On beş yaşın, olmayan işin gücün, bir yerinde tutunmaya çalışılan bir yanı ya da bir yerinde tutulmaya alışılan bir çabası ve de öyle bir şeyleri işte, özetinde çokça anısı. Tüm kalabalıklığın bir kenara bırakılması, dalgaların gecenin sesine karışması, herkesin uyuması ve küçük bir öykünün başlaması. Mehmet Teoman sözlere Vedat Sakman besteleri ve bir kadının hesaplaşması belki de en çok kendisi ile ya da bilmediğimiz başka şeyler var ama en çok kendisiyle. Zuhal Olcay’ın ilk albümünde karşılaştığım her ismi iyi ki öyle yaptım ve çok doğru sakladım.
1989 yılında ilk albümü ‘’Müzisyen’’i yayınlayan Vedat Sakman’ın sesi ile biraz geç tanıştım kabul ama bunun öyle güzel bir yanı da vardı ki; elimde artık 1992 yılında yayınladığı ‘’Kapılar’’ ve ardından iki sene sonra yayınladığı ‘’Sevgileri Unutmadık’’ ayrıca olacaktı. Bir kere karışmıştık, bir hüzne bir kere bulanmıştık kare kare adı nerede olursa olsun o şarkılarda bir değil bin anlam bulacaktık, bir ıssızlık boğulabilirdik, kimsenin bir itirazı olamazdı. Savrulabilirdik de.
90’lı yılların sonlarına doğru biraz daha büyümenin ya da biraz daha ötelere gitmenin o en kalıcı kısmında yine bambaşka albümler olacaktı kalbimde. Bir Hümeyra ile ‘’Beyhude’’, bir Leman Sam ile ‘’İlla’’ mesela... 2002’de ‘’Usulca’’ 2006’’da ‘’Konser’’ albümünü yayınlayan usta, bu geçen süre zarfında Nükhet Duru’dan Akrep Nalan’a, Aşkın Nur Yengi’den Mustafa Ceceli’ye birçok özel isimle bestelerini paylaşırken Ece Ülker’den Ufuk Karakoç’a, Banu Akın’dan Gülcan Altan’a birçok müzisyenin ilk albümlerinde de önemli bir imza oldu aynı zamanda.
Film ve dizi müzikleri de yaptı Sakman, tiyatro ve reklam müzikleri de. Yüreği gibi bir şiir sevdalısıydı ve dostları Cezmi Ersöz’ü, Haluk Çetin’i şiir albümlerinde de yalnız bırakmadı. Ve elbette biz şiire inananları da. Bir yaşımı karşılarken gitarı eşliğinde bir şiirimi okumam, bir sene sonra bir diğer yaşımda yine Sakman Bar’da ayrıca ilk kitabımı da kutlamam, aynı sene sitemizin yeni yaşında yine dostlarla orada, bir ‘’Şiirlerle… Şarkılarla…’’ akşamında daha buluşmam benim için bir daha dünyaya gelecek olsam yine aynı şeyleri yaşamak isteme sebebimdir. Kuşkusuz ki; kendisi için söylenecek çok şey var ama bunları sayfalarımıza sığdırmak belki de deliliktir, hiçbir zaman bir son vermek istemeyebiliriz çünkü; son noktayı koymak asla istemeyiz. Başaramayız ki.
Alkışlarımızla… Vedat Sakman…
- En başa dönmemiz gerekirse 70’li yıllardı ve her şey nasıl başladı?
- 70’li yıllar… Daha çok müziği tanımak, ne olduğunu anlayabilmek; böyle bir sihir, büyü var çünkü. Benim 20’li yaşlarıma denk geliyor 70’li yıllar ama elbette daha öncesinden başlayan bir merak, bir aşk, bir tutku, sese karşı bir duyarlılık, hoş bir sesin duyulduğunda kendinin daha iyi hissedilmesi, hayatın daha anlamlı olması… Her şey öncelikle iyi bir dinleyici olmaktan geçti tabi. Sesi anlamaya çalışmak, ufak ufak enstrümanları tanımaya, çalmaya başlamakla.
- Babanız halk ozanıydı, kuşkusuz kendisinin yeri ve size kattıkları bir başka oldu.
