ne istediğini bilmesidir. Bence içi boş ve hafif edebiyat niteliği artırmanın aksine genel kaliteyi olumsuz yönde etkiliyor ve kalıcılığı olanaksız hale getiriyor. Buna dahil olmayı istemek bile bana göre değil.

Önümdeki engelin ise ben’den ibaret olduğunu düşünüyorum. Şairin kendi kendine ‘’ben tamamım, şimdi yeterliyim’’ dediği bir an olduğuna inancım yok. Bu nedenle hep bir ‘’ben’’ yarışı içinde olarak bir takım engelleri aşmak mümkün olabilir. Diğer yandan elbette ki kendi kendimizin etrafında dönerek bir gelişim gösteremeyeceğimizi de biliyorum. Bu nedenle her şey okumaktan geçiyor. Bulduğum her şeyi okumak bana karşılaştırma seçeneği sunuyor, hissetme seçeneğini veriyor, anlama, anlatma, kendimi tanıma ve uygulama hatta…

Haydar Ergülen: Ustalığa eriştikten sonra şiirlerini başka bir kalıba oturtan ve o doğrultuda ilerleyen şairlerin içsel değişimleri nedeni ile bunu yaptıklarını düşünüyorum. Yani bu sadece yüzeysel bir gelişimden ibaret değil bence. Şiir büyüyen bir ürün, sınırlandırması olanaksız ve bu bağlamda kalemin işleyiş şeklini tek bir kalıpta görmek de mümkün değil. Şaire ait her şiir bir öncekinin fazlasını mutlaka ki gösterir.

Etkilenirim düşüncesi ile şiir okumayan ama yazan arkadaşların sadece kendi içgüdüleri ile ürettiklerini göz önünde bulundurursam bu tam anlamı ile yaratıcılığı ve gelişimi kısıtlamaktır. Çünkü kendi ürettiklerinin dışında başka, bambaşka şairlerin eserlerini okuduğunuzda sizi nasıl, nereden, ne şekilde etkileyeceğini ve etkilendiğiniz o eserin size ne yazdıracağını bırakınız ne düşündüreceğini bile kestiremezsiniz. Edebiyat, ruhu çok enteresan yerlerden kavrayıp insanları ciddi anlamda şaşırtabiliyor. Buna izin vermek gerekli…

Şiirde etkilenme ise her koşulda her insanda var olan bir şeydir. Bahsettiğim gibi bir yapıtın diğer yapıt üzerinde biçimsel olmasa bile düşünsel olarak mutlaka etkisi vardır. Önemli olan etkilenilen duygu ya da biçimi kendine harmanlayıp olabildiğince özgün bir biçimde ürünü oluşturmaktır. Eğer şair kendini kendi yeteneklerinin akışına bırakırsa bir noktadan sonra şiiri siz yazmaz olursunuz, şiir sizi yazar.

Lale Müldür: Bir sebep… Bir gün gerçekten bir şey oluyor -bu gözle görülür olsun ya da olmasın fark etmez- sıradan bir günün herhangi bir saatinde ve o andan itibaren gerçekten de hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Daha önce bildiğiniz her şeyin anlamı değişebiliyor, baktığınız her yer o andan sonra tekrar baktığınızda asla eskisi gibi değil. Sadece ruhunuz değil bedeniniz de kimi zaman alır nasibini. Bu bir sancı, bu bir değişim. Bu bir şans… Kendini bulmak, kararlı bir cümle… Birden o kuvvetli sarsıntı ile bünyede varlığından dahi haberimin olmadığım yerleri keşfettim ben. O andan itibaren kendimi bulmak değil kendimi nerede aramam gerektiğini bilir oldum. Hala o sarsıntının etkisinde olmam ve o etkiden çıkamayacağımı bilmem ise bunun kanıtı olsa gerek.

Yelda Karataş: İkisini birbirinden ayıramayacağım bir düşün içindeyim. Bunun belli bir sırası ya da ayrımı gerçekten var mıdır? Şiirle kendini ifade ederek var olur şair. Kendini kendine anlatmayla başlıyor ve ardı arkası kesilmiyor bunun. Çünkü bu bir meslek değil. Başka bir var oluş biçimi uymuyor ruhuma diyorsunuz ama bunu söyledikten hemen sonra zaten başka bir biçim bulunmadığını idrak ediyorsunuz. Bir noktadan sonra şiir hem yaşamaya sebep hem de ölmeye…

Zeki Çelik: Şairin hayal gücü ile oluşturduğu yapıtları ustaca buluyorum. Gerek gözlem gerekse yaratıcılık bakımından bir adım öncemmiş gibi gelir bana. Ya da benim yapmakta yetersiz olduğum bir şey olduğu için de böyle düşünüyor olabilirim. Ama inandırıcılık kısmı oldukça başkadır. Okuyucu okuduğu eserin yazan tarafından gerçek olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varamaz, varamıyor da… İnandırıcılık bence okuyucunun okuduğundan aldığı kadarı ile ilintilidir. Bilinmek ise bir arzudan ibaret… Ben varım, buradayım, yazdıklarım burada, yazdıklarımın içindeki hayal gücü ya da gerçek de burada duruyor. Benim bilinmemem varlığımı değiştirmeyecek, yaşadıklarımı ve yaşamadıklarımı da, sancılarımı ve duruşumu da… Anlamı var eden ilk koşul bilinmek değil anlatabilmeyi başarmaktır benim için. Çünkü bunu gerçekten başardığımız takdirde bir gün bilineceğimizi de biliriz.

