Asya Gülgün Özkan

adimkadin@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeliz Pulat

bir orman sarmaşığıyım ben. köklerimi koparamadı henüz hiçbir şey ...

 

- Sevgili Yeliz, söyleşimize başlamadan önce okuyucularımıza senin hakkında kısa bir tanıtım yazısı sunmak istiyorum. Senin eklemek istediğin birşeyler var mı acaba?

1977 yılında Ankara’da doğdu. Babası Türk tiyatrosu’nun üstadlarından ve Şan Tiyatrosu’nun kurucusu Avni Dilligil’in öğrencilerinden Ahmet Hikmet Pulat. Kendisi ayrıca Simbad adıyla illüzyon sanatını Türkiye’de ilk sevdiren isimlerden biri. Babasının turnelerinde ve sahnede geçen çocukluğunun ardından 16 yaşında Ankara’nın en eski tiyatrosu olan Çan tiyatrosunda çeşitli çocuk oyunlarında oynamaya başladı. 1997 yılında ise gelen bir teklifle Kanal 6 ‘da program sunuculuğu görevini aldı. Top Secret, 6’da 6, Pazar neşesi gibi programların ardından TGRT ile anlaşma yaparak gündüz kadın kuşağını teslim aldı. 6 yıl çalıştığı TGRT’de magazinden müzik programına yarışmadan çocuk programına kadar pek çok format sundu. 2000 yılında başladığı Keşif programıyla ise televizyonculuk kariyerine hem belgeselciliği hem de program yapımcılığını ekledi. Program süresince Türkiye Gazetesi’nde her hafta gezi sayfaları hazırladı. 2003 yılında Keşif Kültür Bakanlığı tarafından yılın en iyi belgeseli seçilirken Yeliz Pulat da yılın en iyi belgesel yapımcısı ve sunucusu seçildi. 2004 yılında Show TV Haber Merkezinde Barkot programının sunucusu ve yapımcısı olarak görev almaya başladı. Bir yıl sonra önce gece haberleri daha sonra gün içi bültenlerle haber spikerliği görevini sürdürdü. 2008 Ocak ayında Show TV’den ayrılıp Barkot’u Kanal 24 ekranlarında hazırlayıp sunmaya devam ederken kalbinin bir köşesinde hep varolan ve sahnede olmasa da her zaman destek verdiği tiyatro ve oyunculuk konusunda eğitimine devam etti. Oyunculuğunu Guinness Rekorlar kitabına girmek üzere hazırlanan 24 saatlik tiyatro oyunu deneyimi ile pekiştirdi. Yakın dönemde Başkent Akademi’de Cevdet Arıcılar, Ali İpin, Altan Erkekli, Saydam Yeniay gibi Türk tiyatrosu'nun çok değerli isimlerinden eğitim alarak oyunculuğunu daha profesyonel bir seviyeye taşıdı. Haziran ayında “Alo Komşumuzu Öldürdük” ve “Yerli Malı Aşk” isimli iki oyunda rol aldı. Son olarak TRT Türk’teki “Gümüş Hilal” isimli kültür sanat programını sundu.

- Yaklaşık bir ay önce çok severek sunduğum TRT Türk’teki Gümüş Hilal programından ayrıldım. Çünkü hayatım boyunca istediğim ama bir türlü fırsat bulamadığım bir hayali gerçekleştirme kararı aldım. Kasım ayı itibarıyla 7 aylık bir süre için Londra’ya gidiyorum. Bu süreci mesleki gelişimime ayıracağım. Öncelikle yabancı dilimi daha profesyonel bir noktaya taşırken, BBC’de katılacağım kursla televizyonculuğumu geliştireceğim. Bunun yanı sıra bir de çok sevdiğim oyunculuk için bir kursa devam edeceğim.

- '’Guinness Rekorlar Kitabı'na girmek üzere hazırlanan 24 saatlik tiyatro oyunu deneyimi‘’ desem, sen nasıl devam edersin Yeliz’cim?