- Bir şanstı elbette babamın müzisyen olması. O dönem bando şefiydi kendisi. Bahsettiğimiz savaş zamanlarıydı. Evde her çeşit enstrüman vardı onlar neden evimize gelir, giderdi bunun da sebebi en başta halkevlerinin olmasıydı. Mustafa Kemal’in emri ile bütün köylerde, kasabalarda kurulmuş ve tüm enstrümanlar da dahil edilmişti, gruplar kuruluştu. Bunlar da çok önemliydi. Ben bayılırdım o enstrümanlarla uğraşmaya; araştırmaya, kendimi geliştirmeye çalışmaya. Zira o zaman plaklar falan da yoktu elbette, radyo çıktı o yıllarda, evimize alındı ve bizim için bambaşka bir dünyaydı.
- Halkevleri daha sonra kapatıldı ne yazık ki;
- İşin siyasal boyutunda hoş bir durum değil bu yöneticileri yakalayıp hesabını bile sormalı bunun. Ülke adına gelinen yerden bu noktadan memnun değilim. Son 7 - 8 senedir ciddi bir kültürel hareket görebiliyor musunuz? Bakın bu çok ciddi bir şeydir. Birkaç göstermelik oyun var mı var ama bir üretim, ses getiren bir şey gördünüz mü? Yok. En son özgün bir şey vardı ‘’Dansın Sultanları’’ mesela tamam çok güzel bir düşünce ama yeterli mi değil. Zira edebiyatta da durum böyle değil mi? Bir tek Orhan Pamuk’un Nobel ödülü var elimizde tutuğumuz ki; onu da öpüp başımıza koymak lazım. Bu araştırmacı, çalışan yanı bu ödülü de getirdi, büyük bir başarı bu. Bu Nobel’dir, kirletmemek lazım çok ciddi bir ödüldür ve kazanmak kolay bir şey değildir; biz de hemen siyasi yanlara çekildi böyle bir şey yok, bakın burada ne kadar doluyuz.
İşte bu geldiğimiz yer hep bu halkevlerinin kapanması ile alakalı değil midir? İki tane köşe nokta görüyorum bu anlamda yaşım itibariyle. Bir demiryolu politikasının işlememesi ve de bu halkevlerinin eğitim enstitülerinin kapatılması bu ülkeyi bitirmiştir. Hakikaten ciddi bir demiryolu ülkesidir burası, önü kesilmiştir birçok şeyin. Kültürel anlamda da böyle ekonomik anlamda da böyle ülkenin geldiği yer bir arpa boyu gidilememesi, kalabalık - boş düşünen, içi dolmayan kavramların olduğu kof bir hale geldi. Biraz acımasız ama bunu söylemek zorundayız. Kimlik, kişilik, her şeyin ucuzlamış olduğu bir hâl oldu her şey. Bu konuya girdik derin bir yere dokunduk ama çok konuşulacak şey var daha bunun üzerine.
- Ama müzisyen olmaya kararlıydınız ve yola çıkmaya karar verdiniz.
- Şöyle söyleyeyim. İzmir Bornova’dayım, ilkokulu bitirdiğimde tüm arkadaşlarım öncelikle konservatuara gitti. Birçoğu dünya kariyerinde önemli isimler de oldu. Taşkın vardı, Ahmet vardı klarnet sanatçısı, Taci vardı yine. Bu bir tesadüftü ya da birbirimizi bulmuştuk böyle mahallede. Bu saydığım isimlerin hepsi gitti ama ben gitmedim konservatuara. Müzisyenlik evet o zaman seçtiğim bir şeydi; şimdi onun muhasebesini yapıyorum ve daha iyi anlıyorum bir şeyleri ama kararım net olarak buydu. Annem özellikle çok ısrar etmişti gitmem konusunda ben bambaşka bir yolu seçmeye, daha bir istediğimi yapmaya karar verdim. Neler yaptım, ticaret lisesi okuyordum ve okulu bıraktım, sokaklarda çalmaya başladım sonra. İnanın büyük bir kültür getiriyor o insana. Pavyonlarda çalışmaya da başladım. Evlendim bu arada profesyonel anlamda da para kazanmam gerekiyordu. Ve bu tüm işler bende çok güzel renkler bıraktı. Şimdi şarkılarda hiçbiri birbirine benzemiyor deniyor mesela bu benzememesi bence bu renklilikten geliyor. Çok katı kurallara kalmadım, doğru bir seçim olduğunu düşünüyorum. Hayat ekonomik anlamda çok zor oldu tabi. Belki güvencesi olmayan bir yaşamı seçmişsin ama e 60 yaşına kadar yaşamışım diyorum bir 60 sene daha idare edebilirim durumu :) Dünyanın sonu gelmiyor, bir şekilde ayakta durabiliyorsun elbette ama kimse evde denemesin. Gençlere tavsiye etmiyorum, kolay bir yaşam değil :)
- Beraberinde keyifli bir süreç olduğu kadar zorlukların olduğunu da biliyorum o yıllar adına, adınıza, müzisyen olabilmek adına.
