Bir eleştirmen, ardından da bir televizyonyıldızı olarak ün kazanan Şafak Karaman, bir firma kurup (Şafak Karaman Production) yapımcılığa karar verince, ilk albümü çok sevdiği Yulduz Usmanova’ya yapmak istemiş. Ama bir şartı olmuş: “Albümün çalışmaları sırasında, hep burada olmalısınız…” Usmanova kabul ediyor ve kalıyor. Ve bu kararın sonucu da “Dünya” albümü oluyor; geçtiğimiz haftalarda yayınlanan emsalsiz “Dünya” albümü.
Yulduz Usmanova ile, Şafak Karaman Production’un geniş-ferah ofisinde buluştuk. Zengin bir “5 Çayı” sofrası hazırlanmıştı; biz de yedik-içtik-sohbet ettik.
Hem de Türkçe. Evet Türkçe! Karaman’ın katkısıyla gürül gürül bir Türkçesi olmuş Usmanova’nın. Yıllar önce onunla Radikal İki için bir röportaj yaptığımda, her ikimiz de kafa göz yara yara Türkçe-Özbekçe-İngilizce arasında gidip gelmiştik; bu sefer çok daha iyi anlaştık.
Ve kahkahalarla yaptım röportajı; Usmanova yalnızca bir “diva” değil, aynı zamanda (tıpkı Sezen Aksu gibi) esprili mi esprili, tatlı mı tatlı biri. “Sezen Aksu ile karşı karşıya gelirseniz eğer günün birinde, olduğunuz yer kahkahalar ile çınlayacaktır,” dedim ona; gülümsedi ve “İnşallah olur,” dedi, “çok sevdiğim bir sanatçıdır.”
Ve sohbetimiz sürdü.
- Özbekistan’dan çıkan tek uluslararası star sizsiniz, sizden sonra başka isimler denendi ama olmadı; neden sizce?
- Zor iştir bu; çok çalışmak ve sabretmek lazım. Özgün olmak, kendin olmak zorundasın. Birini taklit etmek belki gençlik yıllarında mümkün ama sonra kendi yolunu bulmalısın. Birinin taklidiysen, yani kendin değilsen, dışarda ilgilenmiyor kimse seninle.
- Bütün Avrupa sizi yıllardır yere göğe koyamıyor. Dil akrabalığı da olduğu halde, Türkiye’de bir türlü hak ettiğiniz yere gelmediniz. Siz mi asılmadınız bu konuya, yoksa olamadı mı?
- Bence geç kalmadım, hatta işte şimdi, yapmam gerekenleri zamanında yapıyorum bile diyebilirim. Her sanatçının hamlık yılları zamanları vardır; belki bunların geçmesini bekledim. Ve beni iyi tanıyorsunuz, yedi sekiz yıl evvelki görüşmemizde de “Neden Türkiye’ye daha sıkı asılmıyorsunuz?” demiştiniz, ben de “Zamanı var belki,” demiştim. Evet, zamanı varmış demek ki; işte buradayım, zamanı buymuş. “Kısmet” deriz ya, kısmet işte. Kaldı ki, Türkiye de değişti. On yıl evvel gelmeye niyetlendiğimde her şey başkaydı; pantolon değil, mini etek giymen bekleniyordu, şarkılardan çok ne gösterdiğine bakılıyordu. Bunun değişmiş olduğunu düşünüyorum şimdi; hiç olmazsa kısmen.
- Bu son albümünüz her şeyin seyrini değiştirecek gibi gözüküyor. Günlerdir dinliyorum ve her şarkısı bir hit.
- Bu albüm için çok çalıştık. Ben ve Şafak ve diğer bütün ekip arkadaşlarım. Aylarca dil çalıştım. Türkçe bir albüm yapacaksam eğer, bunun öncekiler gibi değil de, temiz bir Türkçe ile olmasını istedim. Şafak’ın desteği bu konuda da çok büyüktü; her cümle, her kelime üzerinde saatlerce duruyordu. Bu konuda ilerleme sağlayınca da albüm repertuvarı üzerine çalışmaya başladık. Şarkıları dizdik önümüze ve başladık “o mu yoksa bu mu” diye tartışmaya; repertuvar son şeklini alınca da çalışmalar hızlandı.
- Albümdeki şarkıların bir kısmı, Usmanova’nın Özbekçe şarkılarının yeni sözlerle Türkçe versiyonları. Ama yeni şarkı da var.
