Zeki Çelik

zkcelik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Turgay Kantürk

 

1961’de İstanbul’da doğdu.

1990’da M.S.Ü. Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü Oyunculuk Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldu.

Daha okul sırasında oyuncu olarak çalışmaya başladı. Dormen Tiyatrosu’nda; Hangisi Karısı, İkinin Biri, On Numaralı Ev, Papaz Kaçtı, Yolun Yarısı gibi oyunlarda oynadı. Yeditepe Oyuncuları’nda Kamp 17, F. Hakan Tiyatrosu’nda Zorba adlı oyunlarda  görev aldı.

Aynı yıllarda kimi sinema filmlerinde yönetmen yardımcısı ve oyuncu olarak çalıştı. Özel Tiyatro adlı genç bir topluluk kurarak Tanrı ve Açık Denizde oyunlarının sahneye konmasına ön ayak oldu. O yıllarda Haldun Dormen, Kenan Işık ve Gencay Gürün’le yönetmen yardımcısı olarak çalıştı.
İlk şiirleri 1981’de Oluşum dergisinde yayımlandı. Sonraları Gösteri, Argos, Şiir Atı, Yasak Meyve, Sanat Olayı, Varlık, Türk Dili, Yazko Edebiyat gibi birçok dergide yazı ve şiirleri yayımlandı.

1983’te Hürriyet-Gösteri Dergisi’nin şiir ödüllerinde ikinci oldu.

1991’de ilk kitabı İlk Gibi Son (Korsan Yayıncılık) yayımlandı.

Aynı yıl ilk kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’ne değer görüldü.

Aynı yıl yönetmen olarak ilk oyununu Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda (BBT) sahneye koydu: Kahvede Şenlik Var.


1994 ikinci kitabı Siyah Eşya (Telos Yayıncılık) yayımlandı.

1995’te BKM’nin ilk oyunu olan Otogargara’yı yönetti.

Aynı yıl BBT’de Ayyar Hamza’95 adlı müzikali uyarladı, şarkı sözlerini yazdı ve yönetti.

1996’da iki kitap birden yayımladı; Şenol Yorozlu’nun desenleriyle Ay için Küçük Şeyler (Sel Yayıncılık) ve Öteki Sahne (BDS Yayıncılık).

Aynı yıl BBT’de Ayy! Hitler! adlı oyunu yönetti.

1997’de İlk Gibi Son’un ikinci baskısı (Sel Yayıncılık) ve Göl Felaketleri (Noyirmiyedi
Yayıncılık) adlı şiir kitapları yayımlandı.

Aynı yıl ressam İbrahim Çiftçioğlu ve tasarımcı Savaş Çekiç’le ortak Alfabe Meleği
(Atölye Yayınları) adlı çalışmayı gerçekleştirdi.

1999’da Seçme Şiirler’i (Akdeniz Kitabevi) yayımlandı.

2000’de Tiyatro Kare’de konuk yönetmen olarak Aldo Nikolai’nin yazdığı Kadın mısın, Erkek misin? adlı komediyi sahneye koydu.

2000’de Tuzak Kitap (Sel Yayıncılık) adlı şiirsel metinleri kitaplaştı.

1999-2004 yılları arasına TRT 2’de Okudukça adlı programı sundu.

2003-2004 tiyatro sezonunda BBT’de Cahit Külebi ve Melih Cevdet Anday’ın şiirlerinin sahnelenmesi projesini oluşturdu.

2004’te kısa öyküleri Hayat Siyah Ölüm Beyaz (Sel Yayıncılık) yayımlandı.

2004’te TV8’de 5 bölüm yayınlanan Saç Saça Baş Başa adlı dizide oynadı.

2004’te Varlık’ta Selim İleri’yli birlikte Yaşar Nabi’nin Varlığı adlı seçkiyi hazırladı.
Aynı yıl BBT’de Dario Fo’nun yazdığı Klakson, Borazanlar ve Bırtlar  adlı oyunu yönetti.

Eski’z, Hamlet ve No dergilerinin yayın yönetmenliğini üstlendi.

1998’de Neş’e Erdok’un, 1999’de Yavuz Tanyeli’nin, 2000’de İbrahim Çiftçioğlu’nun, 2001’de Temür Köran’nın, 2002’de Mustafa Horasan’ın, 2003’te Nihat Kemankaşlı’nın ve 2004’te Harun Antakyalı’nın resimlerinden yola çıkarak yazdıkları Stil A.Ş. tarafından ajanda olarak yayımlandı.

Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oyuncu olarak Demokrasi Gemisi, İvan İvanoviç, Bozuk Düzen, Bahar Noktası, Kuvayı Milliye Destanı, İnsan Denen Garip Hayvan gibi oyunlarda önemli roller aldı. Antigone’de Robert Strua’nın asistanlığını üstlendi.

İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Civan Canova’nın Ful Yaprakları adlı oyununu konuk yönetmen olarak sahneye koydu.

2005’te DNM başlığı altında toplamayı düşündüğü yazılarının ilk kitabı olan Yanlış At (Şiirden) yayımlandı.

Halen Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oyuncu ve yönetmen olarak çalışmakta, yönetim Kurulu üyesi ve Genel Sanat Yönetmeni Yardımcığı’nı sürdürmekte.

Eserleri:

İlk Gibi Son
Behçet Necatigil Şiir Ödülü
(İlk Baskı Korsan Yayıncılık, 1991; İkinci Baskı Sel Yayıncılık, 1997)

Siyah Eşya
(Telos Yayıncılık, 1996)

Ay İçin Küçük Şeyler
(Sel Yayıncılık, 1996)

Öteki Sahne
(BDS Yayınları, 1996)

Alfabe Meleği
(İbrahim Çiftçioğlu - Turgay Kantürk - Savaş Çekiç - Atölye Yayın, 1997)

Göl Felaketleri
(NO YİRMİYEDİ Yayınları, 1997)

Tuzak Kitap
(Sel Yayıncılık, Aralık 2000)

Hayat Siyah Ölüm Beyaz
(Sel Yayıncılık, Aralık 2004)

Yanlış At
(Şiirden Yayınları, 2005)

Peri Çıkmazı - Bütün Şiirler 1991 - 2010
(Sel, 2011)

 

 

 

- Platon, ressamın yaptığı işi anlatırken "istersen bir ayna al eline, dört bir yana tut. Bir anda yaptın gitti güneşi, yıldızları, dünyayı, kendini ve bütün canlıları" diyerek ressamın yaptığı işin dünyaya bir ayna tutmak olduğunu söyler. Şairinde ressamdan farklı olmadığını belirtir ayrıca. Hem şair, hem resimle ilgili olduğunuzu biliyorum sizin. Şiirlerinde neyi yansıtıyor bize Turgay Kantürk?

- En son yayınlanmamış dosyalarımın da yer aldığı beraberinde tüm şiirlerimin de olduğu 1991 – 2010 ‘’Peri Çıkmazı’’ çıktı biliyorsunuz. O toplam şöyle bitiyor: Ben bu kitabın ta kendisiyim. Sanıyorum zalim çağın etkilerini gölgesinde, ruhunda hayatın her alanında hisseden biri olarak bir romancı, ressam gibi olmasa da çünkü sözcüklerin ne kadar ve maalesef anlamları olduğunu, bir gerçeği benim gözümden gösterdiğini düşünebilirim. Tiyatroda Shakespeare bir ayna tutar demiş, o ayna hep elimizde geziyoruz ama o aynayı bazen başkalarına göstermek için değil kendimize bakmak için de kullanıyoruz. İnsan denen varlık öyle bir varlık, dışarıya baktığı kadar içeriye de bakabilen, baktığını yorumlayan biri. Sanıyorum bütün bu serüveni anlatan bir kitap. Yaşadığı çağa namusluca tanıklık etmiş, hiçbir şey adına değil kendi adına söz almaya çalışan birinin tanıklığından bahsedilebilir şiirlerimde.

- Şiirlerinizde kadın, ölüm, doğa başucu sözcüklerinizi oluşturuyor. İç lirizm geleneğinden kopmuyorsunuz. İmgeler, karamsarlık ile uysal bir ton arasında gidip geliyor. İmgelem insanın ikinci bir doğası mıdır? Soyut, kendine özgü bir gerçeklilik midir?