- O süreçten bugüne, tabi ki batı formlarına çalışıyorsun. Bizim ülkemizde algılanan direk folk, TSM falan saygı duyuyorum, öğrenilerini gördüm, dediğim gibi babam halk ozanı başta. Ama müziği orada sınırlandırıp kalmamak gerekiyor. Evrensel boyutta bir klasik müzik bir caz müziği de vardır. Bunlar bir ülke müziği değildir, geneldir ve insana dair mükemmeli bulunmuş bir bilimdir de bu. Bunun sürekli tartışmasını yapıyoruz özellikle entelektüel kesimde, sol kesimde bir saplantı vardır. Ruhi Su’nun ötesine geçilemiyor mesela. Saygı duyuyorum, tüm koleksiyonu var bende ve muhteşem bir kaynak. Ama sınırlı kalmamak lazım, yanlış, zaten kendi de derdi bunu. Bu anlamda söylediğim her şeyin mücadelesini yıllardır veriyorum. Şu konuştuklarımı sahnede müzikle anlatmaya çalışıyorum işte. Elimde gitar var adam geliyor bu Amerikan sazı mı diyor. Bu ud’dan türemiş ve daha evrensel bir boyut almış, kentli bir saz. Ortaçağ’da da lir vardı mesela.
|
- Besteci kimliğinizden öte şarkı sözü konusunda da hassassınız.
- Enstrüman bir araçtır zaten ben de kendimi gitar ile ifade edebiliyorum. İyi tamam orada anlaştık, bastık sesi, başladık söylemeye; söylüyorsan bir kere içinde ne olmalı, edebiyat olmalı; şimdi oraya, şiire geldik. Kafayı başka şeylere götürmeye gerek yok meselenin dışında, bir kere söyleyeceğin şeyin şiir olması lazım. Enstrüman yapıyorsan başka, o bir melodidir, ezgidir ama bir şey söyleyeceksen olur olmaz her laf müziğe bulaşmamalı. Müzik kelimeyi taçlandırıyor diye düşünülür ama ben ona da katılmıyorum. Kötü kötüdür, çok basit bir şeyden söz ediyorum diye ifade etmeye çalışıyorsun ama bunun ciddiyeti ne, bunun milliyeti ne? Söylemek istediğim bir şeyi ifade edebiliyorsan ve bunu karşı tarafa geçirebiliyorsan ve karşındaki kişi de bunun analizini kendi hayatını gözden geçirip yapabiliyorsa iş bitmiştir zaten, çok basit mesele.
- Bu noktada peki ya şiir? Şiirin müzikle buluşması?
- O bir teknik durum, çok iyi bilmek ve bunu günlerce ders olarak işlemek lazım. Bilgi ve de deneyim gereken bir şey. Gençler gelse keşke ben de anlatsam kendilerine uzun uzun.
- Bir de besteden yola çıkarak üzerine yazılan sözler var.