- Var, yeni şarkı da var. Ama Şafak, “Bunların hepsi bizim için yeni şarkı, sıfırda şarkı” diyordu. Ben senede yirmi-otuz kadar şarkı yazarım; ben yepyeni şarkılar söylemek istiyordum ama Şafak beni ikna etti.
- Candan Erçetin’in “Yalan”ı çok popüler olunca duyuldu adınız bizim buralarda. Ama bu da hemen olmadı; albüm kapakları bizde genellikle okunmadığı için o şarkıyı herkes orijinal beste sanıyordu; çok sonra öğrenildi sizin şarkınız olduğu.
- Evet, şaşırıyordu da öğrenenler. Bazen bana da soruyorlardı, “A, bu sizin şarkınızmış meğer!” diye.
- Albümün tamamı Türkçe, bu nedenle “Yalan” da Türkçe; Mete Özgencil’in sözleriyle söylüyorsunuz bu sefer.
- “Dünyada Ölümden başkası yalan” dizesi, zaten şarkının orijinalinde var. Mete Özgencil, bu dizeyi olduğu gibi almıştı zaten. Şarkıya yeniden söz yazdırmayı istemedik ve bu versiyonu kullandık.
- Peki, Özbekçe ve Türkçe arasında, şarkı söyleme anlamında nasıl farklar var?
- Türkçe yumuşak bir dil, en azından bizim Özbekçe’den daha yumuşak. Çok sert Ğ-H ve K’lar yok; çok müzikal bir dil. Başlangıçta zorlandım ama sonra oldu.
- Ben de sizi Özbekçe şarkılarınızla sevdim, diğer hayranlarınız gibi. O dilde sizi dinlerken, nasıl desem, sanki bulutlara tırmanmışsınız da, oradan senfoniler gönderiyor gibisiniz. Özbekçe de çok güzel bir dil; en azından sizde çok güzel duruyor.
- Belki Özbekçe’yi de yumuşak kullandığımdandır. Dilimizde var olan o çok sert tonları-vurguları, yıllar içinde hep yumuşattım ben. “Şive” deriz ya, nerdeyse bir “Yulduz Usmanova şivesinden” bahsedilir olmuştu. Sizin “yalan” diye tonladığınızı, biz “yağlan” diye tonlarız; ama benim ordaki telaffuzum, sizin telaffuz biçiminize çok yakındır; daha kaç yıl önce hem de. Sizde de “Ğ” var ama ya tonlanmaz, ya da hafifçe geçiştirilir; biz de üstüne üstüne basılır. Burada kendimi bir “talebe” gibi hissettim, her şeyi yeni yeni öğrenmeye başlayan genç bir talebe; ve o şevkle öğrendim Türkçe’yi. Bunun için de, burada devamlı kaldım, bu gerekliydi.
- Ne kadardır buradasınız?
- Arada kısa süreler için gidip geldim ama toplasanız bir buçuk yıla yakındır İstanbul’dayım.
- O kadar uzun süredir buradasınız ve biz hiç duymuyoruz-bilmiyoruz bunu.
- Pek sesimizi çıkarmadık zaten; kendimizi albüm çalışmalarına verdik. Ama az da olsa bazı televizyon programlarına katılmadım değil, katıldım. Ama bu son albümle birlikte, daha faal olacağım. Mesela, Nükhet Duru’nun programına gittim geçtiğimiz haftalarda; tam bir hanımefendi, çok iyi ağırladı beni, ben şarkılarımı söylerken, baktım o da eşlik ediyor; biliyormuş şarkılarımı.
- Bir şarkınızın Türkçe versiyonunu yapmıştı o da; “Maida” adlı şarkınızı, “Nerde” adıyla yapmıştı.
- Öyleymiş. Bunu da yeni öğrendim. Ama Özbekçe de söyledi benimle; çok akıllı bir sanatçı.
- Tekrar şu uzun kalma konusuna dönelim; tek başınıza sıkılmadınız mı?
- Tek başıma değildim ki, kocam da geldi buraya, birlikte kaldık. Maşallah eşim hem akıllı hem de sabırlı çıktı. Eşim Türk; beni anlayan ve mutlu eden bir eş.
- Mühim bir konuya geçelim; dijital müzik-internet-download… Ne düşünüyorsunuz bu konuda? Özbekistan’da bu durumlar ne alemde?
- Orası buradan beter.
- Beter?
