Bir
Şair ... Bir Dünya ... / Emre Kalcı
Şiir
asla palavra kabul etmez …
- Emre, seninle söyleşi yapabilmem için nereden başlamak gerekir
? Seninle o kadar çok şey var ki konuşmak istediğim. Bunlar bir
özete nasıl indirgenir, nasıl sığabilir bu söyleşiye bilmiyorum
? Klasik olsun önce bir seni tanıyalım istersen ? Sonra nasılsa
yolumu bulurum.
-Kendimi
tanıtmak için sayılara, çeşitli numaralar çekmeye pek gerek duymuyorum
Kadri… İçimde ve dışımda ne varsa ben onların toplamıyım ve bu,
kalemimle nereye yazarsam orada kendini ele verebilecek kadar
da net.. ihanet mi yazıyorum… yaralıyım, aşk mı yazıyorum… kuvvetliyim…
acı mı yazıyorum… kesinlikle acıdan daha akıllı değilim… bu gibi
şeyler sanırım… Ben kendini keşfetmek için kalbinden ve kendi
bahçesinin kelimelerinden yararlanan biriyim sadece…
-Neden
yazmak, neden kendini ifade etme yolu olarak yazmak?
-
Yazmak, konuşmaktan ve düşünmekten daha sahici… hissetmeye en
yakın olanı…
-
Seninle ilk tanışmamızın ertesi ve önce ''Habertürk'' gazetesindeki
köşen ''Yara Bandı''. Daha sonra bir dönem bunları benim sitede
de dostlarla paylaşmıştık ve şimdi ''Kumru Şiir Sitesi''nde başka
bir ad ile ve beraber yine, yola devam ediyoruz. Bu başarının
sırrı nedir Emre ki; kendini neresinde görüyorsun bu yazıların
? Neden yazıyorsun ve nasıl yazıyorsun ki; bu soru, seninle tanışmamış
olanlar için özellikle.
-"Yara
bandı" benim hep okuyucu olarak, kendim için düşünmüş olduğum
bir formattı… Aşkın, aşkta çekilen acının, paylaşması en zor olan
o kendini kahretmişliğin; yalnız kalmışlığın gerçekten belirli
bir tabakası yok… Entellektüeli de, cahili de, vicdansızı da,
fedakarı da uzun süreli yada anlık fark etmez, "fena durumlara"
mutlaka uğruyor. Bu tek başınalık bir gün karşılaştığınız bir
cümleyle, yazıyla, şiirle; öyle bir okşanışa dönüşüyor ki, hissettiklerinizi
anında o satırlara emanet edebiliyorsunuz… Bu hayatın insana "yalnız
değilsin" hediyesi… Ben kendimi okşayacak bir şeyler ararken,
belki başkalarına dokunma fırsatı yakaladım o köşede… okuyucuyla
birebir etkileşimi oldu yazdıklarımın… birbirimizin yaralarına
üflemeye çalıştık…
-
Sözü şiire bağlayalım mı ? Bir dönem bir şiir kitabı yayınlamıştın
''Her Aşk Biraz Kendinin Katilidir'' isminde. Ve benim başucu
kitaplarımdan birisidir bu; diğer bir tanesi de ''Alçı''; ona
az sonra geleceğim zaten de. Burada bu ilk kitabınla birlikte,
şiiri ve seni bir buluşturalım. Bu soru altında, şiir adına ne
söylemek istiyorsan söyle öyle. Şiir sende nedir ? Şiir kimdir
? Şiirin nedir ?
-
Şiir hakkında ahkam kesmicem Kadri, onca konuşabilenin içinde
susmaya inanıyorum… Benim şiirle ilgili tek bildiğim var ki o
da şu: "Şiir asla palavra kabul etmez!" Yalanı, dolanı,
olmayacak olanı şiire yediremezsin asla… İçini istediğin kadar
boşalt kıssa'yı dene, yada istediğin kadar doldur destan varsay…
Kalbin referansı yoksa, şiir de yoktur…
Ben
de kalemimle yüreğimin buluştuğu noktalarda kağıda dökülüyorum.