 

Bir Çiçek Bir Bıçak

- Seni karanlığa kadar takip edeceğim küçüğüm, düştün. -


Bir çiçek - bir bıçak,
Cüzamlı küfürlerin tadına bakarak bu sevişmek ki
Gölgesiz varlığıma yokluğunla düğüm atmak…
Duman altı masaların kırık ayağıyım ben,
Bak.
Yüzünün kenarını kıvır ! 
İstemiyorum kaçıncı öpüşte kaldığımı unutmak.

Bir çiçek – bir bıçak,
Yine de sen…
Kendi yalanında kendini unutan yakışıklı dil’enci…
Umurundan öpmek istiyorum ! 
Beni göğsünde kır ki şansımıza sürtüneyim… 
Çünkü biz hala noktasıyız 
Centilmen bir suiistimalin…

Bir çiçek – bir bıçak,
Ters gidiyoruz hayata, 
Gece birazdan kendini yakmaya kalkacak.
Bir şangırtı içimde,
İçimde bir şangırtı ile iniyorsun yere. 
Bacaklarım kapalı,
Sırtım meşgul,
Lütfen dudaklarımı daha sonra tekrar dene ! 

Bir çiçek – bir bıçak, 
Tepki ver aşk !
Bıçakta menekşe, menekşede üç yara… 
Bir kaldırıma çıkıyorsun içimde 
Çiziyorsun duvarımı ahlaksızca !

Hala sen orada, 
yangınını üfleyerek söndürmeye çalışan adam… 
Zamanın meme uçlarına insaflı davran…
‘‘Şimdi’’lik seninim. 

 

Serap Orhan

 

 

Biraz isyan, çokça hüsranım. Nefes alabilmek için yazarım...

Ne feminizm,
Ne egoizm,
Ben terbiyesizm!
Edebi(ha)yatın hayatı ilgi alanım,
Edebe yazacak kadar daha olmadım...

Bağıra bağıra anlatasım var ve hatta bağıra bağıra ağlayasım var,
Gözlerim acısını sıvı halden katı hale geçirmeseydi ağlardım da,
Neler yaşadım bilsen, ne kazıklar girdi g*tüme,
Ve ne köprülerden geçtim, ne köprülerden geçmeye çalışırken suya düştüm,

Boğdum çocukluğumu, boğdum genç kızlığımı ve boğdum kadınlığımı,
Ellerime hamur değmedi hiç benim bilir misin,
Ben hiç gece kalkıp kızımın üstünü örtmedim,
Kadın olmayı yatakta öğrettiler bana,
Ben erkeğim diye gezdim hep yollarda ,

Gece yarıları evdeki tüp bitince babam serabı gönder alsın derdi anneme,
Ve ben korkmadan gider alırdım,
Mahallemiz belalı,
Her köşe başında esrar satan tüccarlar,
Her köşe başında et pazarlığı yapan pezolar,

Yanlarından geçerdim gözlerinin içine baka baka ve korkutmazdı beni sarhoşlar,
Sadece ağaçların gölgelerinden ürkerdim,
Adımlarım hızlandımı anlaki bir selviyi deve benzettim.

Çocuk denecek yaşta giydim gelinliği,
Ve yine çocuk denecek yaşta aldım kucağıma kızımı,

Kızım 8 yaşında, içimde ki çocuğa ihanet etmemek için,
Ben anneliği hala öğrenmedim.

Kısacası;
Yüreğim çok küçük tıpkı benim gibi,
Boyum bir elli.
Ama yaşadıklarım devasa,
Sığdıramıyorum o küçücük et parçasına,
Sığdıramayınca da taşıyor işte harfler,
Heyelan yaratıyor aklımda,

Sonra paylaşmak istiyorum insanlarla,
Tabi ben yaşadım diyemiyorum çoğuna,
Şizofrenim yüksek,
Ben hayal gücümü değil,
Hayal gücüm beni kontrol ediyor hep,

Hayalden kadınlarım var canlı kanlı,
Hayalden erkeklerim var kaslı, pazılı,
Düşlerim var bir uçları kırık,
Ve masum çocuklarım var düş kırıklarından elleri kesik,

Biraz isyan, çokça hüsranım. Nefes alabilmek için yazarım...

 

Altay Öktem: Şiir insanı hem hayata bağlar, hem uçurumdan yuvarlar. Farklılığının farkına varmış insanların, kendilerini ifade edebilmek için yarattıkları 'sanat eseri' olurken kendileri de 'sanatçı' diye isimlendirilir. Kimi hayata bağlanmak için bir tek kelimenin ucuna bağlar kendini, kimileri uçurumdan yuvarlanırken canı daha çok yansın diye yazar. Belki de ölemediği için yazar, benim gibi.