- Bizim tiyatro sanatına dikkat çekmek için yaptığımız bir çalışmaydı. Çünkü tiyatro kadar önemli bir sanat ne yazık ki artık hak ettiği ilgiyi görmüyor. Ben de televizyoncuyum, ama şunu itiraf etmek gerekir ki, bu ilginin bitmesinin en önemli sebebi televizyon. Televizyon tiyatroya gitme alışkanlığını yok etti. İnsanlar evlerinde oturup saatlerce aynı ekrana kilitleniyor. Oysa ne tiyatro televizyonun, ne de televizyon tiyatronun yerini tutamaz. Örneğin bir oyuncu tiyatroda farklı, televizyonda farklı oynar. Hatta bu durum kamera oyunculuğu diye bir kavramın çıkmasını bile sağladı. Kısacası tiyatro başka bir dünyadır. Ancak dediğim gibi tiyatroların durumu malum. Hele ki özel tiyatrolar. Kaynaksızlık, sahnesizlik. Bunun için farklı ve belki de daha popüler işlere imza atmak lazım. İşte bizimkisi de böyle bir çalışmaydı. Çok yorucu ama unutulmayacak bir deneyim oldu. Büyük bir ilgi gördü. Bence tiyatroya dikkat çeken bu tarz çalışmalar daha fazla yapılmalı ve desteklenmeli.

- Peki yıllar sonra içindeki tiyatro oyunculuğu sevdası nasıl oldu da yeniden günyüzüne çıktı?

- Aslında hep gün yüzündeydi :) Klasik bir deyiş gibi görünse de ben sahnede büyüdüm. Çocukluğum Anadolu’da babamın turnelerinde geçti. Sahne tozunun ne olduğunu iyi bilirim yani. Ama az önce de söylediklerime paralel olarak bir oyuncunun sadece tiyatro yaparak geçimini sağlaması gerçekten çok zor. Bu sebeple pek çok oyuncu dizilerde çıkıyor karşımıza. Ben ise televizyona sunucu olarak başladım. Ancak sunuculuk yoğun tempolu bir iş olduğu için uzun yıllar tiyatroda oynayamadım. Bulduğum ilk fırsatta da aktif olarak tiyatroyu yeniden aldım hayatıma. Ve çok da mutluyum.

- Spikerliğe dönüş nasıl oldu, uzun zaman sonra, canlı yayın esnasında zorlandığın bir olay geçti mi başından Yeliz’ciğim ?

- Buna bir geri dönüş diyemeyiz. Benim mesleğim televizyonculuk. Bu 12 yıldır böyle ve hiç bırakmadım mesleğimi. Pek çok farklı formatı izleyiciyle buluşturdum. Ekran önünde olmanın yanı sıra mutfakta da yapımcı olarak çalıştım. Ekranda olmadığım zamanlarda da çeşitli programların yapımını gerçekleştirdim. Böyle bir noktaya geldikten sonra şunu söyleyebilirim ki, ekranda gördüğünüz bölüm benim işimin sadece yüzde 30’unu oluşturuyor. Arkada dağ gibi bir iş var. Doğru içerik için çok çalışmak lazım. Ben her iki konuda da kendimi geliştirmeye çabaladım. Canlı yayın ise, hiç şüphesiz ki yayıncılığın en zor hali. Her şey yolunda gidiyor derken bir bakmışsınız haber girmemiş ya da karşınızda okuduğunuz metin bir anda uçup gitmiş. Canlı yayın esnasında benim de başıma pek çok şey geldi. Ama zor ve riskli olduğu kadar hiç şüphesiz en zevkli yayın şeklidir bir televizyoncu için canlı yayın.

- Peki bundan sonrasında gelecek için aklından neler geçiriyorsun? Hayata dair planlarında neler var, seni çalışma hayatında hangi projelerde görebiliriz?

- Dediğim gibi 7 aylık bir süre için Londra’ya gidiyorum. Bu benim için çok önemli ve bundan sonra yapacağım bütün çalışmaları etkileyecek bir plan. Londra’da katılacağım BBC kurslarının televizyonculuğumu geliştirmeme büyük faydası olacağına inanıyorum. Aynı anda oyunculuk üzerine de eğitim almayı planlıyorum. Yani önümüzdeki 7 aylık zaman benim kendimi geliştirmeye adadığım bir zaman olacak. Türkiye’ye dönüşümdeyse bir belgesel projesini hayata geçirmeyi planlıyorum. Ancak sinema formatında olacak. Bugüne kadar hep insanların gözünün önünde olup da hiç işlenmemiş bir konu. Büyük ilgi çekeceğini düşünüyorum.