- İçimizde başka bir evren olduğu, beynimizle kalbimiz arasında bir yoldan bir patikadan giderek başka bir evrene vardığımız muhakkak. Yoksa sadece bu evrende yaşayarak üretseydik sanatçı için bu dayanılmaz bir şey olurdu, üretemezdik. Yani bu kanlı hayata, bu paranın peşinde koşturan her türlü hırsa açık bir dünyada kaçacağımız patikalar olması gerekiyor çünkü. Bu kaçtığımız yerlerin dediğiniz gibi başka bir dünyayı yaratma, var olanı değiştirme gibi bir çabası yok, iç huzuru belki de orada belki de yeniden bulmak anlamına geliyor. Şair sözcüklerle yeniden bir evren yaratmaya çalışıyor. Ressamın renklerle boyalarla bir şeyler ortaya koyduğu gibi. Evet sözcüklerin bir anlamları var, renklerin ya da notaların belki de çok anlamları yok, onların sonradan yüklenmiş anlamları var. Sözcüklere anlamı belli olan şeylere yeniden anlam yüklemek biraz daha zor bir sanat, çok benzeri var çünkü. Notanın çok benzeri yok doğada elbette sesler var ama sözcükler kadar değiştirilmeye müsait olmayan olmayan objelerle oynuyoruz biz şiir yazanlar, metin kurmaya çalışanlar ya da orada yeni bir dünya kurmaya çalışan insanlar. Bu çok daha tehlikeli bir yaz boz çünkü elinizdeki şeyin neye evrileceğini zaman zaman bilmiyorsunuz. Sizden farklı anlamlar bekleyenler, yazdıklarınıza farklı anlamlar yükleyen insanlar var ve bu böyle çoğalıyor. Bu çoğalma da zenginlik, bir başkalık, yeni bir evren yaratmanın yolu. Yaratabildik mi bilmiyorum? Evren yaratan sanatçılar çok nadir var, o bir mertebe ise erişmek için çabalamak çok önemli bir şey. Öbür türlü müziğe benzer, resme benzer yaratan demeyelim tekrar eden çok sanatçı var. Onlardan ayrılabilmek için de çok çaba sarf ediyor insan açıkçası. Bu durum sanatın kendi varlığına ulaşma çabası yani onlardan ayrılmak isterken onlar gibi üretmemek, onlardan ayrılmak, gerçek bir hayal kurmaya çabalamak var ki durumu bir inşaat gibi düşünebiliriz. Dünyada birçok yapı var ama bazıları harikaları. Çok şair var ama bazı şiirler var ki bizler için bambaşka. O bambaşka şeylere ulaşabilir miyim bilmiyorum ama uzatma çabasını göstermek gerektiğine inanıyorum. Benim sanatta tüm çabam bu.

 

 

- Şiir türleri bakımından yönelişlerinizin arasında Haiku şiirleriniz de var. 1996 Yılında bir kitapta toplandı yazdıklarınız. Anlam derinliği açısından içi büyük, "Ay İçin Küçük Şeyler" var içinde. Yöreye bağlı kalmaktan sıyrılarak gerekli görüş açısını elde etmek için en iyi yollardan biri, diğer kültürlerin kural ve ölçütlerine kendimizi açmaktır diyebilir miyiz?

- Biraz daha genelleştirirsek her suda yıkanmayı denemekte fayda olduğunu düşünürüm ben. Çünkü hayata seçilmiş şeylerle bakıyor sanatçı olan insanlar ya da sanatçı olduğunu iddia eden insanlar. Seçtiğimiz şeyin bir tane olması benim çok hoşuma gitmiyor. Çok yerden bakarak, çok suda yıkanarak, çok nehir geçerek ulaşmak sanatçı insanı daha zenginleştiriyor diye düşünüyorum. Haiku dışında sonelerden düzyazısal şiirlere, şarkı formlarına birçok şiir formu kullandım bugüne kadar. Kısıtlı olanaklarla, kurallarla bir şey üretmenin başka zorunlulukların yarattığı yenilikler olduğuna inanıyorum hep. Yani sürekli yağlıboya ile resim yapmış bir ressam yok, karakalem de kullanıyorlar yeri geldiğinde başka denemeler de yapıyorlar. Bunların haliyle çeşitli zenginlikler getirdiğini söylemek mümkün. Her malzemenin, her durumun başka bir doğası oluşuyor. O doğadan büyük olanı, ayrıcalıklı olanı seçip ortaya çıkartmak lazım. Ama yayınlamadığım binlerce denemem de var çünkü kurallı iş yapmak biraz zor bir iş, her zaman doğru sonucu vermiyor bazen kural sizi ezebiliyor ki kuralı ezmek, yenmek, yok etmek için uğraşıyorsunuz çünkü. Çünkü o bir form, tarihte de kullanılmış bir forum ve o formu yeniden üretmek, onu yaparken yok etmek gerekiyor. Onu yok edebildiğiniz zaman güzel ve başka oluyor ya da o form yeniden yaratılmış oluyor. Haiku şiirleri de öyle formlardır. Kısmen çok çok bağlı kaldığım dönemlerde hiç bağlı kalmadığım, oradaki sözün daha önemli olduğu, kuraldan daha önemli olduğu durumlar var. Zaten bu kitap nerede ise bir çığlık gibi bir iki günde çıktı, ben de çok şaşırmıştım yazdıktan sonra. Elbette üstüne çalıştım, yayınlanmadan önce birkaç okuma yapan biriyim. Benden bu çıktı, benden budur durumu pek hoşuma giden bir durum değildir. Blki tiyatrodan da gelen bir alışkanlık, bunun hiçbir zaman son yok, son halini aldığını düşünseniz bile seyirci, okuyucu bu çalışmalara farklı anlamlar yüklüyor, onun hayatı yeniden başlıyor. Sizin yüklemediğiniz anlamlar yüklüyor. Onun için mümkün olduğu kadar kendime en yakın noktaya getirmeye çalışıyorum, bu kitapta böyle oluştu.