Behruz Kia: Tesadüfen sevdim ben hep şiirleri. Mesela ortaokulda sıramın üzerine kazırken 'çile'yi, N.F.Kısakürek'e ait olduğunu bilmiyordum. Ya da şiir defterime yazarken lisede ' görüşmecim yeşil soğan göndermiş, dağlarına bahar gelmiş memleketimin' dizelerini Ahmet Arife ait olduğunu bilmiyordum. Alaylının da alaylısıyım. Bu gün ise, bam telime basan kim varsa, ciğerimin solundan vurup nefesimi kesen bütün kalemleri okuyorum.

Cezmi Ersöz: Yayıncı kapılarında beklemeden ve yayıncılara öpülmeden kitap çıkarabilmek, çıkardığım eserlerin layıkıyla değerlendirilmesi. Özellikle 'argo' diye nitelendirilen kelimeleri yazım hayatında kullanan bir yazar olarak, 'yazar' diye nitelendirdiğim insanlar tarafından 'kadına küfür yakışmıyor, dilin neden bu kadar sert' gibi kalemimi kalemim eden gerekçelerden vaz geçirilmeye çalışılmam fazlasıyla canımı sıkıyor. Peki ne yapmayı düşünüyorum? 'Ben göte göt derim' arkadaş o kadar.

Haydar Ergülen: Bu korkuyu hep içimde taşıdım. Çok fazla takip edip okuyamasamda, sanaldan ve imkanlarım dahilinde okuyorum. İnsanlar aynı şeyleri hissedebilirler ve bazı insanlar hissettikleri aynı şeyleri, aynı kelimelerle ifade edebilirler. Örn. kalemim Can Yücel'e, Neyzen Teyfik'e ve Nazım Hikmet'e benzetilir. Sebebi: Canımız yandığında veya sevindiğimizde hissettiklerimizi aynı kelimelerle ifade etmememiz.

Lale Müldür: Ölemediği için yazanlardanım.

Yelda Karataş: Varolmam için kendimi ifade etmem gerekir. Ben kendimi en güzel şiir yazarak ifade ediyorum. Saatlerce bir insanın gözlerinin içine bakarak konuşmaktansa, arkasından tek satırlık şiir yazmayı yeğlerim.

Zeki Çelik: Aslında olmasını istediklerimiz değil midir hayal ettiklerimiz ve bu yüzden bir parçamız (beynimiz) yaşamamış mıdır o hayali. Yaşanan her şey gerçektir. O halde hayallerimiz de gerçektir. Anlamı var eden ilk koşul, algında ki derinliktir. Elinde elma yiyen bir çocuğu görünce sokakta, ısırdığı elmayı dünya, her ısırığını da menfaat uğruna insan kanı içen caniler olarak görebilirsin mesela.

 

kırmızı çekmeceli morg

sıcak bir morgun kanı fokurdayan bekçisiyim ben,
şşşttt susun, sayım zamanı şimdi.

1.çekmece de
kırmızı rujuyla,
bir istanbul orospusu, sevda.
topuklarında istiklal,
vücudunda derin çakı izleri,
kıvrımlarında izbe virajlar,

saçlarında arsız sokak çiçeği, reyhani.
gitmeye beş kala tazelemiş olacak ki,
hala ölmemiş rujunun rengi.

2.çekmece de
lacivert kefeniyle,
bir istanbul delikanlısı bedri,
elleri belinde çok gezmiş olacak ki,
hala leğen kemiğinde eli,
mimiklerinden silinmemiş son sevdasının nefesi.
ve o kadar erkek ki elmacık kemikleri.
ah bedri,
çok kadın ağlattın belli.

3.çekmece de
iğne oyalı kefeniyle,
harranlı bir gelin zeyno.
iki kaşının arasın da güneşten dövme,
ilk tanrısına minnet edercesine,
edepten zülüfler dökülmüş gözüne,
tırnaklarının üstünde kına, içinde tezzek,
zeyno,
genç kadın, yetişkin çocuk,
avuçları yarık, tabanları çatlak.
dilinde bir türkü yarım yamalak.

4.çekmece de
tanrının doğduğu yerden bir nefes,
sarı gelinin damadı hrant,
takla atmadı diye,
güvercini vurmaya içilen ant.
memleket göğüslü adam,
sırtından vurulmayı hak etmedi hrant !

5.çekmece de
yar,
haydarı kerrar,
ağlayayım dedim ağlayamadım.
bir kıvırcık zülüf kesti yolumu,
ali nin sazı takıldı gözüme,
gırtlağında kalmış son okuduğu bozlak,
bir zılgıt feryadı figan ediyor bedenden,
nafile, çağırma geriye dönmez seneler,
artık bütün sazlar ali diye iniler.

yutkunayım dedim yutkunamadım.
bir parça baba sevgisi,
bir el anne dokunuşu takıldı gırtlağıma,

hayat kaldı boğazımda,
sırtıma vurun boğuluyorum...