Okuduğum
şiirin nerelere değip geçtiği benim kriterim… elbette ki sadece
aşk şiiri demiyorum.. ama bir savaş şiiri, bir hasret şiiri hatta
politik bir şiir de kalpten çıkar bence. Kelimelerin üst üste
yığıldığı değil de, yan yana uzandığı; insanı şaşırtan, büyüleyen,
acıtan, kendisine yakınlaştıran tüm şiirlere açık beğenim…
-Peki
sevdiğin şairler,yazarlar …
-
Son dönemden Michael Cunningham,Hanif Kureishi yapıtlarını gerçekten
zevkle okuduğum yazarlar… Şair dersek Murathan Mungan ve Küçük
İskender bizim şiirimizin son dönem iyi temsilcileri…
Shakespeare'den
Jane Austen'a; Marquez'den W.Woolf'a, Oscar Wilde'a… sevdiğim
birçok isim sayabilirim aslında. Ama beni büyüleyen öncelikli
iki isim var.
Şiirini
yada yazılarını okurken her gün yeni şeyler keşfettiğim, yeniden
zevk aldığım iki isim… Zaten eğiliyorum o kelimelerin önünde…
Arthur Rimbaud ve Umay Umay… Bana sekiz kalemle ve beş büyük yürekle
aynı anda yazmışlar gibi geliyor…
-
Ve ''Alçı''. Çıkmadan önce bir gün, bir yerde kahve içerken bana,
az çok bahsettiklerini anımsıyorum. Farklı bir kitap olacak dediğini
mesela ve o anda bir iki içeriği daha fazla ipucu vermediğini.
Bu kitabın sende çok özel olduğunu biliyorum, o heyecanı birlikte
bir kere daha yaşamak istiyorum sesinden. Özetinde ''Alçı'' adına,
burada söyleyebileceğin ne varsa ben dinlemeyi bir kere daha istiyorum
senden.
-
"Alçı" benim için gerçekten çok özel… İçimde bugüne
dek ne biriktirdiysem onlar var bu kitapta. Belki bir şiir kitabı,
belki bir roman, belki bir şiir-roman… kim ne der bilmiyorum…
öyle bir tür kaygım da yok… ben kendi kalbimin edebiyatını yaptım…
beni de sadece bu ilgilendiriyor.. Edebiyat dünyasına ne getirir
ne götürür bilmiyorum ama gerçekten kitap hedefini ve dokunacağı
kalpleri iyi tanıyor… İnsanların kalbine güveniyor yazdıklarım…
Arkasına herhangi bir okuyucu profili ya da cinsiyet almamış yazılar
bunlar… "Kalbine güvenen okusun…" hepsi bu…
- ''Alçı'' da bir ömür sarılabileceğim dizelerin var Emre. O kadar
tanıdık ki belki yaralar, yine senin deyimin ile en çok kanarken
yakışacak acıya onlar. Biliyorsun ezberim hiç yoktur ya, peki
bunlar neden hafızamda yerini hep korur? ''Hikayenin sonu her
zaman nasıl başladığıyla ilintilidir''demişsin yine bir yerinde,
hikayenin sonu ne Emre? Bir hikaye asıl, nasıl son bulur ?
-
"Aşk… aynı yazıldığı gibi.. sesli başlıyor, sessiz bitiyor…"
İşte her şeyin özeti bu belki… Hikayenin sonu başlangıcında gizli
bazen… Herkesin cümlenin sonuna koymak için sakladığı bir noktalama
işareti var cebinde… Kiminin virgülleri var, kiminin ünlemleri,
birinin bitmeyen soru işaretleri, başkasının uzatmaları oynayan
noktalı virgülleri… Benim bu cümlede noktam varmış… "Kendi
aşk hikayeme cebimdeki son noktalama işaretini hediye ettim…"
-
Ne çok soru var hayatta değil mi ? Kaçının cevabını biliyoruz
sahi ? Bu kitabında seninle, kendi kendine de konuşuyor okuyucu,
kendi derdine de düşüyor biraz da. '' Bana gerçeği gösterecek
kimse var mı? '' diyorsun bir yerinde kitabın, '' Hayatta aşık
olmaktan daha büyük intihar var mı? '' yine sayfalarında, bir
başka cevap aradığın. Ki; kendine itirafın bu. Ve ''Neden hep
en büyük yalanı kendime söylüyorum?''. Bu sorular Emre, Bu ''Alçı''
neyi sorguluyor en çok?
-Öncelikle
eski sevgiliye bir veda mektubu olarak nitelendirilmesi doğal.