- Şair, bizim gördüğümüz dünyayı ve yaşamı değil, hayal edilen bir dünyanın görüşünü söyler. Şiir olgusu, insanın yaşantılarının ve iç dünyasının bilinmeyen yanlarına doğru bir keşfe çıkışı mıdır? Şairler akıl kalıpları dışında mı düşünürler?

- Şimdi sanatın temelinde bir kompozisyon var. Zaten kompozisyon akılsız yapılan bir şey değil bana göre. Demin de söylediğim gibi bir kuralı yıkmaya çalışsak bile o kuralın içinde, o döngünün içinde savaş veriyoruz. Hayal mi başka bir şey mi çok emin değilim ama başka bir görme biçimi önermek gerek hayata. Duyduğumuz sesi başka bir şekilde evirerek çevirerek başka bir şekilde yeniden göstermek gerektiğine inanıyorum. Oradaki hayalin tasarlanan bir hayal olduğunu, ürünün hayal olmadığını düşünüyorum. Yani tasarımın kendisi hayal, başka bir önerme ve o önerme için çalışılıyor. Yoksa hayal dünyası dediğimiz şey başkalarının yanlış anlayacağı içi kof, gerçekle ilgisi olmayan, hayata bir katkısı da olmayan bir şeye dönüşebiliyor. Halbuki bir durumu alıp farklı bir şekilde yeniden dolaşıma sokmak hayal gücüne artı bir ürün, bir önerme, bir bakış sunmak demek. O anlamda hayal dünyasını böyle algılamak lazım. Yani yaratım hayali, yaratım evresi sürecinin sonucunu göstermek olarak algılıyorum ben sanatı. Mesela Ataol Behramoğlu ‘’Aşk iki kişiliktir’’ diyor çok beğenilen şiirlerinden birinde, bana sorarsan da ‘’Aşk hiç kişiliktir’’. Bu bir anlam üretmek ki bunun şiirle bir alakası yok işte, bu herkesin yapabileceğini sandığı bir şey değil gerçekten yaptığı bir şey, yapabiliriz. Herkesin yapabileceğini sandığı kolay bir şey diye bir tanım zaten var. Ama kolayla herkesin bulabileceği arasında başka bir şey var. Kolaymış gibi görünen hakiki halini bulmuş, saf, sıradan gibi görünen demek ve buna ulaşmak çok zor bir şey.

 

 

- Bakırköy Belediyesi Tiyatrolarında oyuncu ve yönetmen olarak göreviniz devam ediyor. 2003-2004 tiyatro sezonunda Cahit Külebi ve Melih Cevdet Anday’ın şiirlerini sahnelediniz. Bu tarz projeler şiir severler tarafından merakla beklenen bir bekleyiştir, bir özlemdir. Sahnelendiğinde herkes koşar, izler ama dışarıda kitaplarını pek kimse de almaz şairlerin. Geçmişi anlamak, geleceği kurmak için okumak sizce neden zor gelir insana? 

