müzik
- hâl / Soner Olgun
- Öncesi Hukuk eğitimi alıyordunuz ama daha sonra bıraktınız ve Güzel Sanatlar bölümüne yöneldiniz, mezunu oldunuz. Bu dönemler üstelik gazetecilikte yaptınız. O yıllarda müzik hayatınızda ne kadar vardı, nasıl bir aşktı? Özetinde sizden o yılları dinleyebilir miyiz?
- O dönemler müzik hayatımda elbette vardı. Şimdiki adı ile Bornova Anadolu Lisesinde yatılı okuyordum ben. Okulda 160 kişilik çok sesli halk müziği korosu kurmuştuk ve ortaya iyi işler çıkartıyorduk. Hatta bu anlamda yarışmalara katılıyor dereceler alıyorduk. Ben iyi kötü şarkı yapmaya o yıllarda başladım zaten. Ama önemli olan şuydu, o kadar ciddi müzik yapmamıza rağmen bir meslek olarak düşünmeme soyluluğu vardı üzerimizde. Bazı şeyler insanın hayatında vazgeçilmez değerlerdir ve bir para ölçütü olmaz, hayatın içinde bir ideal olarak kalabilirdi sadece. Evet müzik çok önemliydi hayatımda ama profesyonel olmayı hayal bile etmiyordum. Gitar, bağlama çalıyordum. İzmir'de Çağdaş Türkü isimli topluluğu kurmuştuk. Ankara'da ki Tolga Çandar'ların meşhur Çağdaş Türkü'sü yokken henüz bu piyasada. 1970'lerin sonunda daha çok gençken bizler başlamıştı konserleri Çağdaş Türkü'nün. Burada söylemek istediğim müzik çok önemliydi belki de hayatımızda en iyi başardığımız şeydi. Tekrar söylüyorum bir meslek hedefi değildi aynı şekilde tiyatro'da öyle. Ben tiyatro'da yapıyordum, kendi çapımızda. Bir hedefi yoktu işin, çünkü bir avukat olacaktık.
Hukuk okuyor olmanın bana göre bir iş olmadığını kavrayıp vazgeçtim. Tiyatro'da Turgut Özakman dramatik-yazarlık dersi veriyordu İzmir'de Güzel Sanatlar'da ve ben onun öğrencisi olmak gibi bir hedefi seçtim sonra. Sınavlara girdim ve kazandım, onun öğrencisi oldum. Onunla öğrenci-öğretmen ilişkimiz 2-3 yıl gibi çok kısa sürdü ve kendisi Ankara Dil Tarih'e geçti sonra. Hayatımda feyz aldığım sayılı 3-5 kişi vardır ve onlardan bir tanesi Turgut Özakman'dır. Hani çok önemli bir laf vardır. Ne yazdığın değil nasıl yazdığın önemlidir. Bana yazma mantığını, kavramını ilk öğreten, beynimi açan bir insandır. Bu arada gazetecilik evet tamamen ekmek parası için devam eden bir meslek oluyordu bende. Üniversiteyi okumam için yaptığım tamamen. Böyle olunca da, kendiliğinden bir aşama kaydedince de üzerimde kalıyordu, kaldı da.
Müzik olsun, edebiyat olsun bütün bu uğraştığım şeyler gazetecilikte yarar hâle gelmişti bana. Genel kültürün geniş, elin kalem tutabiliyor bakıyorsun röportajlar yapabiliyorsun, kolejden kalan bir de yabancı dilin var, tüm bunlar sende olunca zaten donanımlı bir muhabir oluyorsun. Yazı işleri müdürlüğü derken genel yayın yönetmeni oldum. Masrafların karşılanıyor, kiraların ödeniyor falan genç bir adam için kimseye nasip olmayan şeylerdi bunlar, o dönem için mucizevi avantajlardı elbet. 1984-85 yılında İstanbul'a geldim evet bir yandan da ayağımı yere basmaya başladım. 90'lı yıllarda heyecanda tükenince bende müziğe doğru yol aldım. Müzikte demeyelim aslında biraz daha bağımsız kalabilmeye doğru ilk adımlardı bunlar.