Ancak okuyucunun, o iç döküşün peşinden gitmekten çok, satırlar
arasında kendisiyle uğraşacağına inanıyorum… Kendi vicdanıyla,
kendi yaşadıklarıyla ve kendi zaaflarıyla… Aşkta ve hayatta yapılan
yanlışların çıkış noktasında bir ayna bulacağını ve orada gerçekle
yüzleşeceğini düşünüyorum…
"Neden hep en büyük yalanı kendime söylüyorum" sorusu
aslında kitabın da çıkış noktası oluyor böylece…
-Vicdan
yoksa insan da yok demişsin.. nedir bu vicdan meselesi…?
-
Benim bir insanda güvendiğim ve rahat edebileceğim tek özellik
olduğundan… Bazen insan gözü kapalı birilerine kendini teslim
etmek ihtiyacı duyuyor.. Sevgilin ya da dostun fark etmez… Zaman
ve yaşananlar herkes için tuzaklar hazırlayabilir. Büyük hayal
kırıklıklarına büyük sevgilerden gidiliyor biliyorsun. Ben bu
güven meselesinde sadece "vicdan" sahibi olanların yanlış
adımlara en uzak olduklarını düşünüyorum… "vicdan" sahibi
olmayanları da nefes almaları dışında gerçekten yaşıyor saymıyorum…
-Sanal
ortam nasıl bir ortam sence; birçok yerde beraber de bulunduk
ve bulunmaya da devam ediyoruz ? İnternette dolaşalım Emre ? Sanal
ne kadar sanat ya da sanat ne kadar sanal ?
-Türkiye'de
köşeleri tutulmuş edebiyat dünyasını düşününce, internetteki karışıklığı
anlamak bir o kadar kolay oluyor. Yeniye ya da rekabete prim vermeyen
bir gerçekliğe karşı, tüm özgürlüğü vadeden bir sanallığı tercih
etmek tek alternatif çünkü. Bu yüzden "şair" ve "şiir
yazan" birbirine girmiş durumda. Yazılanları takip ediyorum;
bazen "bu şiir şaka yapmak maksadıyla yazılmış" diyorum.
Bazen de öyle heyecanlanıyorum ki, başucu şiirlerimden biri olup
çıkıyor. İnternette öyle çok "şair", "yazar"
var ki; bence tek eksik "edebiyatçı". Edebiyata yanlışlıkla
ucundan bile dokunmamış ama her gün düzenli olarak şiir yazan
ve internet sitelerini de günlük gibi kullanımına almış çok kişi
mevcut… Ben edebiyatı asla bir çekişme platformu olarak görmüyorum.
Birbirini orasından, burasından çekiştirip kendinle hizaya getirmeye
çalışan, şiirlerini ve yazılarını alkışa endeksleyen bir çoğunluğa
gerçekten nasıl hitap edeceğimi de bilmiyorum… Özgürlük başkasının
hakları başladığında biter derler ya. Yazma özgürlüğünün de sınırı
edebiyat olmalı…
-
Nereleri tıklayalım sen söyle ?
-
Dediğim gibi bir çok şiir sitesi var ancak, "şiir" okutmaya
çalışanlar fazla değil… Ben edebiyat için gönül ve emek ortaya
koyan insanları önemli buluyorum. www.kumru.net te yazma nedenim
de bu. Site için gösterilen emeği ve şiir adına yapılanları gördüğüm
için orda olmaktan keyifliyim. Daha önce senin kişisel sitende
yazdığımda da "neden kişisel site?" diyenler olmuştu…
Şiiri korumaya alan o kadar az yer var ki.. Ve ciddiye alıp hayatını
onun üzerine kuran… Sen Kadri, bu bir avuç insanın en cesurlarından
birisin… İyi ki sitende yazmışım…
"bazen
zekayla soykırıma uğruyoruz…"
-İnsanlardan
ve dostluklarından konuşalım istersen. Aşktan da konuşalım be
Emre…
-
Kendi öyküsüne sahip çıkan insanları seviyorum ben… en çok onlarla
beraber olmayı… Kırığını saklamayan, yaralarından utanmayanları;
hiç kimseye ve hiç bir şeye tenezzülü olmayanları… Kendini inkar
edip aşkı ajite bulan, gerçek meraklısı, kontrollü ve kendini
sakinleştirmiş insanlardan uzak duruyorum…
Hiç kırılmamış gibi yapıp acısını bileyerek biriktiren; sonra
da günün birinde gül bahçesinde durup dururken savaş yaratabilenlere
ağzımdan çıkabilecek bir kelimem yok, tükürüğüm var sadece…
- Ya aşk…?