- Teknolojinin kadın-erkek ilişkisine yansıması nasıl oldu sence?

- Genel olarak bir teknoloji hayranıyım ve yenilikleri takip etmeyi seviyorum ama kadın-erkek ilişkileri açısından bence yansımaları hiç de iyi olmadı! Bir de başımıza 3G çıktı. Kıskanç sevgililer için çağın icadı! Bende ise rahatsızlık yaratıyor bu kadarı. Tamam, ben de bayılıyorum elektronik postalarımı cep telefonumdan okuyabilmeye. Ama o kadar! Sevgilimi gün içinde telefonumda görmesem de olur. Akşama kadar o’nu özlemenin keyfi başka. Bir de ben bir insanın yüzüne bakarak konuşmayı seviyorum. Söylediklerimin yarattığı tepkileri yüzünde, gözünde, mimiklerinde izlemeyi. Msn’de sürüp giden aşklar var. Bir bilgisayar ekranı nasıl bir duygu yaratabilir ki? Ya da bir sms’de gerçeği, doğruyu, samimiyeti, yalanı nasıl ayırt edebilirsiniz? Sanal alemde başlayıp devam eden aşkları anlayamıyorum ya o yüzden. İnsanlar fiziken hiç yan yana gelmeden facebook profillerinden birbirlerine aşık oluyor, bu aşkı yaşıyor, sonra kavga ediyor, ayrılıyor, acı çekiyorlar. Yani bunun hangisi aşk, hangisi kavga, hangisi acı?

- Adam gibi erkek gibi bir tanımlama var son zamanda kadınların dilinde, sen nasıl tanımlarsın bu erkeği?

- Adam gibi erkek, kadın gibi kadın. Ben inanmıyorum bu tür etiketlere. Evet, bir modadır gidiyor herkesin dilinde ama bence insan gibi insan olmak lazım önce. Kadınlık - erkeklik sonra başlıyor.

- Kadın sığınma evi dediğimde aklına ne gelir ve bize neler söyler Yeliz?

- Neler söylemez ki? Bir araştırmaya göre günümüzde Türkiye’de her 2 kadından biri şiddet görüyor. Babasından, kardeşinden, kocasından hatta çocuğundan bile şiddet görenler var. Ancak ne yazık ki bu kadınların pek çoğu şikayet etme hakkının bile farkında değil. Onlar için şiddet olağan bir şey. Çünkü annesinin de şiddete maruz kaldığını görmüş, ses çıkarmıyor. Sesini çıkaranlara ise ne yazık ki yeterli yardım eli uzatılmıyor. Kocandır deyip çoğu evine geri gönderiliyor. Sığınma evleri ise yetersiz. Sayıları 50’yi geçmiyor. Hal böyle olunca da bu kadınlar belli bir süre sonra sığınma evinden çıkarılıyor. Peki ne yapacaklar? Mecburen dayak atan kocasının ya da babasının yanına dönüyor. Toplumun çok büyük bir yarası bu. Bu konuda okuduğumuz 3’üncü sayfa haberleri hepimizin kanını dondursa da yeterli bir çalışma yapıldığını düşünmüyorum. Avrupa ülkelerinde devlet bu konuya büyük bütçe ayırıyor. Türkiye’de ise kadınlar kaderlerine bırakılıyor. Ne koruma, ne maddi destek, ne iş olanağı.. Belediye Kanunu’na göre nüfusu 50 bini geçen her belediyeye bir kadın sığınma evi açma görevi veriliyor. Bence başkanlar her 8 Mart’ta kadınların kapısına gül bırakırken biraz da bu görevi düşünmeliler.

- Bir kadın, hayatı boyunca kaç kez sıfırlar yaşamını, duygularını, geleceğini, umutlarını, yitime kaç kez dayanabilir? Nasıl oluyor da bunca vermelerden sonra hala bitimsiz bir varlık gibi yol alıyor yaşamında? Kadın nerede ve ne zaman tükenir?