- Bu ilk adımlarınız sizi bugünlere taşıyan bir yolculuğunuz oldu bir anlamda.
- Bu adımlar da çok açıktır aslında. Nükhet Duru'dan gelen bir teklifti. Eğer ondan olmasa Cem Karaca'dan, ondan olmasa Tanju Okan'dan bir şekilde gelen bir teklif olacaktı bir taraftan. Son dönemde meslek icabı ya da avantajı tanımadığım müzisyen, şarkıcı hatta ve hatta politikacı kalmamıştı. Gün boyu kendileri ile oturuyor işlerimizi yapıyorduk. Akşamları da buluşuyor, saz-gitar çalıyor, şarkılar söylüyor, şiirler okuyorduk. Bu esnada ortam içinde ister istemez etkileniyorsun zira esas yapmak istediğin bu. Teklif sonrası Nükhet Duru albümü Mahmure'nin yer aldığı Aç Gözünü Adamım'la başlamış olduk özetinde. Şansımda iyi gitti ve ilk şarkılarım popüler oldu böyle.
- Daha sonra 92 yılında ilk albümünüz ‘'Letafet'' iki yıl sonrasında ise albümünüz ‘'Herşey Yolunda'' yerini aldı müzik dünyasında? Peki Albüm yapmaya nasıl karar verdiniz?
- Albüm yapma isteği yoktu içimde. Arka plandaki adam olmayı, şarkılar-prodüksiyonlar hazırlamayı tercih ederdim ben ki, bu popülerlik de farklı cazip gelmedi bana. Nükhet Duru ile çalışmamın devamıdır bu albümler ve sevmeyeceğim şeylerden kaçtığımdır. Aldım bağlamamı elime ve sahneye başladım ve ondan sonra da piyasa ile ciddi bir ilişkim olmamasına özen gösterdim hep.
- Buradan evet bar programlarınıza gelmek istiyorum. Uzun zamandır Patika'da sahne alıyorsunuz? Ya öncesi?
- 1996 yılına kadar değerli yerlerde sahneye çıktım. Sine Kabare vardı sonra Taka, Oba, Güverte. Hatta bana açılan bizzat Kuruçeşme'de Letafet. Sonrası yine bir dönem Sine Kabare. Hepsi aslında iki yıl gibi bir zaman sürdü ve 1996'da evet Patika'da başladım sahneye ve o gün bugündür orada aralıksız sahne aldım.
- Sahnede uzun soluklu kaldığınızı ve bu süre boyunca Türkü'den Caz'a, Blues'dan Pop'a bir müzik ziyafeti yaşattığınızı biliyoruz. Bu çok renkliliğinizi müzikte nasıl değerlendiriyorsunuz ve repertuarınızı nasıl hazırlıyorsunuz?
- Kendi özgeçmişim, birikimim tabii ki; Bir eğitim alıyorsunuz ve onun önemi, etrafınızdaki insanların gücü. Bir yanda Queen, Deep Purple dinliyorsunuz ama kökeniniz Fethiye'nin Kaya köyü. Oradan da aslanlar gibi bir Ege – Teke kültürü var üzerinizde işte bu. Sonra Beatles'larla başlayan ve ismini de saydığım bu gruplara varan bir rock etkisi ardından Cem Karaca'lar, Erkin Koray'lar, Hümeyra'lar derken kendi seçimlerinizi de yapıyorsunuz zaten. Kendi şarkılarınızı da ufak ufak söylemeye başlıyorsunuz. Tüm bunları toplayıp ortaya güzel bir harman çıkartırsanız, Türkiye'de yetişecek bir insanın, bu ülke için doğrusu ne olmalıdır gibi bir sorunun yanıtını da kendi kendine vermiş oluyorsunuz.