- Okumak demek vakit ayırmak, çaba harcamak demek öteki ise sözün ses, müzik, eşya, ışık gibi şeylerle oraya aktarılması demek. Bunlar elbette önemli ama bir hamburger ile bir zeytinyağlı yemek arasında elbette fark var, lezzetleri elbette farklı. Sahne üstünde bunların aktarılması kolay fakat burada bir sahte diyebileceğimiz bir durum da devreye giriyor, çünkü oyuncu ya da yönetmen kendi algıladığı şekilde seyirciye sunuyor bunu. Ama bunlar boş çabalar değil elbette, şiirin ilgi gördüğü hallerde bunları da denemek gerekiyor hani. Sahneden şiir okumak her zaman başka bir şeydir. Aracı öyle bir ses tonu, bir fon öyle bir şekilde girebilir ki kötü bir şiir bile çok iyi bir şiir gibi sunulabilir. Ama kötü bir şiiri bir sayfada okuduğu zaman kişi bunu görebilir. Çünkü o durumla, o sözcüklerle baş başadır, kendi sesini bile duymaz okurken. Sahnede şiir yapmak özetinde tehlikeli bir şeydir. Yeniden üretilip bir şey yapılıyorsa belki tamam, özgün bir çalışma varsa ortada tamam ama dışında ben bu durumu çok sevmem, onaylamam.

- Şairler de pek sanki okumuyorlar birbirini?

- Şimdi şöyle bir şey de oluyor. Şairler biliyorsunuz şiirlerini yayınlayıp yayınlayıp saha sonra bir kitap haline getirdiği için bu bazen çekici olmuyor, zaten okumuş oluyorlar o şiirleri. Bu durum böyle açıklanabilir belki. Yoksa ben herkesin meraklı olduğunu düşünüyorum. Ama bizde özgün kitap hali de pek az. İlk kez şiirlerin o kitapta yayınlanacağı ya da üzerinde düşünülmüş, çeşitli şekillerde tasarlanmış, bir obje olarak bakılmaya değer kitaplar çok az. Pek vakit yok, eskisi gibi yayınevlerinin bakış açısı yok, bizler bile çok zor yayınlıyoruz bu kitapları. Bu son kitabım örneğin, ilk kez bu kadar çok rafta yer aldığını gördüm, neden sayfası biraz fazla ya da fiyatı biraz yüksek, neden çünkü satarsa onların da alacağı yüzde fazlalaşacak :)   

- 1999 - 2004 yılları arası TRT 2’de yayınlanan  "Okudukça"  bir kültür programıydı. O yıllarda kültür sanat faaliyetlerine ulaşmakta zorluk çeken edebiyatseverlere müthiş programlar hazırlayıp sundunuz. TRT'nin bu alanda markalaşması, bir devletin sanata ve kültüre verdiği değer ölçüsünde hayranlıkla takip ettiğimiz bir programdı "Okudukça", hayranlıkla takip ettiğimiz devletin televizyonuydu TRT. Sonra yayından kaldırıldı. Kültür seviyemiz en uç noktaya ulaştı da bizim mi haberimiz yok, yoksa Türk toplumun hala tedavi edilememiş bir yarası olan aydın - halk ikiliği, seçkin - halk ikiliği ekseninde işgüzar yöneticilerin bir davranış biçimi midir?

- O program benden önce de olan bir programdı. Ben beş ya da altı sezon falan devam ettirdim, haftalık bir programdı. Önemli bir programdı da reyting kaygısı falan yoktu elbette o zamanlar ama geniş bir kitle tarafından izlendiğinin farkındaydık. Bir soru sorulan, bulmaca gibi bir köşemiz vardı mesela o kadar çok yanıt gelirdi ki bu durum kimler tarafından ve ne kadar çok izlediğini gösteriyordu bize aslında. Markalaştı sonra, benzerleri de yapıldı. İktidar değişiminden sonra burada da değişmeler yaşandı ki biraz çalkantılar başlayınca ben ayrılmayı tercih ettim. Şimdi TRT’den birçok kanala benzer programlar var ama bu çeşitliliktendir belki karmakarışık, takip etmek için ayrı bir takip etmeyi gerektiriyor durum.

 

 

- Kanal D'de yayın hayatına başlayan "Kuzey Güney" dizisinde oyunculuğunuz devam ediyor. Çok iddialı bir giriş yaptınız, bu sezon reytinglerin yer değiştireceği kesin gözüyle bakılıyor. Tiyatro çalışmalarınız devam edecek mi bu arada, sezona başlarken yöneteceğiniz yeni bir oyun hazırlıyor musunuz?    