- Kaç kez sıfırlar, yitime kaç kez dayanabilir?! Pek çok kez ya da hiç. Ya orman sarmaşığı gibi olur, hep yükselir başı güneşe doğru. Ne önüne çıkan duvarı dinler, ne bahçıvanın makasını, o hep inatla uzatır yine kafasını hayata… Ya da bir narin gelinciktir, kaba bir dokunuş döker yapraklarını, bir daha hiç açamaz. Yani bitimsiz olduğunu düşünmüyorum. Yaşıyor, ayakta duruyor ama içinde bir yerde dökülebiliyor yaprakları. Bir daha hiç o kadar kırmızı olamıyor. Çevremizde pek çok gelincik var, orman sarmaşığı gibi davranan. Sadece gözlerinden okunuyor.

- Senin de çok üzüldüğün ve çok ağladığın bittim dediğin bir zaman oldu mu?

- Çok üzüldüğüm ve çok ağladığım anlar oldu tabi ki. Çok kırıldığım, döküldüğüm, dağıldığım. Ama bir orman sarmaşığıyım ben. Köklerimi koparamadı henüz hiçbir şey.

- Kadında özgürlüğün tanımı nedir, nereye kadardır? Bu kadının gerçekten mutluluğu mudur? Yeliz özgür mü, örneğin; özgür ruhunu yanına alarak nereye gitti ve nerede hissetti özgürlüğünü, alıp başını en son nereye gitti?

- Kadın ya da erkek, özgürlüğün tanımı tek’tir bence. Özgürlük herkes içindir. Ama tarih boyunca kadına hep bir lütuf gibi sunulmuş özgürlük.. Bir varlığın, kendi hayatına dair bir konu için başka bir varlıktan izin alması, doğada sadece insanoğlunda var. İnsan egosunun bir ürünü. Bununla tabi ki “herkes aklına eseni yapmalı” demiyorum kimseye. O zaman müthiş bir kaos olurdu. Bu noktada başka bireylere saygı çıkıyor ortaya. Eşine, ailene, arkadaşlarına, tanıdık tanımadık insanlara ve doğadaki varlıklara. Örneğin evlilikte atılacak bir adım her iki kişiyi de etkileyeceği için, her konuda ortak karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ya da evli bir kadın dışarı çıkarken kocasına haber veriyorsa, bu saygı ve sorumluluktan kaynaklanmalı, bir izin duygusuyla yapılmamalı. Tabi bir de kadının kendi ayakları üzerinde durması çok önemli. Pek çok kadın ekonomik güç kazanmadan doğal hakkı olan özgürlüğe kavuşamıyor. Ben büyürken de babamdan hiç izin aldığımı hatırlamıyorum. Ama buna rağmen seçimlerim konusunda hep o’na danışmışımdır. Bu karşılıklı sorumluluk ve saygıdır. Hayatım boyunca ilişkilerimde babamla kurduğum bu modelden faydalandım. O yüzden hiç özgürlük eksikliği hissetmedim. Hep alıp başımı gitme, sonra geri getirme şansım oldu. Bu ara Londra’ya yerleşme kararı aldık, sütlü çaydan bıkınca geri döneceğiz. :)

- İç dünyanda hayallere yer var mı? Ya hayal kırıklığı , sık sık karşılaştığın oldu mu onunla?

- Olmaz mı? Neler neler. Hayal kurma hızıma ben bile şaşırıyorum bazen. Hayallerim kadar hayal kırıklıklarım da var ama. Herkeste böyle değil midir bu? Bazen umutsuzluklar umutlara dönüşür, bazen de umutlar umutsuzluklara. Ama her ihtimalin yüzde 50 gerçekleşme şansı olduğunu düşünürsek, hala hayal kurmamız için yeterli nedenimiz var diye düşünüyorum.

- Çok alakasız bir soru gibi gelebilir ama merakıma yenik düşüp soracağım; neden bu kadar çok sahte şarışın var sence ? :)

- Galiba erkeklerin sarışınları daha çekici bulduklarını düşünüyorlar. Bense erkeklerin neyi çekici bulduklarını kendilerinin bile bilmediğini düşünüyorum. Kısacası karışık bir durum :)

- Ya Aşk ! Kalıbı, sınırları, kuralları ile sende aşkın tanımı nedir? Aşkın cinsiyeti var mı ki? Ya yaşı, ömrü?