- O yanlış bir şey. Mesela Fikret Kızılok’lar ile başladı bir takım şeyler. Aşık Veysel’den yola çıkışı bizim için çok önemliydi. O zamanlar biz cover falan çalan insanlardık ve çok hoş bulduk bu durumu. Bize de bir ivme kazandırdı bu ama daha sonra derken başka bir popülerlik yaşandı. Feci Ebcioğlu, Sezen Cumhur Önal yazdıkları sözlerle bir dönem böyle bir şey başlattı. Örneğin Dario Moreno gibi doğru bir format da vardı onu ayrı tutmak lazım. Arajman üzerine Türkçe değildi o, özgün Fransız şansonlarının Türkçe söylenmesi gibiydi. ‘’Hatıralar Hayal Oldu’’ mesela ne güzel şarkıdır. Batının tutan şarkıları üzerine yazılan sözler pek de sağlıklı değildi ama tuttu da, çok kötü olmasına rağmen tuttu. Şiir başka bir estetiktir, sözlü müzik yapıyorsanız şiirden yola çıkarak şiirin içindeki müziği yakalayacaksınız. Bu şarkılarda bu yoktu. Alın dökün bir kağıda bir şiir gibi okuyabilir misiniz tüm bu sözleri.
- Sizi en başından beri dinleyen bir kitle var ama zamanla daha çok mu anlaşıldı yapmak istedikleriniz?
- Beni ve benim gibileri artık kategorize etmiyorlar. En basit şekilde yaşıyoruz, çalıp söylüyoruz. Bir dönem bazı durumlar oldu tabi. Sen onlara güzel bir şey sunmaya çalışıyorsun ama onlar seni bir şekilde snob vb. algılıyor ne kötü bir şey ama, insanı yaralayan şeyler.
- Bir de hoş bir renk, Eurovision Şarkı Yarışması’nda da karşılaştık sizinle albümlerinizden önce. Yıl 1999, şarkı ‘’Bana Bana’’ ve o dönem çok konuşuldu, çok tartışıldı.
- Bir şey yapıyorsunuz ve insanlar dinliyorlar, bundan daha ötesi olamaz. Hırs belki ya da değil ama çok güzel bir şey. Eurovision’da hatta öncesinde diğer yarışmalarda çok keyifli anlar yaşadık. Bugün keyifle anımsamaya devam ediyorum ve hiç olumsuz bir şey hissetmiyorum o yıllar adına.
- Sizden daha önce öğrenmiştim ama öncesinde bilmiyordum. Bir dönem çok enteresan projelerde de imzanız var ki bunlardan bir tanesi Ferdi Özbeğen için hazırlanan bir albüm.
- Aranjör olarak özellikle popüler olduğum zamanlarda çok da severim, düzgün çalışmalar yapmıştır Ferdi Özbeğen ve benden bir ricası oldu. Popüler şarkılarına büyük bir orkestra ile klasik formatta bir şeyler istedi ve başladık, o kadar güzel de oldu ki o albüm. Örneğin Alexiu’nun çalışması ki Sezen Aksu ile sonra ‘’Herşeyi Yak’’ ismi ile popüler olan o şarkı ilk bizle o albümde yer almıştı mesela. Yok oldu gitti o albüm. Piyanist şantör, taverna müziği kalıplarında algılandığı için mi acaba o dönem bir heyecanla Ortaköy’de albümü sordum bir kaset satan dükkana gidip ve ‘’biz öyle şeyler satmıyoruz’’ yanıtını aldım. Şok oldum, ne diyeceğimi şaşırdım; bana diyor yani bunu adam. Demek ki bu ülkede kategorilere ayrılmış, kesin hatlar konulmuş bir hâl yıllardır var. Ne kadar at gözlüğü takıyoruz; bu yüzden ne kadar çok şey kaybediyoruz. Az önce bahsettiğim durumla alakalı, herkes bir yerde şablonlanmış, kalıplanmış, bir yere konulmuş. Bu adamın başka bir yeteneği vardır, rahat bırakın gitsin değil mi?
Benim umurumda değil, ben aynen atlıyorum, zıplıyorum. Türkü de yapıyorum rock’n roll’da, şurada da çıkıp söylüyorum, kim ne derse desin, bu kadar basit yani :)
- Örneğin en son Mustafa Ceceli’nin albümünde bir şarkınız var. Peki Vedat Sakman’ın özel kriterleri var mı bestelerini başka isimlerle buluşturması adına?