-
İçini boşaltmayı istemeyeceğim tek şey aşk… Benim için hala en
kutsal,tek kutsal şey… Kiminle yaşayabileceğin hep bir sır… Hem
bu kadar gizemli, hem bu denli yaşamsal… Aşkı paylaştığın insana
göre bir ahlaksız olman da mümkün, bir aziz sayılman da… O yüzden
çerçevesini konuşmak bile gereksiz gibi geliyor… Yani konu aşk
olunca yazdıklarımdan farklı değilim gerçekten… Islanan şiirlerini
çamaşır ipine mandalla tutturup kurutan birine aşık olabilirim
mesela… şiir biraz da ruhun iç çamaşırıdır…
- Edebiyatta zeka hakkında ilginç yorumların var…
-
İlginç mi bilemem ama bazen gerçekten sahici ve kalbiyle yazanların,
zekayla soykırıma uğradığını düşünüyorum. Belki bu, "kalbe
üstün zekaya" hayatın hiçbir köşesinde tahammülüm olmadığındandır..
Bir
gün bir şiire rastladım… Okuduklarımdan kendime bir dünya çıkardım…
Sonra o şiirin sahibine rastladım başka bir gün… Şiirin arkasında
o şairin hissedebileceği bir şey aradım, gerçekten bulamadım.
Zeki bir insanın sihri de şiir gibi görünebiliyor. Yine de aldırmadım…
Bana sunduğu dünyayı yazıya dökmek istedim… olmadı…
Zeka
kıvılcımları bazen benim tahta kalemimi yakıyor...
Zeka
ile alıp veremediğim sadece bundan ibaret… Yoksa zeki insanlara
aşık olduğum da olmuştur… Dedim ya onların sihirleri bazen "aşk"
bile sandırabiliyor :)
-
Bizi buluşturan çok şey var değil mi? Bunların başında da şarkılar
gelir yanılıyor muyum? Seninle ikinci buluşmamızdı ve saatlerce
müzikten konuşmuştuk sanırım. Hadi gel bunu bir daha yapalım.
Kimleri dinleyelim Emre, hangi notalara savrulalım. Bunun peşinden
yakın zamanda çıkacak bir albüme de uzanalım istersen. Soru bu
da sonu ne ? Bu şarkılar burada bitmez de, hadi koşalım, coşalım
yine ?
-
Müzik deyince belki edebiyattan da çok konuşabilirim biliyorsun…
Benim için başlı başına hayatın tamamlayıcısı… her şeyin bir şarkısı
bir sesi var evrende… Ve tabi ki beni büyüleyenler de… Bette Midler…
her şeyiyle bana en çok dokunabilen kadın… Cher, dansa davetim…
Büyülü ses Whitney Houston belki 'burun farkıyla' Barbra Streisand-
ki yaşayan en büyük ses kabul edilir… Buraya kadar klasik bir
dinleyici olarak görünebilirim:) O zaman devam edeyim,, Missy
Eliot, Mary J Blige, WyClef Jean son dönem müziğin cevherleri
bence… Madonna, o hep bir köşede..
Bizden
söyleyeceklerim de var… Sezen Aksu, sanırım birkaç kuşaktır üzerimizde
büyük hakkı var… Şebnem Ferah, müziğin yenilikçi tavrı… Zuhal
Olcay, Hümeyra, Leman Sam, Vedat Sakman… Onları aynı dalın çiçekleri
olarak görüyorum… Sibel Alaş hikayelerini, Yıldız Tilbe samimiyetini
de seviyorum gerçekten… Mete Özgencil'in söz oyunlarını da seviyorum
şarkılarda…
Devam etmemi istermisin:)
- : ) ... Nasıl korkuyordum, bahis sen olunca kelimeler yan yana
gelemeyecek diye. Ah! bir daha bir daha ki, su olduk akıp gittik
bile.Geçenlerde bana demiştin ki; "Kadriii uzun bir zaman
sonra şiir yazdım." Ben açıkçası bu şiiri okurlarımızla paylaşmandan
yanayım ki ; şahsım adıma hani merakta daha fazla kalmayayım.
Ama yok başka bir şiir hakkımı kullanmak istiyorum dersen, karar
senin. Bir sigara yakıyorum ... Senden bir şiir dinliyorum ...