Bir de estetik bir filtreniz var tabi. Bunu da önemsiyorum. Oluşturduğum, inandığım, iyisi ile kötüsü ile anlamında sürekli kullandığım bir filtre bu. İyi şeyler olduğu gibi çok kötü şeylerinde yapıldığını düşünüyorum. Kötü şeylerle evet dalgamı geçiyorum, iyi şeyleri de keyifle sunmaya çalışıyorum. İşin içinde merak ve araştırmacılık da var. Kişisel gelişimizdeki bir merak bir de bu. Nedir bu mesela; bugün latin müziklerle tanışıklığınız var örneğin, uzmanı değilsiniz ama bir müzisyen olarak ilgileniyorsunuz ve bir yerinden yakalıyorsunuz.
Ben sahneye çıktığımda yetişkin ve olgun biriydim. Ne yapacağımı da biliyordum ve ben türkü ağırlıklı programa başladığımda Türkiye'de bir tane türkü bar yoktu. Bağlama ile sahneye çıkan benden başka biri yoktu ve herkes ama herkes benimle dalga geçiyordu. Ben bar dizaynı da çıkmadım hiç, gece kulübü dizaynı çıktım sürekli sahneye. Saat 12 civarları başladı programlarım. Canımın istediği için, seçimimden dolayı yaptığım için kimsenin anlaması da gerekmiyordu tabi. 8-10 saatte beni indiremiyordu kimse bu yüzden sahneden. Büyük bir şansta dinleyicim oldu hep, onlar olmazsa olmazdı, kime söyleyecektim.
- Ve sizi dinlemek tek bir kere ile de sınırlı kalmıyor biliyorum? Kişilerin tekrar tekrar gelip sizi izlemelerini ve her seferinde aynı keyfi tadabilmelerini neye bağlıyorsunuz?
- Bir sürü şey var aslında ve bu bir sosyolojik inceleme konusu da. Onunla ilgili bir fikrim var elbette ama tespitleri söylemek bana yakışmaz. Tiyatral bir gösteri olarak algılanması lazım sahnemin, şarkılı bir gösteri. İnandığım ve güvendiğim tek net şey bu. Yani repertuar sağlam ya da geniş nasıl bakmak isterseniz. Cuma günü ile Cumartesi günü birbirini tutmayan iki program. Yani Cuma gelen Cumartesi geldiğinde başka bir program ile karşılaşması belki, haftaya geldiğinde yine başka bir programla karşılaşacak olması.
- Herşey o an içinizden geldiği gibi değil mi?
- Evet, sahneye girerken bir jenerik çalar orkestram ve çıkışım o çıkışım olur. Sonra program nereye gider hiç düşünmem bunu ve bir avantaj olarak görür kabul ederim kendimde ben. O gün diyelim hüzünlüdür, durgundur ertesi gün çok farklı, komik bir program olabilir. Zira ben hayata esprili olan biriyim, mizahi yönden bakmayı mesela çok severim ki hasbelkader zaten ciddi anlamda bir mizah yazarlığı da yapmışım zaten. Sahnede çok ciddi bir anda işi hemen eğlenceye vurabilirim.
- 90'lı yılların sonunda ‘'İyi Bayramlar'' isimli üçüncü çalışmanızı iki yıl önce ‘'İyi Bayramlar Türkiye'' izledi. Sizinle böylesi özdeşleşen bu iki sihirli kelime olan ‘'İyi Bayramlar''ın peki nedir hikayesi?