- Eğer kişi hakkını verirse, başarırsa veririm ama vermiş olmak adına asla vermem bir çalışmamı. Ama öyle bir şarkı yaparım ki mesela şu kişi yorumlayabilir bu çalışmamı diyebilirim, zaten doğru olan da budur. Ben biraz da elit olayım falan diye kimse benim şarkımı okumasın. Sibel Can’a yolladık bir şarkı mesela şimdilerde.
- Yeni şarkılarınızı sahnenizde dinleme şansını buluyoruz sizden ama bir albümde de dinleme şansını yakın bir zamanda bulacağız öyle değil mi?
- Mücadelesini veriyoruz. O kadar çok şarkı oldu ki şu anda 3 - 4 albüm yayınlanabilir bu şarkılardan. Sıkıştı artık mesele ve 2010’da sürprizler olacak gibi.
- En son bir konser albümü yayınladınız ki ülkemizde az ama öz yapılan işlerden biriydi ama siz zaten önceki albümlerinizde de bu sıcaklığı, aynı havayı yaşatıyordunuz bizlere.
- İnsanların bana kondurduğu şey birebir durum. Bu akustik formatın ısısı gerçekten farklıdır.
- Ya bu işin stüdyo aşamaları?
- Ayrı bir heyecan, ayrı bir keyif. Örneğin Zuhal Olcay için hazırladığımız albümde 97 yılında yine stüdyo’dayız ve ‘’Ayrılık da Sevdaya Dahil’’i kaydediyoruz. Zuhal yorumlarken şarkının ikinci yarısında bir anda ağlamaya başlıyor ve sonra bir anda duruyor her şey daha sonra tekrar çalıyoruz. Böyle kaydedilmiş bir şarkının lezzeti başka nasıl alınabilir ki? Zira şarkı da çok başarılı oldu, bugün de keyifle dinleniyor. Öyle olmasaydı, bu samimiyette acaba böyle olabilir miydi?
Hümeyra’nın ‘’Beyhude’’ albümünde de mesela. Onun kayıtlarında da çok enteresan haller yaşadık. Özellikle ‘’Gidemediklerimiz’’ şarkısında ayrı ayrı ruh hallerinde, çok etkilenmiştik oradaki atmosferden.
- Peki tüm bu şarkılar içinde özellikle ayrı tuttuğunuz bir şarkınız var mı?
- Hayır hayır hepsinin yeri gerçekten ayrıdır. Birini diğerinden ayıramam hepsi benim için çok özeldir.
- Peki ya bugünün popüler müziği? Ne düşünüyorsunuz gelinen nokta adına?
- Geçmişin popüler müziği bugünkünden iyi değildi. Baktığımız zaman bugünün popçuları teknolojiyi, soundları doğru kullanmayı başardı. Kuşkusuz önemli bir gelişme bu. Örneğin Kenan Doğulu almış olduğu birikimi bugün ile buluşturan başarılı bir örnektir.
İşin marketinde durum şu belki de. Bugün eskiye göre daha iyi her şey ama sanatsal boyutunun geri olduğunu düşünmeden edemiyorum yine de.
- Ya albüm satışları, şu korsan müzik meselesi?
- Korsanı da öldürdük korsan diye de bir durum kalmadı :)
Albümleri alan kişiler, ayrı saklayan, ayrı dokunan kişiler elbette var. Benim albümlerim beş bin civarında satıyordu bugün de yayınlasam aynı rakamlarda satacak eminim. O bir milyon satanlara kulübümüze hoş geldin diyorum şimdilerde :)
- Son olarak başarılı bir müzisyen olabilmenin kriterleri nedir peki size göre?
- Çok ciddi bir iş bu, asla ayağa düşmemesi gerekir müzisyenliğin. Bunu bir popülerlik uğruna yapmak istiyorsa kişi müziğin iyi bir yanında durmuyordur demek ki, öylesi ile de işimiz olmuyor zaten bizim. İyi yanında duruyorsa zaten başarılı olmaması için hiçbir sebep yoktur, inanmaya devam etsin, biz de her türlü desteği vermekten kaçmayız kendisine.
- Hayatımızda yeriniz çok özel, çok teşekkür ederim vakit ayırdığınız için, bu keyifli söyleşi için.
- Ben çok teşekkür ederim.