-
Hiçbir zaman şiiri çağıran biri olmadım,hep o çağırdı beni, ben
de koşup peşinden gittim. Kalbimden ne çıktıysa,kalemimim de hep
onu yazdı.. düzeltmeler yaptığımı da pek hatırlamam… Gelene, geldiği
gibi saygım var sanırım… Duygular yanlışıyla ve doğrusuyla ne
demek istemişse ona izin vermek lazım diye düşünüyorum..
Kendisini
tamamlayıp ben buradayım yaz beni diyen bir şiirim var evet… ben
de istediğini yaptım…
Kalbin derisine yazılan…
yapışık
ikizlerden birinin diğerini zehirlemesi gibi
senin beni terk etmen
ben öldükten hemen sonra öleceksin sen!
katillerle kurbanlar, aynı rüyayı görmezler biliyorsun,
çeşitli pul peçete ve insan koleksiyonundan
sağ çıkabilmiş birine
telepatiyle tecavüz etme yeteneği verilmeli
yaşlı mendiller yerine eline…
ihanetle intikam aynı eldiveni giymezler görüyorsun…
bir
insanı sevmeyi bırakmak için
bir insanı hatırlamayı bırakmak için artık,
kendi dilinde yazılmış bir aşkı başka dilde yaşamak kafi…
bir şarkıyı tersten okumak gibi,
her aşkın imzası nokta
hatta
ayrı kan grubuyla sevişenler bir yana
onun kanı sadece bana, benimkiyse sadece ona
verilebiliyordu bu aşkta.
elinden gelenin en iyisi buysa
ne olur elinden aşk gelmesin, -ki kalpten geleni kabuldür…
bazen aşk da şans gibi
yalnız başına yürür…
ve bir aşkın en çok konuşulmamış hikayesi değil
ne yazık ki
seyredenler için sadece
sonu makbuldür…
yalnızlığı
süsleme çalışmaları en çok
bir sevememe çarşambasında yaralar insanı.
sevgilin olamamış biri sevgilinmiş gibi iz bırakınca
en sessiz köşende sakladığın bir sır sıkılıp ses çıkarınca
kalbin kendi elinden düşüp, yapışmayacak kadar kırılınca
hatırlarsın..
sessizdir
yaşanmış en sessizdir o çarşamba…
sonra
sorarlar bir gün
kimdir, nerdendir bu boşluk,
ne vardı bu hissizliğin yerinde, tam şurada eskiden
dokunulmuşla, hiç öpülmemiş dudağın hikayesi nedir…
işte en zorudur anlatmak, kalanı ve olanı…
z'leri söyleyemeyen bir işçi arının
ölüm fermanını ben imzaladım der kraliçe arı.
sonrasında eksik sayıdan
ne diğerleri etkilenir,ne de yalnızlaşır kraliçenin sarayı…
her kıssa da uzun bir intiharın,
kalbin bizzat derisine yazılmış son sözüdür:
"Aşkta acı gelmeden önce her şey kendini eskitir!"
sahi öyle midir?
acıdan önce eskiyen sevdalar bir yüreğe aitse,
unutamayanların sol yanında taşıdığı nedir?
belki de "tacı geri alma" yarışması yapılmalıdır
bazen bazı aşkta…
emin olmak gerekir sevgiliden
hasbelkader bir gelecekten bile razı mı yüreği
ya da hiç işe karıştırmamış mı kalbini
yalnızca gözleri mi tahtta?
sonunda herkes mutlaka bir şey söyler giderken
birkaç kelime seçer
ya yaşadıklarından ya kendisinden…
aşk… ah aşk…
bile bile lades işte bazen…
Tahta çocuk yaşta geçirilen padişahtın sen
Geleceğin daha belirgindi
Saati saatine bilinen çocuk geçmişinden…!
-
Sana ne kadar teşekkür etsem inan hep az. Ben gerçekten büyük
bir keyif ve sevgi ile tutunmaya devam ediyorum dizelerine olsun,
yazılarına, çizilerine olsun özetinde mi yüreğine olsun. Ben sana
başka bir şey demiyorum artık? Emreeee ... İyi ki varsın.
-
İyi ki hayatın, kendimizi ifade etmemiz için bize verdiği şanslar
ve yetenekler var diyelim… Kalemlerimiz tanışıp, yüreklerimizi
müjdeledi…Daha ne olsun… Ben teşekkür ederim Kadri ...