- Bunu 1999 yılında yayınladığım üçüncü albümümde bir manifesto ile ifade ettim. Bu manifesto o güne kadar bana neden ‘'İyi Bayramlar'' diyorsun diye soranlara bir yanıtımdı ve 1992'den bu tarihe neden sürekli kullandığımı anlatmamdı. ‘'İyi Bayramlar' diyorum çünkü ben bir sürü insan gibi ciddi bir kültür döneminde yetiştim. Ciddi bir anlamı şu, önemli değerler var dediğimiz dönemde, 80'li ve 90'lı yılların gelişinde Türkiye'de gecikmiş, geriden gelmiş bir rasyonalizm gerçeği görülüyor. Evet her şey akılla olan biten. Akıl nedir diye diye aklın aslında çok anlaşılmadığı, tamamen kişisel çıkarlara yönelik bir anlayışı temsil ettiği düşünülerek buna karşı kendimce konulmuş küçücük, minicik bir tavırdır ‘'İyi Bayramlar''.
Sizin akıllılığınız karşısında ben şiir yazıyorum, şarkı söylüyorum, boşluğa resimler çiziyorum. Ben deliyim. Siz yılda iki bayram kutlarsınız ben her gün kutlarım. Çünkü size kalsa siz iki bayramda tatiller düzenleyecek, oteller örgütleyeceksiniz, sevgililer gününde malınızı satacaksınız, bunlarla uğraşacaksınız. Yani kültür çıldırmış, vahşi kapitalizme karşı hesaplar ki ona da itirazım var. Buna karşı alınmış öyle kendince bir tavır. Yani paranın tanrı katına çıkartıldığı bir döneme karşı bizim ütopik, romantik bir başkaldırışımız. Dediğim gibi ben onu kendime göre arada sırada hala okuyorum ve doğru bir manifesto yazdığımı düşünüyorum.
Ondan öncesinde de zaten ‘'Herşey Değişmeli'' albümümün manifestosunda da yazar. Sıradanlıklara götüren yollarda patikalar var. Evet bu kadar çok otoban var, ulaşım kolaylaştı. Sözgelimi otobanda giderken etrafınızdaki herhangi bir ağacın, kuşun ya da kenarda oturan köylü bir çocuğun, kadının güzelliğini asla görmeyip fark edemediğimiz bir dünya bu ve yanımızdan geçip gidiyor. Oysa ara yollara sapsak şu otobanlardan, patikalara çıksak da biraz etrafı görebilsek ki insan da var bu hayatın içinde. Çünkü bütün bu otobanlar, bütün bu hızlı tüketişler bize insanı unutturuyor. Oysa benim başka bir derdim yok, ben insanın peşindeyim. Benim yaptığım şey insana dair.
Ben bilimsel olarak da incelenmiş bir insanım. Bir insanın on saat şarkı söylemesi örneğin, sesinin bozulmaması alışkanlıklara rağmen nasıl oluyor, bilim dışı deniliyor buna işte hayır değil. Bu insan enerjisi ile alakalı bir şey. İnsan bu enerjiyi bulduğu zaman kendince beklenmeyeni yaratabilir, gerçekleştirebilir. Ben bunun peşindeyim ve bu anlamda mutlu bir insanım. Çünkü hiç medyaya dayanmadım. Şu an içindeki tüm herkes iyi kötü arkadaşımken hatta benim yanımda işe başlayan, başlattığım insanlar şu anda yöneticiyken hem de buna rağmen hiçbir şekilde hiçbirinden medet ummadan, sadece dinleyiciyi hedef alarak. Hele ki Türk pop müziğinin yükselme döneminde türküyü merkeze alarak müzik yaparak ve dinleyicisiz kalmadan, günden güne az az az olarak da arttıraraktan. Bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum.
- Yeni bir albüm çalışmanız var mı?
- Yeni albüm kafamda var fakat yapalım diye hızlı bir çabam yok. Açıkçası şöyle söyleyeyim. 94 yılında yayınladığım ‘'Herşey Değişmeli'' daha bir yıl olmadı yeni baskısı ile sunuldu. Mesela şu anda üçüncü albümümün piyasada bir tane olmadığı söyleniyor ve yeni baskısı yapılacak sırada. Son albüme baktığımda, birinci ayını saymazsak çıkışının üçüncü ve dördüncü aydaki satışı şu an ki satışı ile aynı gidiyor hâlâ. Yer yerinden mi oynuyor hayır ama güzel bir şey oluyor. Fazlası mı benim başımı ağrıtır bu.