- ‘’Kafkanın Davası’’ ile ‘’Tersine Dünya’’ isimli oyunlar devam ediyor, sezon içinde yeni bir çalışma da olacak ama henüz karar veremedim. Dizi de devam edecek sanıyorum, orada da bana çok yakın olmayan bir karakter oynuyorum, sürprizlere gebe gibi duruyor, bakalım neler olacak?

- Dizi ve tiyatro devam ederken roman yazmaya başladığınızı da biliyorum sizin. Okuyucuyla ne zaman buluşacak, hangi aşamada ilerliyorsunuz. Turgay Kantürk ne zaman dinlenir?

- Ölünce çok dinlenmeye vaktimiz olacak :) Romanı uzun zamandır yazıyorum. Ben biraz maymun iştahlıyım. Yaptığımı gördüğüm an ‘’aaa yapıyorum’’ diyorum ve o biraz kalıyor her işte olduğu gibi. Çünkü ben çok tarafta gözü olan biriyim son zamanlarda azaltmış gibi olsa da. Şimdi bu toplamdan sonra ‘’Kara Defter Tahtaları’’ isimli yeni bir şiir kitabına çalışıyorum. Roman hep duruyor, beş - altı bölüm yazıldı. Çok zor bir şey roman, yazmaktan çok ona ayrılacak özel bir vakit ayrı bir çalışma istiyor, diğerlerine benzemiyor. Çok acele etmiyorum, romancı olmak - satmak gibi bir derdim olsa buna mutlaka bir zaman ayırırdım zaten. Beraberinde bir farklı dosya daha var. Savaş Çekiç isimli tasarımcı bir dostum ile böyle büyüklere masallar gibi bir değişik çalışma olacak bu, kendisi tasarım çalışmalarını yapıyor, desenlerini çiziyor ben de masallarını yazıyorum.

 

Düş müydü?

I.
Hangi yalnızlık bu? Aşıboyalı evleri,
Küf rengi kedisiyle geçmişe dönük, bungun.
Çürük bir iple avluya açılırdı kapı,
Ot bürümüş taşlıktı, yüz değmemiş çarşaftı,
Hüzünle mavi oyalı ve cılız ışığı
Kandilin, kap kacak, haylazlığı kurumamış
Sabunların. Hangi yalnızlık bu? Bir tas şerbet
Gibi, saz benizli kızların sunduğu akşam!

II.
Gece! O uzun mumlarla aydınlanırdı sofa,
Solgun yapraklar gibi uçuşurdu kadınlar
Odalarda, sedirde yorgun adamlar, tüten çorba,
Bölünen somun, çatal kaşık, ağlayan bir çocuk
Beşikte, yoksul çıngırağı kapının, konu
Komşu, doygun uçuk, tanıdık yüzler eşikte,
Düşsel gemilerle yolculuk, kahve falında,
Mutfakta koyulaşan o pekmez, ekşi gece!

III.
Düş müydü? Eski aydınlıkla pencerede,
Yüklüğe tırmanırdı güneş, arsız gölgeler
Çardakta, o gizem, akasyalar, fesleğen, o
Çivit mavisi sardunya, zamanın tortusu
Küplerde, uykulu yüzlere çalınan o su.
Düş müydü, maviyle algıladığımız o kuş?
Bir ağaca bakıyoruz, o dal, o yaprak, o kök,
Düş müydü? Çayımızın buğusunda hep o gök!

IV.
Tozlu bir yolu geçerek inerdik çarşıya,
Kimbilir hangi susuzluğun rüzgarıydı o
Göksel ağaçları savuran? Kesme taşları
Sokağın, gölgede boynu bükük bir at gibi
Uykuya dalardı tekne, çeşme miydi gök
Gibi uzayan? Kırsal kokusu dükkanların!
Bir yüz silinmiş bellerden, bir kadın kaç kez,
Kaç kez kendini yineleyen, göğe bakardı.

V.
Nerdeydim? Hangi zamanda? Savrulmuş yazların
Sıcağıyla vururdu saatler. Bir görünüp
Bir yok olan kargaları umutsuzluğun, kim
Bilir, kimdi onlar? Izbe, sarnıç, o yanyana
Dizilmiş kovalar, yorgun ırmaklar gibiydik
Mevsimsiz, ovada, ağaçta, kuşta. Ne oldu
Bize! Kimin bu kırık küpler, çöken bu tortu!
Nerde elin? Hangi yalnızlık bu, hangi korku?

 

EKİM 2011

 

Daha Fazlası İçin

 

Zeki Çelik Söyleşileri