- Ben hala anlamadım bu aşkın nasıl bir şey olduğunu!. Galiba anlayamayacağım da. Hayatın bir şakası gibi insanoğluna! Ama bu şaka asırlardır pek çok şeyi yönetiyor. Bir yerde ilk cinayetin kıskançlık yüzünden işlendiğini okumuştum. Tarihe baktığımızda nice savaşın, nice devletin yıkılmasının, nice düzenin değişmesinin sebebi aşk. Sezen Aksu “ Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk” demiş ya, böyle bir sözü bu duygudan başka ne söyletebilir ki bir insana. İnsanın içindeki çok yaban bir noktaya değiyor gibi. Ve o yaban nokta, henüz sizin tarafınızdan keşfedilmemişse, vay halinize! Kime aşık olacağınızın iradenizi aşıyor olması aşkın kokpitte oturuyor olmasından kaynaklanıyor bence. Kısacası, dilerim bir an önce tedavisi bulunur :)

- Merak ediyorum biz, bize benzeyenleri mi seviyoruz aslında? Ve sonrasında bu yüzden mi ilişkiler çıkmaza giriyor, senin fikrin nedir bu konuda?

- Bize benzeyenleri sevdiğimizden değil de, her şeyi kendimize benzetmeye çalıştığımızdan bu çıkmaz bence. Ve çok alaturka. Birey olmanın önemini kavrayamıyoruz. Hepimiz ayrı birer karakteriz. Mesela “ruh eş”im diyorlar,bana garip geliyor. Nasıl meraklıyız böyle eşleşmeye? Farklı bir karakterin keyfini sürmek varken, benden bir tane daha hayatı çekilmez kılardı, eminim. Ortak ilgi alanlarında buluşan iki ayrı varlık kadar yaratıcı bir şey yok dünyada.

- Edebiyata ve şiire olan ilgini ben biliyorum. Nasıl başladı bu aşk, şiir odaklanmak için eline kalem tutuşturan etkenler neler oluyor?

- Çocukluğumda günlük tutardım, o zamanlardan beri yazmak konuşmak kadar sık kullandığım bir iletişim aracı benim için. Mesela sevgilimle yazarak kavga ediyoruz biz. Yazmak kelimelerin kalem ve kağıtla dans etmesi gibi. En çok da şiirde seviyorum bu dansı. Her şey bana şiir yazdırabilir. Eve gelirken yolda gördüğüm biri ya da bir şey, doğa, aşk. Hayatın kendisi şiir gibi. Şairlere sadece doğru kelimeyi seçmek kalıyor.

- Bizimle bir şiirini paylaşmanı istiyorum dersem Yeliz’ciğim?

GÖÇEBE

Gideri olmayan bir aşktı.
Kaçarı göçeri de kalmamıştı
Ya olursa denmişti denmesine başlarken her şey ama
Olmazsa olmazlar da bir o yana bir bu yana çarpıyordu tüm gerçekliğiyle
Sonra
Bir cam sesi duyuldu
Ayak sesi
Kapı sesi
Candan kopan bir hıçkırık

Olanlar olmayanlar sessizliğe gömüldü
Aşk göçüp gitti



- Cahil – sır – mor – hoş – kayıp – gelecek – sıcak – beklemek – ateş –acı tüm bu kelimelerin sendeki karşılığı nedir merak ediyorum…

- Cahil: Babamın öğüdü “Cahilden dostun olacağına, akıllıdan düşmanın olsun”
Sır: İki kişinin bildiği sır değildir.
Mor: Başucumda her gece yaktığım mum
Hoş: Göreceli
Kayıp: İstanbul’da en sevdiğim şey, kaybolmak..
Gelecek: Bir an sonra
Sıcak: Sütlü çikolata
Beklemek: Tahammül edemiyorum
Ateş: Şöminedeyse bayılırım
Acı: İnsanı büyütüyor

- Adım Kadın okuyucuları adına bizimle zamanını paylaştığın için çok teşekkür ediyorum Yeliz’ciğim…

- Ben de çok teşekkür ederim. Sevgilerle.

 

 

KASIM 2009