- Özellikle son iki albümünüzde çok değerli şairlerin şiirlerini bestelediniz. Aslında siz şiire hiç uzak değilsiniz? Şiir üzerine sohbetimize devam edelim mi? Nasıl bir şiir anlayışına sahipsiniz?
- Bir iki tane önemli cümle sarf etmem lazım. Türkiye'de şarkıcıların bir kere çoğu Türkçe ile ilgilenmiyor yani hassasiyet yok. Oysa benim minik hikayemi anlatırken de söylediğim gibi şiir, edebiyat, tiyatro gibi ince noktalarım var. Bu noktalardan geçtiğiniz zaman bir kere Türkçe'nin kullanılması meselesinde önemli bir dikkatin olması gerektiğine inanıyorum bu bir. İkincisi ise bugün şiirin kullanılan, popülerleştirilen formülü ile benim bir ilgim yok ve onlarda bir anlaşmak lazım. Bugün birçok kişinin şiir diye temsil ettiği, sunduğu ile hani. Anlayışımız farklı, onlar şiir yazıyorsa ben masal yazıyorum.
Şiirde de az önce söylediğim gibi ilk hocam Turgut Özakman'dır. Ondan sonra kendisi ile İstanbul'da tanışıp iki yayın çıkarma onuruna eriştiğim ki ben nacizâne yayın yönetmeniydim kendisi de yayın danışmanızdı ikinci hocam Attila İlhan'dır. Ben kendisi ile çalıştım evet onun öğrencisi oldum. Dediğim gibi adı İki Tane olan yayınlanmış dergimiz var. Sonuç olarak benim şairlerim bellidir. Bunun için bazı arkadaşlar sadece şiir okuyorlar, düzyazı okuyorlar onu da garip tonlamalarla, şiir okuduklarını zannederek okuyorlar.
Şiir anlayışım özetinde Yunus Emre'den Fuzuli'ye, Yahya Kemal'den Nazım Hikmet'e daha günümüze yakın Attila İlhan'dan Haydar Ergülen'e kalemlerdir, budur. Aslında herkes yazsın, iyi kötü en azından yazsın, hiç olmazsa şiirle ilgilenmemekten daha iyidir bu elbette. Bu toplumsal bir durum ama biz şimdi estetikle ilgili konuşuyorsak şiirin kıstasını, çıtasını biraz daha yukarı da çekmek lazım. Evet ismini söylediğim bu şairlerin ve kitlelerinin olacağı bir şiir anlayışından yanayım. Evet bir tek benim ya da sadece bir kişinin anlayacağı şekilde şiirlerde yazdım, bunlardan da yanayım.
- Müzik ile olsun şiir ile olsun ilgilenen amatör arkadaşlarımıza, genç kalemlerimize birikimlerinizden ne gibi mesajlar ya da tavsiyeler alabiliriz?
- Müzisyenlere ve şairlere ayrı ayrı iki şey söylemek isterim. Müzisyenlere yaşamımdan çıkardığım bir sonucu paylaşabilirim. Gençliğimde sorarlardı bana, hangi enstrümanı çalabiliyorsun diye ve verdiğim yanıt şu olurdu üstüne; 8-10 tane çalabiliyorum. Sonra belli bir yaşa geldim ve aslında hiçbir enstrüman çalamadığımı fark ettim. Ben sadece bağlama çalmaya şarkı söylemeye çalışıyorum. Müzisyen arkadaşlarım gerçekten müzisyenlerse ne demek istediğimi anlayacaklardır. Şarkıcılığımda benim için çıkmış çok önemli kelimeler vardır ve mesleki alanlarından yetkili kişiler incelemişlerdir bile beni. Sesime hakim oluşumu, şu kadar oktava sahip olduğumu, detone olmadığımı ve çeşitli tespitlerde bulunmuşlardır. Tüm bunların bende tersine bir gaz yarattığını, şarkı söylemeyi öğrenmeye çalıştığımı düşünüyorum. Ama biliyorum bir gün şarkı söyleyen biri olacağım.