- Korsan başını almış gitmiş orada. Burdaki gibi kapalı kapılar ardında ya da gizlenerek yapmıyorlar; çekinmeden, açıkça yapıyorlar. Sizin burada, telif hakları konusunda çok yol alınmış; bir kanun var ve uygulanıyor. Korsan albüm basanlar ve satanlar dava edilebiliyor. Bizde yok böyle bir şey; çünkü bunun suç olduğu konusunda herhangi bir kanun yok!
- Ha anladım; hırsızlık yapar gibi değil de, normalmiş gibi yapıyorlar bunu.
- Evet. Bu nedenle korsan hiç kaybolmadı Özbekistan’da, aksine her geçen gün güçleniyor. Çok rahat çalışıyorlar. Zaten bunu yapmak haklarıymış gibi, rahat yapıyorlar; hiç çekinmeden. İtiraz yok, dava yok; ellerimiz bağlı. Burası bu konularda çok sağlam; Avrupa gibi çalışıyorsunuz.
- Bütün bunlara rağmen hiç durmuyor ve her sene ortalama bir albüm yapıyorsunuz.
- Bazen senede iki. Para kazanmayacağım diye albüm yapmaktan vazgeçemem. Ağlamaya başlarsan zaman geçer ve bir şey yapamazsın. Ben şarkı söyleyerek var oluyorum; senede kaç şarkı yazıyorum, istiyorum ki stüdyoya gireyim, söyleyeyim onları. Hem korsan var diye para kazanmıyor da değiliz; belki albüm satışlarından para kazanılmıyor ama sahneden kazanılıyor. Hep ağlayarak bir şey kazanılmaz, aksine kaybedilir. Bu nedenle “korsan korsan korsan” diye diye yerinde sayanlar, hiçbir şey yapmayanlar her zaman şaşırtmıştır beni. Hatta inanın şöyle de düşündüğüm oluyor: Korsan da biraz para kazanmalı ki, çoluk çocuğunu, ailesini geçindirebilsin.
- Çok naifsiniz… Bizde zamanında yazılmış bir konuyu, hazır sizi bulmuşken de doğrulatmak isterim. Serdar Ortaç da “Dünya”yı Türkçe yapmak istemiş zamanında ama siz izin vermemişsiniz.
- Doğru. Ben Serdar Ortaç’ı severim; çok efendi, çok saygılı biridir. Özbekistan’a da geldi konser için, o zaman tanıştık. Sonra ben Hollanda’da konser vermekteyken beni görmeye geldi. İnsanın bazen yakın dostları bile ihmal edebiliyor bu tür ziyaretleri, o geldi. Sık sık görüşemezsek de, severiz birbirimizi. Ama o zaman, ben yeni yapmıştım “Dünya”yı ve “Önce benim sıram,” demiştim, “biraz zaman geçtikten sonra, sen yaparsın.” Sonra olmadı, ama konserlerinde hala söylediğini biliyorum.
- Son sorum: Özbekistan’da milletvekili seçildiğinizi, meclise girdiğinizi duymuştuk.
- Evet, kaç yıl sürdü. O dönem konser çalışmalarım da, Avrupa’ya gidip gelişler de durdu. Milletvekili seçilmişsiniz; çalışacağınız yerde, “Ben konsere gidiyorum,” deyip gidemezsiniz. Müzikle alakam zayıfladı o dönem. O sıralarda ancak “Bilmadım” albümü yapabildim.
- Muhteşem bir albümdü; özellikle albüme ismini veren şarkı.
- Sağolun; siz beni seviyorsunuz ya, her şarkım size güzel geliyor.
- Yok yok, olağanüstüydü. Bana genç kuşak şarkıcılarımızdan Bora Meriç getirmişti o albümün Özbek versiyonunu ve ben o zamanlar Ajda Pekkan’a önermiştim şarkıyı.
- Ajda Pekkan’ın firması izin istedi benden. Ama ben vermedim; şarkı yapılacağı zaman ben de hazır bulunmak isterim, nasıl yapılacağını ben de görmek isterim dedim; sonra da kaldı, ne oldu bilmiyorum ama kaldı.
- Bu sefer, gerçekten son soru: Yıllar önce sizi Açıkhava’da seyretmiştik; muhteşemdiniz. Bu albüm nedeniyle yeni konserler de olacak mı?
- İnşallah, istiyoruz. Şimdi albüm yeni çıktığı için onunla çok meşgulüz; ama daha sonra konserler de olacak.
- Teşekkürler Yulduz Usmanova; şarkılarınız hiç ama hiç bitmesin.
Ve bir teşekkür de bu uzun röportajın çözülmesine yardım eden Sibel Çulcu ve Duygu Çatak’a; teşekkürler kızlar.