Şiir konusunda ise ilgilenen arkadaşlara söyleyeceğim şudur. İlkokuldan beri bilinçli olarak şiir yazıyorum ve bir kere olsun ben şair adayıyım demediğimi biliyorum, demeyeceğimi de. Yani şairim demek kelimesi konusunda, bu kavram üzerinde çok düşünmelerini öneriyorum. Eğer adam bir kere bile Fuzuli'nin divanını, orijinalini ya da tercümesini okumadı ise ben şairim demesini, Hipokrat ile ilgili fikri olmayan bir adamın doktor olması ile eş tutuyorum. Bir kere eksikler tamamlanmadan şair olunmaz, olsa olsa yetenekli insan olursun. Şiire yetenekli olmak ile şair olmak arasında ise çok fark vardır. Herhangi bir konuda yetişmiş olmakla yetenekli olmak arasında çok büyük fark vardır. Evet Türkçe'miz yetenekli insanlarla dolu. Maalesef yaş ilerledikçe belki de az şey bildiğimizi anlıyoruz, demek de istediğim bu özetinde.
- Son olarak sormak istiyorum. Günümüz müziğini ve müzisyenlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı bulduğunuz birkaç ismi bizimle paylaşabilir misiniz? Ve yine peşinden eklemek istiyorum, ülkemizde de kendini son yıllarda fazlası ile hissettiren cover olan şarkılar var, onlar hakkında düşünceleriniz neler?
- Çok fazla hakim olmayabilirim ama gördüklerim içinde aklıma gelen şu anda bir Kadir Demirel var evet. Sesini, yeteneğini iyi kullanabiliyor. Bir kere bir kişinin sesini ne amaçla kullandığını çözmesi lazım önce. Bugün bir şiirin, şairin de ihtiyacı vardır buna. İyidir, kelime hazinesi vardır, mükemmeldir, başarılıdır ama eee dedirtir. Yani insan bu işi niye yaptığını bilmeli demek istiyorum burada. O eksik tamamlanınca işte şair olursun, müzisyen olursun. Hedef olmalı kesinlikle. Ben baktığım zaman işin içinde editörlükte olduğundan bu işi neden yapmışlar diye bir soru soruyorum önce, sonra bakıyorum bu iş tutmaz diyorum bazen, neden yaptığını bilmedikten sonra bir hedef kitle olmaz. Hedef kitle bulabilmek için evet bir şeyi neden yaptığın önemli dedim. Siz beste yapabilirsiniz, dediğim gibi yetenekli olabilirsiniz, tutabilirsiniz ama işte o eeee ne bunu çözmemiz lazım önce.
Duman mesela başarılı bir grup. O çok bildiğimiz Sezen Aksu şarkısını aldılar ve kendi tavırları ile sergilediler, başarılı ve farklı bir şekilde söylediler zira ne yaptıklarının farkındalardı. Farklı bir renk ile farklı bir kitle yakaladılar, böylesi olduktan sonra sorun yok. Ben Zülfü Livaneli'nin ‘'Böyledir Bizim Sevdamız'' isimli şarkısını yorumladım son albümümde. Zülfü Livaneli eserini bildik efendiliğinde söylerken ben aldım marş şeklinde yorumladım. Demek istediğim Cem Karaca şarkısını onun gibi, bir başkasının şarkısını yine onun gibi yorumlamanın hiçbir anlamı yok.
- Sohbetimiz için çok teşekkürler. Sizi tanımak gerçekten büyük bir mutluluk oldu bizler için. Birlikte nice şarkıya, türküye ve şiire sizinle.
- Ben çok teşekkür ederim.
Soner Olgun Web Sitesi
Söyleşi : Kadri Karahan Mart 2006